İçinde Türk ve Amerikalıların yer aldığı bir kliğin,
Bush yönetimi döneminde sürekli
AK Parti iktidarı aleyhine
lobi yaptığını bilmeyen yok. Bugün Silivri'de
hesap veren
Ergenekon sanıkları, içeride bir
darbenin
psikolojik şartlarını hazırlamakla meşgulken, onlar da
Washington'da bu planlara onay almaya çalışıyorlardı.
ABD'nin eski
Ankara büyükelçilerinden Morton Abramowitz, bir yazısında "bazılarının Washington'a gelerek AK Parti iktidarının altındaki halının çekilmesi için sürekli lobi yaptığını" yazmıştı.
Kim bilir, geçen 6 yılda Washington'da bu yönde nice girişimler oldu? Biz bunlardan birini, yanlışlıkla medyaya sızan Hudson Enstitüsü'nde konuşulanlardan öğrendik.
Hani,
Anayasa Mahkemesi başkanına suikast, Taksim'de 50 kişinin hayatını kaybedeceği
bombalı saldırı gibi karanlık senaryoların konuşulduğu toplantı. Bazı komutanların tesadüfen oradan geçerken katıldığı, AKP'ye yarayacağı için Irak'taki PKK'lıların iadesine
itiraz edildiği toplantı... Washington kulisleri dile gelse, kim bilir daha ne dehşet senaryolardan haberimiz olacak?
Bu yönüyle, Ergenekon savcılarının örgütün Washington ayağına da bakmasında fayda olabilir. Belki de bu konuyla ilgili detayları, darbe günlüklerinin ve
Sarıkız,
Ayışığı, Yakamoz gibi darbe girişimlerinin yer alacağı ek iddianamede okuruz.
Yürütülen bu kesif kampanyanın da etkisiyle kritik anlarda Washington'da ciddi kafa karışıklığı yaşandı. Hatta Bush yönetiminin, yer yer darbe planlayanlar ile demokratik iktidara eşit mesafede durma gibi tuhaf tepkiler verdiği oldu. Her şeye rağmen karanlık planların akim kalmasında, ABD'den onay çıkmamasının büyük rolü oldu.
Bush döneminde bile sonuç alamayan malum jurnalci çevreler, şimdi benzer lobi faaliyetini Obama yönetimine karşı yapıyor. Türkiye'nin Batı'dan koptuğu ve AK Parti'nin İslamcı yüzünün ortaya çıktığı gibi temaları işleyen yazıların Batı basınında sıklaşması bunun göstergesi. Türkiye'nin Gazze'deki katliama gösterdiği tepki, AK Parti liderliğinin İsrail'e karşı kullandığı sert üslup ve Erdoğan'ın Davos'taki tepkisi de bu yolda tatlandırıcı olarak kullanılıyor.
Ancak yeni başkanın Cumhurbaşkanı Gül ve
Başbakan Erdoğan'ı ayrı ayrı arayarak "Türkiye'nin
bölgesel konularda gösterdiği liderliği takdir ettiğini" ifade etmesi, bu defaki çabaların da nafile olacağına işaret ediyor. Obama, aleyhteki yazılardan biraz etkilense, Erdoğan'a "
Ortadoğu barış sürecinde şahsınızın liderliğinin hayati önem taşıdığını ifade etmek isterim." der mi?
Bir yandan AK Parti'nin
Amerikan kurgusu olduğunu öne sürüp, diğer yandan aynı hareketi "İslamcı" diye Washington'a jurnalleyenlerin görmek istemediğini, Amerikan yönetimi de Türk halkı da Ortadoğu'daki aydınlar da çok iyi görüyor.
Saadet Partisi'nin
İstanbul belediye
başkan adayı Mehmet Bekaroğlu'nun çıkardığı 'Doğudan' dergisinin son sayısı, bölgede etkinliği artan Türkiye'ye ve AK Parti'ye Ortadoğu'nun nasıl baktığını ele almış.
Mısır,
Lübnan,
İran ve Suriye'den görüş belirten aydınların hepsi, Türkiye'nin daha aktif olmasını istiyor ve daha ileri beklentilerini dile getiriyor.
Mesela,
Avrasya uzmanı İranlı Dr. Kaveh Bayat, ülkesinin ABD ile arasındaki sorunun çözümüne Türkiye'den katkı istiyor. Mısırlı Prof. Nadia Mustafa, Arap rejimlerinin
reformu ve bölge dengelerinin düzenlenmesini Türkiye'den bekliyor. Araştırmacı Husan Tumam, Türkiye'nin bölgenin
ekonomik kalkınmasına katkısını ve İran'a karşı
Sünni dünya için denge unsuru olmasını talep ediyor. Lübnan'dan
Muhammed Nureddin, Türkiye'nin çevresine ve tarihine vefalı olmasını, yani bölgeyle yakından ilgilenmesini istiyor. Bölgenin yeni Türkiye'ye bakışı böyle...
Türk halkının mevcut iktidara bakışını ise kamuoyu yoklamalarına yansıyan yüzde 50'yi aşan
destek ve miting meydanlarındaki coşku ortaya koyuyor.
Sahadaki bu objektif şartları değerlendiren her rasyonel aktörün, buna uygun hareket etmesi gayet
doğal. Dolayısıyla ne dün Bush yönetimi, AK Parti'yi kurtlara yedirmezken AK Partici idi; ne de bugün Obama, Gül ve Erdoğan'ı takdir ederken AK Partici. Sadece kendisiyle, tarihiyle, çevresiyle barışmaya başlayan yeni Türkiye'nin ifade ettiği manaya göre davranıyorlar, o kadar. Bizim jurnalcilerin ve onlardan
akıl alan bazı Batılıların anlamadığı veya anlamak istemediği de galiba bu...
ABDULHAMİT BİLİCİ-ZAMAN