Bugün gazetesi yazarı Nazlı Ilıcak, Başbakan Erdoğan'ın kullandığı "Sürüngen... Seviyesiz... Basit... Güya kadın... Paranın, şöhretin karşısında diz çöken kişi... Suratlarına tükürülecek insanlar..." tarzı söylemlerin apaçık nefret suçu olduğunu söyleyip örneklemeler yaparak eleştirdi. Bu doğrultuda, Kızılay İstanbul İl Başkanı İlhami Yıldırım'ın vatandaşa “eşek” diyerek hakaret etmesine tepki göstererek Ilıcak, "Boşuna balık baştan kokar dememişler. Gerçekten at, sahibine göre kişniyor." şeklinde göndermede bulundu.
"Önce grup toplantısında konuştu; hedefinde Yılmaz Özdil vardı: “Neymiş? Sadece zeybek oynarken diz çökermiş! Şimdi ben diyorum ki önce sen patronunun önünde diz çöktüğünü söyle. Paranın önünde, şöhretin, basitliğin, seviyesizliğin önünde nasıl diz çöktüğünü söyle. Sadece zeybek oynarken diz çökermiş! Sürüngen sürüngendir, ayağa kalkamaz ki.”
Daha sonra Genişletilmiş İl Başkanları toplantısında, “İhmal yüzünden öldüler” anlamında bir cümle kullanan Yazgülü Aldoğan’a demediğini bırakmadı: “Şuna bak; güya kadın. Ne şehittir ne gazi; Niyazi diyor. Hani kadın dernekleri? Neden burada ayağa kalkıp bunların yüzüne tükürmüyorsunuz? 301 şehidimize bu hakareti yapanlar, bu ülkede 77 milyonun yüzüne tükürmesi gereken insanlardır. Bu iş o kadar ucuz değil.”
Bundan âlâ nefret söylemi olur mu? Sürüngen... Seviyesiz... Basit... Güya kadın... Paranın, şöhretin karşısında diz çöken kişi... Suratlarına tükürülecek insanlar... Türk Ceza Kanunu’nun 216’ncı maddesinde tarif edilen “halkın bir bölümünü, diğerine karşı kin ve düşmanlığa sevk etmek” hali. Özellikle Başbakan’ın ağzından çıkınca, bu direktifi dinleyecek yandaşlar bulmak daha kolay olur. Ama Erdoğan, sık sık halkı birbirine kırdıran, kutuplaştırıcı bir dil kullandığının galiba farkında değil. Çünkü diyor ki: “Nefret söyleminin karşısında duracağız.”
Oysa sadece hedefe koyduğu gazeteciler, bu ayırımcı, tahrik ve tehdit eden sözlerin mağduru değil. 14 yaşında hayatını kaybeden Berkin Elvan’ın acılı ailesi bile meydanda yuhalatıldı. Okmeydanı’nda, boğazından aldığı kurşunla ölen Uğur Kurt için, canlara yönelik tek bir başsağlığı mesajı yok. Cemevinden yapılan açıklamada da Aleviler “Başbakan bizi sevmiyor” dendiğine göre, belli ki muhataplarından böyle bir izlenim alıyorlar.
Bu gergin hava bazı AK Parti sempatizanlarına da yansıyor. Twitter’da ağır küfürler halinde izlerini görüyoruz. Son olarak, Kızılay İstanbul İl Başkanı İlhami Yıldırım, vatandaşa “eşek” dedi: “Ya bu ülkede eşek gibi sessizce yaşayacaksınız ya da defolup gideceksiniz. Sizlere her kim destek oluyor, yüz veriyorsa o da şerefsizdir.” Lâfı, Okmeydanı’ndaki göstericilere; polisin orantısız güç kullanmasına karşı çıkıp, cemevine düşen kurşunu protesto edenlere.
Boşuna balık baştan kokar dememişler. Gerçekten at, sahibine göre kişniyor.
“Millete, erbab-ı mansuptan biri “eşşek” demiş/Reddedilmez böyle bir söz amma ki pek can sıkar.../Olsa da millet eşek, eşek diyen bilmez mi ki/Sadrazamlarla valiler de milletten çıkar.” (Şair Eşref)
CADI AVI UYARLAMASI
Türkiye’de bir cadı avı yürütülüyor. 21 Mayıs 2014 tarihli yazımda, bir Cizvit papazına atıf yaparak, cadıların nasıl tespit edildiğine dair kuralları anlatmıştım: "Deli bir adamın, abuk sabuk sözleri bir kadını hedef alıyorsa, kadının başı dertte demektir. Gene de kanıt (!) aranır. Kadın kötü bir hayat sürdüyse, zaten suçlu sayılmalıdır. İyi ve dürüst bir hayatı olduysa, aynı ölçüde suçludur; zira cadılar gerçek yönlerini saklayıp, özellikle faziletli görünmeye çalışır. Dolayısıyla, kadına cadı damgası vurulur ve hapsedilir. Eğer korkuyorsa, bu ilâve bir delildir. Suçlu olan korkar. Masumiyetine güvenip korkmuyorsa, bu da kesin kanıttır. Çünkü cadılar hep masummuş gibi davranıp cesur bir tavır takınır. Kim cadıyı savunmaya kalkarsa, o da cadı muamelesi görür...”
Twitter’da bir takipçim, tavsiyeleri günümüze uyarlamış. Şöyle diyor: “Ortaçağ’da olduğu gibi günümüzde de cadı avı, mutlaka deliller (!) üzerinden yürümektedir:
Tespit 1: Efendim bu hâkim çok çalışkan, bu polis çok başarılı, hiçbir disiplin cezası almamış.
Hüküm: Kesinlikle paraleldir; çünkü onlar çok çalışkan ve başarılı.
Tespit 2: Cezalandırdıklarımız alkol kullanıyor.
Hüküm: Kesinlikle paraleldir; alkolü takiye yapmak için alıyordur.”
Gerisini de ben tamamlayayım:
*Tespit 3: Peşine düştüğümüz bu polis ve yargı mensupları, çekinmeden bildiklerinde ısrar ediyorlar...
Hüküm: İşte paralel olduklarının bir delili daha. Zira onlar, arkalarını Pensilvanya’ya dayıyor, bu yüzden korkmuyor.
*Tespit 4: Görevden aldıklarımız endişe ve panik içinde...
Hüküm: Demek, bu kişiler paralel örgüt mensubu. Aksi takdirde korkarlar mıydı?
Cadı avı işte böyle bir şey.
Başbakanlık kimin hakkı?
Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanlığına aday olduğu takdirde, başbakanlıktan ayrılması gerekmez mi? Belediye başkanlığına aday olanlar bakanlıktan istifa etmişlerdi. Bu ilkeden yola çıkarsak, zorunlu olmasa dahi, adil bir seçim adına, Erdoğan’ın makamından ayrılması icap ediyor. Nedense, bu meselenin üzerinde pek fazla durulmuyor.
Eğer Başbakanlık’tan ayrılırsa, geçici süre birinin bu koltuğu doldurması lazım. Gazetelerde Tayyip Erdoğan’ın Ahmet Davutoğlu’nu istediğini, Abdullah Gül’ün ise “Bu görev öncelikle Bülent Arınç’a düşer” dediğini okuduk.
Bence tartışmasız bir şekilde Bülent Arınç başbakanlık koltuğuna oturmalı ve Erdoğan, seçilmeyi beklemeden, aday olur olmaz istifa etmeli. Unutmayalım ki, cumhurbaşkanlığı siyaset dışı bir makam. Tıpkı belediye başkanlığı gibi. O görevin icabı yerine getirilmeli.