Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi ‘Âhirete Kuru Kuruya İnanmak’ başlıklı yazısında, çıkan rüşvet iddialarında ismi geçen kişilere göndermede bulunarak, "Hem âhirete, hesaba, kitaba, Cennete ve Cehenneme iman etmiş, hem de haram rantlarla efsanevî servetler edinmiş… Bu iki şey bir arada olur mu?" diye soruyor.
İşte Mehmet Şevket Eygi'nin Milli gazetedeki o yazısı:
"Âhirete Kuru Kuruya İnanmak"
Allahü Teâlâ Kur’an’da bildirmiş, Resulü Muhbir-i Sâdık Muhammed Mustafa (Salat ve selam olsun ona) haber vermiş, on dört asırdır gelip geçen âlimler, sâlihler, bilgeler uyarmış; bu dünya hayatından sonra âhiret denilen bir âlem vardır. Ölümle varlık bitmez, ölen kişi bir âlemden ötekine geçer. Berzah âleminde saadet veya azap vardır. Kıyamet koptuktan sonra insanlar tekrar diriltilecektir. Ulu ve âdil bir Mahkeme-i Kübra’da hesap vereceklerdir. Cennet ve Cehennem vardır. Mü’minler için ebedî mutluluk ve müşrikler kâfirler için ebedî azap vardır.
Her Müslümanda âhiret, hesap kitap, Cennet Cehennem, azab saadet inancı, kavramı bulunmalıdır.
Müslüman bu inancı bir an bile hatırından çıkartmamalıdır.
Dünyada sapıklıklardın, kötülüklerin, zulümlerin azalması için âhiret inancının canlı olması gerekir.
Âhirete kuru kuruya inandım diyor ama İslam’ın, Kur’an’ın, Şeriatın yasakladığı her kötülüğü yapıyor, her haltı yiyor. Onun âhiret inancı kalpte değil, laftadır. Yürekten inansaydı bu kadar kötülük yapamaz, isyan edemezdi.
Âhirete inanan ve iyi din eğitimi görmüş bir Müslüman burnunu sildiği kağıt mendili yola atmaz.
Doyduktan sonra yemeye devam etmez.
Başkasının karısına, kızına, eşine şehvetle bakmaz.
Zina etmez… Riba yemez… Haram gelir elde etmez…
Gurura, kibre kapılmaz; benliğinin esiri olmaz, yularını şeytanın eline vermez.
Âhirete inanan kimse insanların kurdu olmaz, meleği olur.
Şu rüşvet alan sözde Müslümanlara bakınız, onlar âhirete yürekten inansalardı hiç rüşvet alırlar mıydı?
Hem âhirete, hesaba kitaba, Cennete ve Cehenneme iman etmiş, hem de haram rantlarla efsanevî servetler edinmiş… Bu iki şey bir arada olur mu?
Akıllı birine şöyle bir teklif yapsalar:
On adet külçe altın var, her biri onar kilodan yekûnu yüz kilo.
Bunları sana vereceğiz ama bir kusurları var. Hepsinde ağır ve çok tehlikeli miktarda radyasyon bulunuyor…
Akıllı adam hiç bunları alır mı? Radyasyon lafını duyar duymaz kaçar oradan.
İşte haram gelirler, haram servetler böyledir.
Riba kazançları böyledir.
Rüşvetle oluşan zenginlikler böyledir.
Zulüm ve sömürü ile elde edilen kazançlar hep böyledir.
Âhirete iman eden Müslüman bunlara yaklaşmaz, bunlardan kaçar.
İslam’da kul hakkı kavramı, konusu vardır. Kul hakkı çok ağır bir yüktür ve âhirete iman eden Müslüman bu hakların altında kalmamak için çok dikkat eder.
İslam’da kesin helaller ve kesin haramlar vardır. Bir de şüpheliler vardır. Mü’min bu şüphelilerden uzak durur.
Dinimiz bize “Helalin hesabı, haramın azabı vardır” diyor.
Mahkeme-i Kübrada, boynuzsuz koyunun hakkı, boynuzlu koyundan alınacaktır.
Soma maden faciasında 300 küsur madenci vatandaşımızı ihmal yüzünden kaybettik. Gerekli güvenlik tedbirleri alınsaydı, kanun ve nizamlara uyulsaydı, teftişler doğru dürüst yapılsaydı, 300 değil, beş kişi ölecekti. İşte bu ihmaller yarın âhirette Mahkeme-i Kübrada sorulacaktır.
Gözleri haram para ve kazanç hırsıyla dönmüş kuduz rantçıları dünya adaleti cezalandırıyor mu? Onları engelliyor mu?...
Yarın Ulu Mahkemede hepsi muhakeme edilip cezalandırılacaktır.
İslam bize haber veriyor: Allahü Teala dilerse kendi hukukunu afveder ama kul hakkını afvetmez, üzerinde kul hakkı olanların gidip helallik alması gerekir…
Birinin senin üzerinde hakkı kalmış, o ölmüş, varislerini de bilmiyorsun, ne yapacaksın? Kaç lira ise âdilâne hesaplayıp o zat adına, hakkeden gerçek fakirlere yardım edeceksin.
Arabanı park ederken yandaki otomobile çarptın, ne yapacaksın?.. Hemen onun camına kartını koyacak, özür dilerim bir hata yaptım, görüşelim, zararınızı ödeyeyim, beni afvediniz diye yazacaksın.
Hakikî mü’min hüsn-i hâtime korkusuyla tirtir titreyen kimsedir.
Nice mü’min var ki, hayatı boyunca bir kere bile hüsn-i hâtime korkusuyla huzursuz olmuyor.
Diyanet İşleri Başkanlığının, camilere kadınlarla doldurmak gibi aykırı faaliyetleri, bid’atleri bırakıp on milyonlarca halka Ehl-i Sünnet ve Cemaat ilmihalini, bu arada âhiret inancının teferruatını, yüreklerde devamlı kalacak şekilde öğretmesi gerekir. Âhirete olan inancını diri tutmaz; Mahkeme-i Kübra, hesap kitap, Cennet Cehennem, saadet ve azab, kul hakkı, haram helal kavramlarının şuuruna sahip olmazsak, ne ferden, ne de Müslüman halk olarak ıslah olabiliriz.
Bendeniz bir Müslümanım. Seher vaktinde ezan okunmaya başladı. Allaha itaatkâr isem, O’ndan korkuyorsam, Peygamberin sadık ve vefalı bir bağlısı isem, iyi bir Müslüman olmak istiyorsam ne yapacağım, kalkıp abdest alıp namaz kılacağım. Hem, öyle evde münferiden değil. Şeriatın listesini verdiği yirmi küsur geçerli mazeretim yoksa camiye gideceğim ve cemaate katılacağım… Her imamın ardında namaz kılınmazmış… Eyvallah, ardında namaz kılınabilecek salih ve düzgün bir imam bulacağım, onun camiine gideceğim.
Çünkü mü’min bir kimseden âhirette sorulacak ilk hesap namaz hesabıdır. Kıldın mı? Doğru dürüst kıldın mı?.. Hür ve mukim bir erkeksen, farzları cemaatle kıldın mı?
Şaşıyorum, İslamcılar bu gibi konular üzerinde niçin durmuyor?
IŞİD Bağdadı alacak mı?.. Herkes bunu konuşuyor. Peki âhirette hesabı sorulacak önemli ve hayatî konuları niçin dile getirmiyoruz?