Demokratik
açılım konusunda Şam'ın üzerine düşeni yapmaya hazır olduğunu belirten
Esad, sonuçları ne olursa olsun bu girişimlerden
Suriye'nin de etkileneceğini söyledi.
Yarın Ankara'ya gelmesi beklenen Suriye Devlet Başkanı Esad, Şam'da bazı Türk gazetelerinin genel yayın yönetmenlerini ağırladı. Esad, demokratik
açılımın başarıya ulaşması amacıyla,
silah bırakmaları halinde
terör örgütü
PKK'nın Suriye kökenli militanlarını kabul edebileceklerini kaydetti. Esad, yaptığı değerlendirmede şu ifadeleri kullandı: "İster Suriye'de, ister
Türkiye'de olsun birileri terörizmden vazgeçmişse mutlaka onlara sahip çıkmamız, onları kollamamız lazım. Biz 1980'li yıllarda terörü bırakanları kucakladık. Yine kucaklayacağız ve affedeceğiz. Devlet affeder. Çünkü bizim
hedefimiz terörü bitirmektir, intikam almak değil."
İsrail'in yaptığı Türkiye'nin arabuluculuğu olmadan Suriye ile doğrudan görüşme teklifine de değinen Esad, buna sıcak bakmadıklarını dile getirdi. Esad, "Biz Türkiye'nin aracılığında dolaylı görüşmelerin somut bir yerlere varmasını ve doğrudan görüşmelere ancak ondan sonra geçilmesini istiyoruz." dedi.
Devlet Başkanı
Beşşar Esad, Bağdat'ta patlayan bombalar sonrasında gerilen Suriye-
Irak ilişkilerini yoluna koymak için iki
ülke arasında arabuluculuk girişiminde bulunan Ankara'nın çabalarından da takdirle bahsetti.
Suriye Devlet Başkanı Esad, Türkiye ziyareti öncesi Şam'daki Kasır al-Şaab'nda (Halk Sarayı) ağırladığı Türk gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını şöyle
cevaplandırdı:
Irak savaşı sonrası bölgede Suriye ve Türkiye'yi yakından ilgilendiren bir dizi gelişme yaşandı. Bunca gelişmeden sonra, şimdi bölgeyi Suriye açısından daha güvenli buluyor musunuz?
Irak işgali sonrasındaki gelişmelerin olumlu ve olumsuz olmak üzere iki önemli yönü var. Negatif tarafı savaşın sonuçları açısından. Hepimizin bildiği gibi, güvenlik bakımından Irak'taki durum çok kötü. Kargaşa ve
kaos ortamı, her nerede olursa olsun terörizm için uygun bir ortam oluşturur. Terör bu ortamı diğer ülkeleri vurmak için de kullanır.
Savaş sonrasında bölge, bu açıdan eskiye nazaran daha istikrarlı değil. Fakat, biliyorsunuz ki her zaman bir 'fakat' vardır; bu süreçten öğrendiğimiz önemli şeyler de oldu. Öncelikle bu süreçte Türkiye ile Suriye'nin tavrının ve görüşlerinin doğru ve haklı olduğu öğrenildi. Irak savaşı öncesinde başka ülkelerin liderleri gelip bize kendilerince dersler vermeye başlamışlardı. Oysa onlar yanıldı, biz haklı çıktık. Biz başka bir şey daha öğrendik bu arada: Bölge dışından çözüm diye gelen her şey her zaman çözüm değildir. Biz, bu işgalin bir çözüm olmayıp, yıkıcı etkileri olacağını söyledik. Yani şöyle bir ayrım yapmamız lazım: İyi ilişkilerde bulunmakla baş eğmek arasında bir fark olduğunu artık vurgulamamız lazım.
Irak, geçtiğimiz haftalarda Bağdat'ta meydana gelen bombalı saldırılardan Suriye'nin sorumlu olduğunu iddia ediyor. Bu suçlamalara karşı cevabınız nedir? Türkiye'nin iki ülke arasında yürütmekte olduğu arabuluculuk çabalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye'nin arabuluculuk girişimi gerçekten çok hızlı geldi. Bu konuda zamanlama çok önemliydi. Ayrıca Türkiye'nin yaklaşımı çok objektif ve gerçekçiydi. Zaten Türkiye'nin genel yaklaşımı, "Komşular arasında herhangi bir şey olursa beni de etkiler." şeklindedir.
Dışişleri Bakanı Sayın
Ahmet Davutoğlu Şam'a gelmeden önce Sayın Baş
bakan Recep
Tayyip Erdoğan beni aradı ve ben hemen bu girişim teklifine olumlu bir cevap verdim ve Türkiye'nin arabuluculuğunu destekledim. Önümüzdeki birkaç gün içerisinde (yarın) de bu soruna dair Türkiye'de bir toplantı yapacağız.
Ama Bağdat'taki patlamadan Suriye sorumlu tutuldu. Irak sizi suçladı. Ne oldu gerçekten orada?
Bu iddialara biz de çok şaşırdık. Çünkü iki gün önce Maliki (Irak
Başbakanı
Nuri El Maliki) ile stratejik
işbirliği anlaşması imzalamıştık. Öte yandan, biz bir yandan 1,5 milyonluk Iraklı mülteciyi barındırırken, bir yandan da Iraklıları öldürmekle suçlanıyoruz. "Baasçı muhalifler Suriye tarafından destekleniyor." diye iddialar var. Böyle bir şey mantıklı olamaz. Sorun içeride. Irak'ta bir çekişme ve çatışma ortamı var; ama bunun sorumluluğunu dışarıda arıyorlar ve bizi suçluyorlar. 2004'ten beri sürekli olarak "Ülkenizde Irak muhalefetinden kimler varsa onları bize verin." talebiyle geliyorlar. Bize verdikleri isimlerin iddia edilen suçlarına dair herhangi bir
delil ise sunmuyorlar. "Delil verin istediğinizi yapalım." diyoruz; ama şu ana kadar bir delil gösterebilmiş değiller.
Irak hükümetiyle ortak kabine toplantısı yapmaya hazırlanan Türkiye, benzer toplantıyı Suriye ile de yapabileceğini açıkladı. Suriye'nin bu tür bir işbirliğine yaklaşımı nasıldır?
Türkiye ziyaretim sırasında bu konuyu da açıklığa kavuşturacağız. Zaten Suriye ile Irak arasında da benzer bir mekanizma var. Görüşümüz iki komşu ülke arasındaki herhangi bir iyi ilişkinin diğer tüm komşulara da iyi geleceği yönündedir. Örneğin şayet Irak'la iyi bir ilişkisi olmasaydı Türkiye, Irak'ın bizimle herhangi bir sorunu çıktığında nasıl bir girişimde bulunacak, bize nasıl yardımcı olacaktı? Onun için ikili ilişkiler ne kadar yüksek düzeye çıkarılırsa bu, tüm bölge ülkeleri için faydalı olacaktır.
Türkiye, şu günlerde Ermenistan sınırının açılması ve Kürtlere yönelik açılım yapmakta. Belki Ermeni açılımı sizi çok ilgilendirmiyordur; ama Kürt açılımı Suriye'yi nasıl etkiler? Bu açılımları Suriye penceresinden nasıl görüyorsunuz?
Şaşıracaksınız belki; ama Ermeni açılımı da bizi yakından ilgilendiriyor. Üstelik bu ilgi yalnızca Suriye'de yaşayan Ermeni azınlığı ilgilendiren bir konu olduğu için de değil. İki ülke arasındaki ilişkiler rahatlarsa çevredeki ülkelerin de rahatlayacağını düşünüyoruz. Onun için bizim daha fazla çözümlere ve açılımlara ihtiyacımız var. Mesela uluslararası ticaret sadece iki ülke arasında olmuyor. Pek çok yakın ülkeye ihtiyaç duyuyor.
Kürt açılımı konusunda ise Türk hükümetinden bize henüz resmî bir bilgi ulaşmadı. Ancak basına yansıdığı kadar konuyu öğrenmeye çalışıyoruz. Kabaca değerlendirecek olursam, her açılımın onlarca adımları ve onlarca doğruları olabilir. Sonuçta işler ters de gidebilir. Ama bizim için önemli olan bu çözümün çerçevesi nedir? Çözüm çerçevesi ulusal mı, ırkçı/etnik mi bu çok önemli. İster ulusal, ister etnik olsun önemli olan bu çözümün ülke bütünlüğüne nasıl faydalı olacağıdır. Bir de çözümün çerçevesi belirlense bile bunun icrası çok zaman ister. Yine, açılım yaparken ülkenin çevresindeki olayları da hesaba katmanız gerekiyor. Bence her ne konuda olursa olsun herhangi bir açılım olumludur. Fakat söz konusu açılım bahsettiğim bu çerçevenin içindeyse.
Sizce bu açılım ülkenin bölünmesiyle sonuçlanabilir mi? Böyle arzu edilmeyen bir durum Suriye'yi nasıl etkiler?
Şimdi bu açılımı önce bir hedef olarak mı, yoksa bir
araç olarak mı görüyoruz? Bir hedef ise o zaman hayata geçirilemeyebilir. Bana göre açılım bir hedef değil, bir araçtır. Asıl hedef ise ülkenin istikrarı ve gelişmesidir. Siyasal açıdan bölünmeye gelince bu olabilecek en büyük günahlardan, en büyük kötülüklerden biridir. Ne yaparsan yap ülkenin birliği, bölünmezliği, bütünlüğü en önemli hedef olmalıdır. Siyasal birlik, coğrafi bütünlük en önemli konulardır. Tabii tüm bunların yanında yapacağınız açılımın zamanlaması da çok önemlidir. Türkiye'nin iç işlerini bilmediğim için zamanlaması iyi midir, kötü müdür bir şey diyemeyeceğim. Fakat, her halükârda biz Türkiye'de yaşananlardan etkileneceğiz. Onu, için biz sürecin hep istikarara doğru gitmesini arzu ediyoruz.
DEMOKRATİK AÇILIMI ERDOĞAN'LA GÖRÜŞECEĞİM
Davutoğlu'nun Şam ziyareti sırasında hiç bu konular gündeme geldi mi? Bunları konuştunuz mu?
Bu konuyu çarşamba günü (yarın) Sayın Erdoğan ile görüşeceğim.
Bu konunun Suriye'yi de ilgilendiren bir teknik boyutu var. Terör örgütü PKK'nın Suriyeli üyelerinin Suriye'de vatandaşlıkları olmadığı için muhtemel bir silah bırakma durumunda statülerinin ne olacağı konusunun belirsiz olduğu, bunun da Türkiye'nin Kürt açılımını zorlaştıran bir faktör olduğu söyleniyor. Suriye, bu konuda ne düşünüyor? Suriye'nin Türkiye'nin Kürt açılımına bu açıdan herhangi bir katkısı olabilir mi?
İster Suriye'de, ister Türkiye'de olsun birileri terörizmden vazgeçmişse mutlaka onlara sahip çıkmamız, onları kollamamız lazım. Biz 1980'lerd
e devlet olarak, terörü bırakanı kucakladık. Yine kucaklayacağız ve affedeceğiz. Devlet affeder. Çünkü bizim hedefimiz terörü bitirmektir, intikam almak değil.
Yani, istihbarat raporlarına göre PKK saflarında bulunan bin 500 Suriyeliyi vatandaşlığa kabul edecek misiniz?
Burada mutlaka kabul etmemiz lazım. PKK, zaten üç komşu ülkeyi de ilgilendiren bir konu. Bu sorunun çözümü mutlaka bu ülkeler arasında görüşülmeli. Sayın
Abdullah Gül, Suriye'ye geldiğinde bu görüşümüzden kendisine bahsetmiştik. O zaman da dedim ki, biz
Amerikan yöntemiyle, yani sadece teröristi avlamak suretiyle, terörizmi çözemeyiz. Çünkü yok ettiğin teröristin yerine bir başkası gelir. Onun için kapsamlı bir çözüm olması lazım. Teröre neden olan olguların iyi değerlendirilmesi,
analiz edilmesi lazım. Bu sorunu ortaklaşa nasıl çözebileceğimiz üzerinde durulması lazım. Çünkü hem Suriye, hem Türkiye, hem de Irak'ta ortak etkenler var. Bu konu üzerinde hem güvenlik, hem de siyasi alandaki işbirliğimizi nasıl geliştirebiliriz onun yollarına bakmalıyız. Biz Suriye olarak her zaman böyle bir güvenlik işbirliğinin gerekliliği üzerinde durduk.
Döneminizde iki ülke arasındaki ilişkiler büyük gelişme gösterdi. Bu ilişkileri hangi gelişme kıvılcımlandırdı? İkili ilişkiler ekonomik alanda arzulanan daha ileri seviyeye nasıl götürülebilir?
İlk kıvılcım Sayın
Ahmed Necdet Sezer'in 2000'de
Hafız Esad'in cenaze töreni için Şam'a ziyarette bulunmasıyla başladı. Daha sonra Sayın Gül, başbakan sıfatıyla Şam'a geldi. Bunu, benim 2004'teki Türkiye ziyaretim takip etti. Doğal olarak iki ülke arasındaki siyasi ilişkiler çok daha hızlı gelişebilir. Ekonomik ilişkilerin gelişmesi ise daha fazla zaman alır. Siyasi ilişkilerdeki gelişmeyi
bürokrasi engelleyemez, çünkü bunun arkasında güçlü bir siyasal irade vardır. Ancak bu iradenin ekonomiye yansıması zaman alıyor.
Maalesef
özelleştirme ihalelerinde bile zaman zaman birtakım sorunlar olabilir. Ama işadamlarına tavsiyem sadece bugünkü mevcut duruma bakarak değerlendirme yapmamalarıdır. Bugün ülkemizde yatırım için adımını atan bir
işadamı önümüzdeki dönemde kendisini daha avantajlı bir konumda bulacağının bilincinde olmalı. Çok kısa sürede Türkiye-Suriye arasında 2 milyar doları aşan bir ticaret hacmine ulaşmış durumdayız. Şu andaki hedefimiz ise 5 milyar dolar. Bence iyi yoldayız. Hızlı gidiyoruz; ama belki çok çok daha hızlı gitmeliyiz.
Bu arada, Türkiye'nin sınır aşan suları konusunda talepleriniz karşılanabiliyor mu? İyi komşuluk ilişkileri bu konuya da hakim hale gelebildi mi?
Bir önceki kış Başbakan Erdoğan beni aradı. Türkiye'nin güneydoğusunda kuraklık olduğunu söyledi. Ürdün'den gelip bizim topraklarımız üzerinden Türkiye'nin
Hatay vilayetine geçen Asi nehrinden akan suyun artırılmasını istedi. Bizim de su sorunumuz olduğu halde ben Türkiye'ye verilen suyun artırılması talimatı verdim. Geçtiğimiz dönemde Türkiye,
Fırat ve
Dicle konusundaki taahhütlerinin tamamını yerine getirdi. Ancak, bu sene taahhütlerinin bir kısmını yerine getirmedi, bazı yatırımlardan dolayı az su bırakıldı bize. Ancak, Sayın Başbakan şu ana kadar verilmeyen suyun da önümüzdeki dönemde bize verileceğini söyledi. Dicle konusunda da Irak, Suriye ve Türkiye bir uzlaşmaya vardı. Ortak bir
komisyon kurularak su konusunda da ilişkiler çok iyi bir noktaya getirildi.
Bush döneminde Suriye ile ABD arasındaki ilişkiler çok gerilimliydi. Obama'nın seçilmesinden sonra ABD'nin Ortadoğu'ya ve Suriye'ye yönelik politikalarında bir değişiklik görüyor musunuz?
Genel politik çerçeve açısından baktığımızda henüz pratikte olumlu bir gelişme göremiyoruz. Değişen bir şey varsa, o da var olan sorunlara yaklaşımlardaki farklılık. Bize artık ABD tarafından dikte ettirilmeye çalışılan bir politika bulunmuyor. Ne düşündüğümüze dair artık bizi dinlemeye daha hazır bir ABD var karşımızda. ABD'de şöyle bir kanaat vardı eksiden, "Ortadoğu'daki sorunları Amerika'daki think tank kuruluşları çözer." Oysa şimdi bu sorunların ancak bölge ülkeleriyle çözülebileceğine dair bir anlayış yerleşiyor. Somut örnek vermek gerekirse, Bush yönetiminden farklı olarak Türkiye'nin bölgedeki arabuluculuk çabalarına çok sıcak bakan bir Amerikan yönetimi var bugün. Ama sorunlara çözüm açısından ABD yönetiminin bakış açısı henüz çok net değil. Gerçi bölgede "kapsamlı barış" gibi bazı genel şeyler duyuyoruz. Kapsamlı deyince
Filistin, İsrail,
Lübnan ve Suriye'nin hepsini kapsıyor. Bush zamanında böyle bir şey yoktu. Bu ana başlığın altını doldurması gerekiyor. Obama'nın göreve gelişinin üzerinden 9 ay geçti, ki bu 4 yıllık
görev süresi içinde önemli bir süredir. Özetle şöyle diyebilirim: Niyet var ama sonuçlarını da görmemiz gerekiyor.
Nükleer silaha karşıyız İran da peşinde değil
ABD ya da İsrail'in İran'a karşı muhtemel saldırısı sizin için hâlâ güncel bir sorun mu? Nasıl değerlendiriyorsunuz?
İran'a saldırı olursa bölge onlarca yıl sürecek çok kritik bir sürece girecektir. Bu durumdan senelerce çıkmak mümkün olmayacaktır. Böyle bir saldırı Ortadoğu'ya bir istikrar getirmeyeceği gibi, bu saldırının bedelini bu bölge ile birlikte tüm dünya ödeyecektir.
Suriye, İran'ın nükleer çabalarına nasıl bakıyor? Bir tehdit olarak mı görüyor? Malumunuz Türkiye son haberlere göre 7,8 milyar dolarlık patriot füzeleri alarak İran'ın muhtemel tehdidine karşı güvenlik donanımını tamamlamaya çalışıyor. Suriye'nin de böyle endişeleri var mı?
Şimdi burada İran'ın kime karşı silah kullanacağı sorusu önemli. Bu silahları Türkiye'ye karşı kulla-nabilir mi? Sanmam. İsrail'e karşı kullanabilir mi? Onu da sanmam. Çünkü İsrail ve çevresinde İsrailliden çok Arap yaşıyor.
Nükleer silahlara kullanmak üzere sahip olunmuyor, caydırıcılığından faydalanmak üzere arzulanıyor. Önümüzde
Pakistan ve
Hindistan gibi bir örnek var. Nükleer silah sahibi olduktan sonra daha barışçıl oldular. Ayrıca İran'ın nükleer silah peşinde olduğunu da düşünmüyorum. Ama biz, hangi ülke olursa olsun nükleer silah sahibi olmasına karşıyız. Bu konuda BM
Güvenlik Konseyi'ne verdiğimiz bir karar tasarısı da mevcuttur.
Suriye-İsrail arasında Türkiye'nin rolü temel
Suriye-İsrail ilişkileri konusunda Türkiye'nin arabuluculuğu yeniden söz konusu mu?
Türkiye'nin rolü çok temel bir rol. Bunun pek çok nedeni var. Çünkü, bu coğrafyanın bir ülkesi olarak Türkiye başka ülkelere nazaran bu coğrafyanın her şeyiyle daha yakından ilgileniyor. Türkiye hem sorunların çözümüne yönelik çabalarda, hem de sorunlara yol açan engellerin aşılmasında son derece becerikli bir ülke. İkincisi, Suriye-Türkiye arasında hem siyasal düzeyde, hem de
halklar arasında mutlak bir güven var ve buna biz çok önem veriyoruz. Hiçbir konuda bir güvensizliğimiz söz konusu değil. Ayrıca, Türkiye 8 ay gibi çok kısa bir sürede arabuluculuk konusunda ne kadar yetenekli ve akılcı olduğunu da kanıtlamıştır. Oysa, Türkiye Arap sorunu konusunda ilk kez böyle bir girişimde bulunuyordu.
İsrail'in doğrudan görüşme isteğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu teklife olumlu bakıyor musunuz?
1990'lı yıllarda İsrail'le doğrudan görüşmelerimiz vardı. Ama somut konular üzerinden görüşemiyorduk. Ana başlıklar vardı; ama ara başlıklar yoktu, yani altı boştu. Belirsizlikler vardı. Bu detayların doldurulmasında başarısız olunduğu için 1990'lardaki görüşmeler de başarısız oldu. Türkiye'nin arabuluculuğu ile görüşmeleri başlattığımızda detaylar üzerinde görüşmeye de başladık. Somut bir noktaya vardığımızda doğrudan görüşmelere de başlayabilecektik. Bu nedenle biz hep Türkiye aracılığıyla dolaylı görüşmelerin bir yerlere varmasını ve doğrudan görüşmelere ondan sonra geçilmesini istedik.
Bu söylediklerinizi İsrail'le doğrudan görüşme teklifine net bir "hayır" şeklinde mi anlamalıyız?
Evet, görüşmeler doğru ve sağlam bir temele ulaşmadan cevabımız hayırdır.
ZAMAN