5
Şubat 1999
Cuma günü,
Başbakanlık, eski bakanlardan
işadamı Cavit Çağlar’a ait Falcon 900B
tipi uzun menzilli
küçük yolcu uçağını kiralıyor,
ekip Afrika’ya hareket etmek üzere emir bekliyordu. İşadamı pasaportlu altı kişilik
operasyon ekibi,
seyahat sırasında kendi aralarında şakalaşırken, "Bizler, muz tüccarıyız. Muz cumhuriyetinden,
Türkiye’ye muz
ithal etmeye geldik" diyorlardı.
1999 yılında,
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin zirvesinde bulunan üç şahsiyet; Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel, Başbakan
Bülent Ecevit ve Genel
kurmay Başkanı
Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu, 4 Şubat
Perşembe gününün son dakikalarında sınırlarımız dışında gerçekleşmesi planlanan çok önemli bir operasyon kararına
imza atıyorlardı. Bu karar,
PKK terör örgütünün yöneticisi Abdullah
Öcalan’ı, bulunduğu bir Afrika
ülkesinden Türkiye’ye getirmekti. Şimdi, Türkiye’yi bu karara sevk eden olayın dört ay öncesine dönelim... Öcalan, 9
Ekim 1998 Cuma günü, yaklaşık 20 yıldan beri yaşadığı
Suriye’den
sınırdışı edilmiş;
Atina,
Moskova, Roma, St.
Petersburg, Minsk ve Korfu Adası arasında dolaşırken 1999 yılının şubat başında izini kaybettirmişti. Bu gelişmeler yaşanırken, Türkiye tüm siyasi, güvenlik ve diplomasi birimleriyle alarma geçmiş; ABD,
İsrail ve pek çok
Avrupa ülkesi gizli servisleri de
terör örgütü yöneticisini izlemeye almıştı.
CIA’nın şefi: Teslim ederiz
Cumhurbaşkanı Demirel’in 4 Şubat 1999 tarihli randevu defterinde, saat 17.30’da MİT
Müsteşarı Şenkal Atasagun’un ziyareti görünüyordu. Atasagun,
Köşk’te, PKK liderine ilişkin takip hakkında son bilgileri veriyor, Öcalan’ın bir Afrika ülkesinde olabileceğini Cumhurbaşkanı’na arz ediyordu. MİT’in, Amerikalılarla bu konudaki
işbirliği, bilgi alışverişi şeklinde devam etmekteydi. Onlar da Öcalan’ın peşindeydi. Demirel, Atasagun’a teşekkür ediyor, Köşk’ten ayrılan
MİT Müsteşarı, Yenimahalle’deki çalışma
ofisine dönüyordu. Aynı günün gecesi, CIA’nın Türkiye’deki İstasyon Şefi, MİT Müsteşarı’nı ziyaret ederek, "Başkan’dan izin çıktı. İsterseniz, Öcalan’ı size teslim edebiliriz" diyordu. Bu yeni gelişme, anında Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a ulaştırılıyor, Demirel de gece yarısı
Çankaya Köşkü’nd
e devletin zirvesini toplama kararı alıyordu.
Üniformasını bile giyememişti
Pembe Köşk, genelde geceleri çok sakin geçirirdi. Ancak 4 Şubat gecesi olağanüstü bir hal seziliyordu. Nöbetçi Yaver Deniz Yarbay Zafer Karakuşluoğlu ile
nöbetçi doktor Aylin Cesur, Cumhurbaşkanı’nın makam odasını hazırlıyor, iç güvenliği sağlayan polisler de zirve toplantısına katılacak devlet büyüklerini karşılamak için önlem alıyorlardı. Köşk’te bir koşuşturmacadır başlamıştı. Cumhurbaşkanı’nın ikametgáhının da yer aldığı Pembe Köşk’e ön hazırlıkları yapmak için gece yarısı intikal eden Baş
yaver Kurmay
Albay Reha Taşkesen’in ise üniformasını giymeye dahi
vakit bulamayıp,
spor bir kıyafetle geldiği görülüyordu.
Bu teklife ne diyorsunuz
Cumhurbaşkanı Demirel, aynı gün saat 17.30’da MİT Müsteşarı’nı, 18.00’de
Genelkurmay Başkanı’nı, 19.00’da da Başbakan’ı kabul ederek kendileriyle haftalık olağan görüşmesini yapmıştı.
Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu, Köşk’ten davet aldıktan sonra "Acaba bir yanlışlık mı var? Sayın Cumhurbaşkanı’nı birkaç saat önce ziyaret etmiştim" diyor ve emir subayına, "Köşk’ü arayalım, teyit alalım" talimatı veriyordu. Köşk’ten gelen
cevap, "Cumhurbaşkanımız, olağanüstü toplantı yapacaklar" şeklindeydi. Olağanüstü gelişme, olağanüstü zirveyi gerektirdiği için Ecevit, Kıvrıkoğlu ve Atasagun, aynı gün ikinci defa Köşk’e ulaşarak,
Atatürk’ün de kullandığı,
Cumhurbaşkanlığı’nın tarihi makam odasında Demirel’le bir araya geliyorlardı. Cumhurbaşkanı, toplantıda ilk sözü MİT Müsteşarı’na veriyor, Şenkal Atasagun da gerekli açıklamaları yaptıktan sonra, Demirel toplantıda hazır bulunanlara "Bu teklife ne diyorsunuz?" şeklinde soru yöneltiyordu. Hem Başbakan, hem de Genelkurmay Başkanı, bu gelişme üzerine memnuniyetlerini ifade ediyor,
Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye getirebilmek için hiçbir fedakárlıktan kaçınılmaması önerisinde bulunuyorlardı. Zirve, kararını vermiş, Öcalan’ın, Amerikalıların
yardım edeceği bir operasyonla, o sırada bulunduğu bir Afrika ülkesinden Türkiye’ye getirilmesi konusunda anlaşmaya varılmıştı.
Sahte pasaportlu işadamları ekibi
Afrika’ya gidecek olan yolcuların pasaportu sahteydi. Kendileri hakkında verilen açıklayıcı bilgide, işadamı oldukları ifade ediliyordu. İşadamı pasaportlu altı kişilik operasyon ekibi, seyahat sırasında kendi aralarında şakalaşırken, "Bizler, muz tüccarıyız. Muz cumhuriyetinden, Türkiye’ye muz ithal etmeye geldik" diyorlardı. Yol uzun olduğu için, uçağa ikmal yapılırken,
yakıt tankı tamamen dolduruluyor, ancak yolcuların
gıda ikmali
ihmal ediliyordu. Oysa, yaklaşık 6 saat boyunca uçulacak, bu arada herhangi bir havalimanından
transit geçiş yapılmayacaktı. Yolcular ve
mürettebat, meçhul bir operasyona gitmenin heyecanı içerisinde yemek ikmalini düşünmüyor, yanlarına Karpuzkaldıran askeri tesislerinden sadece sandviçler alıyorlardı.
Havalananlar hedefi bilmiyordu
Antalya Uluslararası
Havalimanı’ndan sabah saatlerinde havalanan
uçak,
Yunanistan,
Mısır ve
Sudan hava sahalarını 6 saatte katettikten sonra
Uganda’nın başkenti Kampala’ya ulaşıyor, meteorolojik şartlar gayet elverişli olduğu için Entebbe Havalimanı’na inişi sorunsuz bir şekilde gerçekleşiyordu. Uçaktaki yolcular Afrika’ya giderken adeta körleri ve sağırları oynuyorlardı. Birbirlerine nereye gittiklerini, ne yapacaklarını sormuyor veya soramıyorlardı. Belki ekip şefi biliyordu, ama üç kişilik mürettebat ile dört MİT mensubu ve bir askeri tabip, nasıl bir manzarayla karşılaşacaklarından habersizdi.
Uçakta bulunan MİT görevlileri, hem kabin içinden, hem de pencereden görüntüler alıyor, önce Ak
deniz, ardından da Mısır Piramitleri ve uçsuz bucaksız Afrika çölleri yolcular tarafından merak ve ilgiyle izleniyordu. Gidiş yolculuğu sırasında herhangi bir güvenlik sorunu da söz konusu değildi. Uçak, Uganda,
Kenya ve
Tanzanya’ya kıyısı bulunan Victoria Gölü’nün hemen yanıbaşındaki başkent Kampala’nın Entebbe Havalimanı’na indiğinde, etraf günlük güneşlikti. Oysa Türkiye, o günlerde şiddetli bir kış yaşıyordu. Muz tüccarları olarak tanıtılan yolcular da, üstlerinden geçen Ekvator çizgisinin ayrıcalığından yararlanıp, yaz günlerini yaşamaya hazırlanıyorlardı.
Pasaportlarınızı telefonlarınızı bırakın
Nergis Havacılık’tan kiralanan uçak, kiralama sözleşmesinin yapılmasından sonra MİT Müsteşarlığı’nın emrine giriyor, ardından da üç kişilik mürettebatıyla
Bursa’dan havalanıp,
Ankara Etimesgut’taki Askeri Havaalanı’na iniyordu. Uçak, askeri alandaki bir hangarın önüne çekiliyor, üç kişilik mürettebat da, hangarın içinde bulunan salonda toplantıya alınıyordu. Toplantıyı MİT Müsteşarı yönetiyor, mürettebatı, amacı ve hedefi henüz açıklanmayan operasyona katılacak diğer personelle tanıştırıyordu. 9 kişilik operasyon ekibi; beş MİT mensubu, bir askeri tabip ve üç kişilik uçak mürettebatından oluşuyordu. Ekip şefi, MİT mensupları arasından seçilmişti. Şenkal Atasagun, hangardaki ofis bölümünde operasyona katılacak dokuz kişi ile tek tek görüşüyor, kendilerine başarılar diliyordu.
Önce Antalya’ya
Daha sonra ekip şefi, dış seyahate gidecek olan sekiz kişiyle birlikte ortak bir toplantı yapıyor ve kendilerine şu talimatları veriyordu: "Arkadaşlar, devlet adına çok önemli bir operasyona gidiyoruz. Şimdi, ailelerinizle
telefon görüşmesi yapınız. Kendilerine, önemli bir göreve gideceğinizi, bu nedenle çok uzun olmayan bir süre boyunca onları telefonla
arama imkánınızın bulunmayacağını bildiriniz. Daha sonra cep telefonlarınızı bize teslim ediniz. Sizin, yurtdışına yapacağınız bu seyahatteki güzergáhınızı ilerleyen günlerde açıklayacağız. Ama önce birlikte Antalya’ya gideceğiz. Görevimiz boyunca, program, tarafımdan yapılacak. Tüm ihtiyaçlarınız da yine tarafımdan karşılanacak. Şimdi, pasaportlarınızı da bana teslim ediniz ve ilk durağımız olan Antalya’ya gitmek için hareket emrini bekleyiniz. Tekrar hatırlatmak istiyorum ki, çok önemli bir dış göreve gidiyoruz. Görevde olduğumuz süre içerisinde, belirleyeceğim ve sizlere bildireceğim kurallara kusursuz bir şekilde uymanızı bekliyorum. Bu uyum, operasyonun başarısını da sağlayacaktır. Tanrı yardımcımız olsun..."
Emir ondan
DÖNEMİN Cumhurbaşkanı
Süleyman Demirel, PKK terör örgütüyle mücadele ve Öcalan’ın yakalanması için alınan kararları 30
Aralık 2008 Salı günü özetle şöyle anlatıyordu: "Son başbakanlığım döneminde, önce pek çok ülke liderine mektuplarla PKK terör örgütü konusunda aydınlatıcı ve uyarıcı bilgiler verdim. 1993 yılının
ocak ayında ise Suriye’ye giderek,
Hafız Esad’dan, PKK kamplarının dağıtılmasını ve örgüt elebaşısının Türkiye’ye teslimini istedim. O zat, o tarihte Suriye’nin
Lazkiye şehrinde yaşıyordu. Hafız Esad, bunu inkár etti. Kendisine uzattığım ve üzerinde örgüt elebaşısının adresi ve
telefon numarası bulunan káğıdı da alıp cebine koydu. 1997 yılının aralık ayında Türkiye Cumhurbaşkanı sıfatıyla
İslam Konferansı Örgütü Zirvesi’ne katıldım. Bu zirvede, Suriye, Türkiye aleyhine karar tasarısı çıkarttırmak istedi, buna máni oldum ve konferansa katılan liderlere hitaben yaptığım konuşmada, ’Suriye’nin hareketi, ne komşuluğa, ne Müslümanlığa, ne de insanlığa sığar’ dedim. Terör örgütünün elebaşısı, siyasi baskılarımız sonucu 9 Ekim 1998 günü Suriye’den sınırdışı edildi. Kendisini adım adım izletmeye başladık. 4 Şubat 1999 Perşembe günü, MİT Müsteşarı, haftalık olağan kabulüm sırasında, bu konuda yeni gelişmelerden söz etti. O zatın Amerikalılar tarafından izlendiğini, muhtemelen Afrika’daki bir ülkede barındırıldığını ifade etti. Aynı günün gece vakti, Amerikalıların müşahhas (somut) bir teklifini bize intikal ettirdi. Bu yeni bilgiye göre, teröristbaşının Kenya’da barındığı tespit edilmiş, istenmesi halinde bize teslim edilebilirmiş. Memnuniyet duydum. Daha sonra bu kararın bizzat Başkan
Clinton’dan çıktığını öğrenecektim. Başbakan
merhum Ecevit, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Sayın Kıvrıkoğlu ve MİT Müsteşarı Sayın Atasagun’u acilen görüşmeye çağırdım. Bu görüşmede, her şart altında o zatı teslim alma kararı verdik."
Korsan enkazı da Entebbe’deydi
Havalimanının
terminal binasında koskocaman "Welcome to Entebbe International Airport" yazısı göze çarpıyordu. Bu havalimanı, yakın tarihimizdeki çok önemli bir hava korsanlığı olayını çağrıştırmaktaydı. Alan, filmlere dahi konu olmuştu. Havalimanında bulunan hurdaya dönüşmüş, devasa bir uçak enkazı, Türkiye’den gelen yolcuların dikkatini çekiyordu. Bu, 1976’da Filistinli hava korsanları tarafından saldırıya uğramış olan
Air France uçağının enkazıydı. Aradan 23 yıl geçmiş, ama o enkaza dokunulmamıştı. Kimbilir o enkaz, belki de ibret alınması için orada tutuluyordu.
İkmalsiz uçak 200 bin dolara kiralandı
Müsteşar Atasagun, toplantı sırasında, Öcalan’ı getirebilmek için, ikmal yapmadan 10-12 saat uçabilen, uzun menzilli,
sivil bir yolcu uçağına ihtiyaç olduğunu belirtiyordu. Toplantı başlamadan önce gerekli ön hazırlıkları yapmış bulunan Atasagun’un verdiği bilgiye göre, söz konusu uçaklardan Türkiye’de sadece iki adet bulunmaktaydı. Bunlardan birisi eski
Devlet Bakanı, işadamı Cavit Çağlar’ın sahibi olduğu Nergis Havacılık şirketine kayıtlıydı. Uzun menzilli öteki uçak ise,
İstanbul’daki Akmerkez’in sahibi Dinçkök Ailesi’ne aitti.
Başbakanlık’tan yetkili bir kişi, 5 Şubat 1999 Cuma günü Nergis Havacılık şirketinin yöneticisiyle görüşerek, firmalarına ait Falcon uçağının önemli bir dış seyahatte kullanılmak üzere kiralanmak istendiğini bildiriyordu. Havacılık şirketinin yetkilisi, Başbakanlık’tan gelen bu teklife olumlu cevap veriyor, bu arada Türkiye
Ulaştırma Bakanlığı
Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü’nde kaydı bulunan TC-CAG
tescil işaretli
Fransız yapımı Falcon 900B tipi uçak, uzun bir dış seyahat için 200 bin
Amerikan Doları karşılığında kiralanıyordu.
Kuyruktaki Türk bayrağı ve yazılara bant çekildi
Etimesgut Askeri Havaalanı’ndaki ekip, bu ilk karşılaşma ve görev emrinden sonra beklemeye koyuluyor, ardından da gecenin geç saatlerinde Antalya’ya hareket emri veriliyordu. Başbakanlık tarafından özel görevle yola çıkarılan uçak, bir saatlik yolculuktan sonra Antalya Uluslararası Havalimanı’na iniyor, daha sonra Askeri Havaalanı bölümündeki bir park yerine çekilerek, koruma altına alınıyordu. Bu arada uçak mürettebatı ve diğer görevliler de, Karpuzkaldıran semtindeki askeri tesislerde konaklayacaklardı. Uçak, Antalya’da üç gün boyunca kalacak, kuyruğundaki Türk bayrağı ile "TC-CAG" şeklindeki tanıtma işaretinin üstü ekip şefinin talimatı üzerine bantla kapatılacaktı. Aslında, "TC-CAG" tanıtma işareti ve Türk bayrağı, Nergis Havacılık şirketine ait Falcon 900B uçağının kimliğini oluşturmaktaydı. Bu kimlik olmadan, uçakların sefere çıkabilmesi mümkün değildi. Zaten pilotlar da, uçuş sırasında gittikleri bölgenin uçuş
kulelerine kendilerini tanıtırken daima bu kodu bildiriyorlardı. Kuyruğunda tanıtma işareti bulunmayan uçak, özellikle Avrupa ülkelerindeki havaalanlarında dikkat çekebilirdi. Ancak, mürettebata, bir Afrika ülkesine gidileceği söylenmiş, tanıtma işareti bulunmayan uçağın orada problem yaratmayacağı kanaatine varılmıştı.
İletişim için SSB telsizi ve özel kod
Uçakta bir başka önlem daha alınıyor, özellikle Türkiye ile
iletişimin "SSB" diye adlandırılan uzak mesafe telsizi ile yapılması kararlaştırılıyordu. Ekip şefi,
kaptan pilota yüksek frekanslı vericinin sağlıklı bir şekilde kullanılması için bir de özel kod veriyordu. Bu sayede, uçakta kullanılan
haberleşme sistemini başkalarının dinlemesi de önlenmiş oluyordu. Ekip şefi, Antalya’da üç gün kalan uçak için 8 Şubat 1999 Pazartesi günü hareket emri veriyordu. Uçuş mürettebatı, uçuş planını hazırlayarak
Antalya Havalimanı’ndaki kuleye bildiriyor, kule de bu bilgileri
Brüksel’deki
Euro Control Merkezi’ne aktarıyordu. Gerekli uçuş izni kısa sürede geliyor, bu izin,
hava sahası kullanılacak ülkeler ile Uganda’nın Entebbe Havalimanı’na inişi kapsıyordu.
HÜRRİYET