Yaşanan süreç, farkında olalım ya da olmayalım toplumun her ferdini bir korku imparatorluğu gibi sardı. Yapılan Hukuksuzluklar ve artık aka ak karaya kara diyemeyişimiz bizlerikısır bir döngü içine soktu. Düşüncelerin özgür olmadığı bir ortamda ne vicdan, ne din, ne de demokrasi özgürlüğü mevcuttur. Konuyla ilgili bir yazı kaleme alan Bugün gazetesi yazarı Nuh Gönültaş 'Hakimler arasında yapılan bir ankete göre Türkiye’de adalete güvensizlik yüzde 70’lere çıkmış' diyerek gelinen vahim noktayı gözler önüne seriyor.
İşte Gönültaş'ın 'Millet olarak ne hale geldik, ‘kral çıplak’ bile diyemiyoruz!' başlıklı yazısı:
"Bugün Türkiye’de ne oluyorsa o olup bitenler bu gezegende herhangi bir yerde olup bitecek en kötü duruma tekabül ediyor;
Nedir bu?
Suçun sıradanlaşmasıdır.
Yani…
- Kralın çıplak…
- Kralın hırsız…
- Kralın arsız…
- Kralın hukuksuz olduğunun söylenemiyor olmasıdır.
Yani…
- Yasalarda belirtilen suçların cezalandırılmasının bir kısım çıkar çevreleri için ortadan kalkmış olmasıdır.
- Mülkün temelinin çürümüş olmasıdır.
Hakimler arasında yapılan bir ankete göre Türkiye’de adalete güvensizlik yüzde 70’lere çıkmış.
Düşünebiliyor musunuz, ülkede adalet dağıtan hakimlerin çoğunluğu bile bu ülkede adalete güvenmiyor.
Adaletin olmadığı yerde neyin olacağını söylemek bile istemiyorum.
Adaletsiz bir toplumun sonunun ne olacağını hem tarih hem tarihçiler söylüyor.
Ülkede işlenen suçlar bizzat iktidar tarafından birer birer örtülüyor, perdeleniyor, kapatılıyor.
Dosyalar yok ediliyor.
Failler aklanıyor.
Suç sıradanlaştı bu topraklarda.
İşte en kötüsü de bu ve toplumumuz adına, geleceğimiz adına endişelenmemiz gereken kırmızı çizgiyi çoktan aştık.
Suç sıradanlaştı bu ülkede.
İstikrar adına desteklediğimiz, güçlendirdiğimiz iktidar suçu sıradanlaştırdı.
Bu anlamda ülkeyi en dip noktaya, en çukur noktaya düşürdüler.
Sadece para ile ilgili, ekonomi ile ilgili suçlar değil, bu iktidar döneminde terör suçları da sıradanlaştı.
Teröristlerin desteklendiği, ülke topraklarının bir kısmının teröristlerin insafına terk edildiği günleri yaşıyoruz.
Buna karşı sesimizi çıkaramıyoruz bile.
Bizim teröristimizin tabii ki sekreteri de olmalı…
Terörist başına bile terörist diyemiyoruz.
Terörist başı hükümetimizin şefkatli kolları altında.
Önce kendisine televizyon verdiler.
Televizyonu verdiklerinde yazdım: “Televizyon yetmez, arkası kesin gelecektir” diye…
Sonra terör örgütünü içeriden yönetebilmesi için iletişim imkanları sağladılar.
Sonra her hafta birkaç gün mutlaka yönettiği siyasi partinin ilgilileri ile grup toplantıları yapmasına izin verdiler.
Oslo’ya götürülüp müzakerelere katıldığı, zaman zaman dışarı çıkarılıp eğlendirildiği de söyleniyor.
Şimdi de yaptığı işler için zatı âlilerine sekretarya temin ediyorlar.
“Adamın talebi haklı” diyorlar.
Sekretarya istemesi haksız bir talep değilmiş.
Doğrudur, adam ülke yönetiyor cezaevinden, müsaade edin bir sekreteri olsun değil mi?
Olsun da sekreterin maaşını hangi kalemden ödeyecekler merak ediyorum.
Cumhurbaşkanlığı örtülü ödeneğinden mi, Başbakanlık örtülü ödeneğinden mi yoksa MİT örtülü ödeneğinden mi?
Normalleşiyoruz işte!
Görüyorsunuz değil mi?..
Ülkemizde suç nasıl da sıradanlaştı.
Kötülük alabildiğine ve pervasızca yapılabiliyor hale geldi.
Şu 17-25 Aralık fezlekeleri…
Dört bakanın istifa etmek, ettirilmek zorunda kaldıkları yolsuzluk, rüşvet, adam kayırma gibi çok önemli suçlara tekabül eden dosyalar…
Ülkemizde her türlü suç ve olumsuzluğa karşı bir normal kabul edilme durumu belirdi.
301 madenci ölünce bunun adı fıtrat oldu.
İnşaat işçileri asansörle yere çakılıp ölünce bu kaza işin doğasından oldu.
Reza Zarrab yaptığı bütün işleri “cari açığı örtmek için” yapıyor, işlediği bütün suçlar yok sayılabiliyor.
Her türlü suçu normal kabul etme dönemindeyiz.
Bir de normalleşemiyoruz demiyorlar mı?
Dilenciler
Bir ülke ne kadar refah içinde olursa olsun yine de o ülkede sokaklarda dilenciler, evsizler, muhtaçlar görülür.
En müreffeh toplumlarda bile sokaklarda dilencilerin olması orada temelde gelir dağılımı ile ilgili bir sorun olduğunu gösterir.
Bir müddetten beri ülkemizde hemen hemen her yerde dilencilerin, muhtaçların, evsizlerin sayısının arttığını gözlüyoruz.
Ülkelerindeki iç savaştan kaçan Suriyeliler’in elbette bu artışta önemli rolü var. Ama dilencilerin sayısal artışında asıl neden bu değil. Asıl neden ülke gelir dağılımındaki bozukluğun büyümesi…
Ülkemizde ağzını açan siyasi yetkililerimiz “Suriyeliler için harcadığımız para” diyor.
Batılı yetkililer Türkiye’nin bu “fedakârlığını” takdir ediyorlar!
Suriye’den Türkiye’ye gelen iki milyona yakın mülteci var ve hükümetimiz bu insanlara yardım ettiği için övünüyor.
“Sınırı açmamız bile başlı başına yardımdır” diyenler var.
İyi de…
Suriye’deki iç savaşa hükümetimizin katkısı düşünüldüğünde bu insanlara yapılan yardımın bunun yanında solda sıfır kaldığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Kim kendi ülkesinden, vatanından, evinden, toprağından kaçıp bir başka ülkede dilenci gibi yaşamaya razı olur ki?
Suriye’de iç savaş olmasaydı Türkiye’nin de 2 milyonluk Suriyeli mülteci sorunu olmayacaktı değil mi?
Suriye’de akan her damla kanda hükümetin büyük vebali olduğunu söylememe de müsaade edin lütfen.
“Hayır, yok öyle değil, bildiğin gibi değil” diyorsanız bu konuyu tartışalım.
Ama ülkesinde iç savaş olan insanların ülkemize sığınanlarına karşılık onlara verilen bir lokma ekmeği, yapılan yardımları başlarına kakmayın.
Çünkü onlar da karşılık olarak bu iç savaşa hükümetinizin katkısının altını çizerse ne diyeceksiniz?
Bu konuda diyebileceğiniz bir şey olacağını sanmıyorum.
Şimdi…
Ülkemizdeki Suriyeliler’in şehirlerimizde hayatta kalmak için dilencilik yapması kendi dilencilerimizin sayısındaki artışı gölgelemesin.
Dün cuma namazı çıkışında gördüğüm manzara beni ürküttü. 7’den 70’e her yaştan onlarca dilenci namazdan çıkanlara “Allah rızası için bir ekmek parası” diye yalvarıyordu.
Eskiden bu kadar değildi cuma namazı çıkışlarında gördüğümüz dilenciler.
Önemli olan ülkede refahın artması değil refahın adil dağılımıdır ve bu hükümet bu açıdan öncekilere göre bir fark ortaya koyamıyor."