Aşağıdakilere karşı Küçük Hanımefendi isyanlar içinde.
Fakir semtin yakışıklı oğlanı (Ayhan
Işık)
Avni Dilligil'in statüsüne göz dikmiş. Rakip
şoför Sadri Alışık, Ahmet Tarık Tekçe,
Aliye Rona, Şaziye Moral, Nubar Terziyan,
aşçı Necdet Tosun,
kapıcı Sami Hazinses, bahçıvan
Salih Tozan,
siyah dadı, temizlikçi vs. "Haydi ya
Allah!" deyip konağın üst odalarına doğru
tırmanış içinde.
Hakikaten dünün üst katında oturanlar, Fahrettin Kerim Gökay'ın dediği gibi "plaja hücum eden
halkımız karşısında denizi halkla paylaşmak istemeyen yurttaşlar"dır. Çok kızgındırlar. Küçük Hanımefendi ve asil-zengin ailesinin son isyanı, Kayserili bir hacı babanın mazbut ve muhafazakâr oğlu Abdullah Gül'ü
aday gösteren "halk"a "vatandaş" olarak seçtirmemek oldu.
CHP, YÖK vb. "halk seçerse..." diye
ağız dolusu tehditler savurdular. Yanlış bir analoji yapılmasın; ama Marx'ın dediğinden biraz farklı da olsa, meselenin
sınıfsal olduğunu söylemek mümkün.
Mesele konak sahipleri açısından büyük bir umutsuzluğu ve çaresizliği beraberinde getiriyor. 1929 yılından bu yana halktan toplanan kaynaklarla "devlet zengini" olarak
yaşamaya alışmış bu imtiyazlı ve mutlu zümre, artık eski konumunu muhafaza edemiyor. Dün kapısında müstahdem olanların sınıf atlamalarına, başarılar kaydetmelerine içerliyor. 1929'dan beri
Cumhuriyet, onlara halkın parasıyla kalkınmayı sağlamak ve
modern/Batılı yaşama tarzının öncülüğünü üstlenme görevini vermişti. Modern yaşama tarzı ellerinde, ama zenginliği koruma konusunda zorluklar var. Çünkü üretemiyor, dışa açılamıyor, yeni gelişmeleri algılayamıyorlar.
Yaşama biçimini fazlasıyla önemsiyorlar, asla yaşama tarzından ödün vermeyeceğini bağırıyor, ama bu pahalı yaşama tarzını finanse edecek kaynakları oluşturamıyorlar. "Eskisi gibi devlet bizim yaşama tarzımızı finanse etsin" diyorlar. Çalışan, üreten, biriktiren, yeni iş alanları açan, dışa açılan, Ortadoğu'dan Balkanlar'a Rusya'dan Orta
Asya içlerine kadar elinde çantası mal satan, Afrika'nın
balta girmemiş orman içlerinde okul veya işyeri açanlar "ötekiler"! Havai adalarına tatile gideceksiniz, her ay Paris'i ziyaret edeceksiniz, haftanın dört günü Laila'da eğleneceksiniz; bunu yapın, ama artık üretmeniz lazım; teşvikler, primler,
ithal ikamesine dayalı politikalar, bebek sanayi vs..
Bu düzenin de 1961 yapımı, siyah-beyaz "Küçük Hanımefendi" filmi gibi zamanı çoktan geçti.
Ayhan Işık, Sadri Alışık 1956, Pleymut
marka otomobillerde şoförlük yapmayı çoktan bıraktı. Ayhan Işık'lar 4x4 Dâbbetülarz -tank gibi- jeepleriyle Akmerkez'in, Capitol'un çevresinde boy gösteriyor, Sadri Alışık'lar
Mısır çöllerinde
fabrika kurmaya başlamışlar.
Ana sloganlardan biri: "Ne AB ne ABD". Ne güzel! Buna "istiklal-i tâmme" denir. Öyle diyeceksiniz, sonra içerideki "mürteci, gerici, çağdışı güçlerle" Batı'dan devşirdiğiniz üçüncü sınıf entelektüel malzemelerle karşı koyacaksınız. Giyim kuşamınızı çok vurgulayacaksınız, dekolte-modern kıyafetlerle gösteri yapacaksınız, sonra ifade, din ve vicdan özgürlüğünü kısıtlayacak;
demokrasi,
insan hakları,
sivil katılım, şeffaflaşma, istemeyecek; ekonomiyi kumanda ile yöneteceğinizi düşünecek, "IMF'ye borçlarımızı para basıp ödeyelim" diyeceksiniz.
Burada bir sorun yok mu? Salt kılık kıyafete dayalı modernleşme geçen yüzyılın rasyonalizmi ve pozitivizmiyle beslenen otoriter ideolojisinin ürünüydü.
Deprem hasarlı bina gibi pozitivizm çöktü. 21. yüzyılda "kurucu ideolojiler"inin tümü
kalp krizi geçirdi. Şimdi, çoğulculuk, hoşgörü,
diyalog, interaktif ilişki, ötekiyi anlama ve ifade özgürlüğünün söz ve görünürlük olarak savunulduğu zamandayız. Yaşam tarzınızı çok önemsiyorsunuz, bu elbette anlaşılır bir şey, ama başkalarının yaşama tarzına hayat hakkı tanımıyorsunuz. 1920'lerden seslenerek; "Ya benim gibi yaşayacaksınız veya yaşamayacaksınız" diyorsunuz ve paylaşmıyorsunuz. Oldu mu şimdi?
Ali Bulaç/Zaman