Uzun yıllar görev yaptığım için, hadisenin geçtiği üniversiteyi yakından biliyorum.
Gazi Üniversitesi bünyesinde, geçtiğimiz çarşamba günü
Deprem Araştırma ve Uygulama Merkezi açılıyor.
Mutat olunduğu üzere açılışta
içki servisi yapılıyor. Ancak çarşamba gününün mutat dışı bir özelliği var: Mevlid Kandili'ne tesadüf ediyor. Bir grup
ülkücü genç durumu
protesto ediyor ve güvenlik güçlerinin müdahale ettiği hafif bir gerginlik yaşanıyor. Bir öğrenci durumu "
Müslüman mahallesinde
salyangoz satmak" olarak özetliyor. Mevlid Kandili'nde içki servisini "saygısızlık" olarak gördüklerini söylüyor. Organizasyonun sorumlusu olan Rektör Yardımcısı Profesör Pampal,
Yargıtay Başsavcısı'nın
şapka çıkartacağı cinsten "laik" bir karşılık veriyor ve "Kandile özellikle denk getirmedik ama denk de gelebilir. İsteyen
alkol alır, istemeyen almaz. İbadet etmek isteyen kokteyle katılmaz. Bizim ne yapacağımıza öğrenciler karar veremez. İnsanların
özel hayatını onlar düzenleyemez" karşılığını veriyor.
"İnsanların özel hayatını onlar düzenleyemez" itirazı önemli. İyi de, kamusal bir mekânda, kamusal bir aktivitenin içinde "şerefe" diye yukarıya kaldırdığınız içki kadehi özel hayatınıza ne ölçüde dahil olabilir? Üstelik durumu protesto eden öğrenciler, ikram edilen içkilerin parasının öğrenci harçlarından karşılandığını belirtiyorlar. Doğru mu? Bu içkilerin parası elbette birilerinin cebinden çıkmıyor. Döner
sermaye gibi, öğrenci katkı paylarından veya üniversiteden
hizmet alanların ödedikleri paralardan çıkıyor.
Kamu kaynakları ile "özel hayat" olur mu? Hangisi doğru?
Başsavcı'nın iddianamesini, doğru ile yanlışı ayırt etmek için bir ölçü olarak alırsak varacağımız sonuç şu olacak: Mevlid Kandili'nde bir açılış kokteylinde içki içmek "laik
yaşam biçimi"nin gereğidir. Aksi takdirde
toplumsal hayatta dinî kuralların
egemen olduğu sonucu çıkar ki, bu durum laikliğe aykırıdır. Nitekim iddianamede; "Halk sağlığı ve gençliğin korunması bahane edilerek, adeta şer'i nizam uygulanırcasına alkollü içki
satış ve
tüketim alanlarının daraltılması ve giderek yasaklanması" suçu
kapatma gerekçeleri arasında zikredilmektedir.
Peki, kamu kaynaklarını kullanarak kamusal bir mekânda
dindar insanların rencide edilmesi laikliğin gereği ise,
Gazi Üniversitesi'nde yaşanan olayın benzeri gerginliklerden toplum nasıl korunacak?
Karşımızda bir anayasal prensibin var oluş gerekçesi ile, amacından çok uzak kullanılması arasındaki derin
uçurum duruyor. Neyin laikliğe uygun, neyin
laiklik karşıtı bir durum olduğunu anlayabilmek için gerçek hayata bakmamız yeterli. Ne kadar iddia edilirse edilsin laiklik dendiğinde karşımızda kutsal bir prensip değil, akla uygun bir toplum düzeni gelmeli. Akıl, toplumu barış içinde yaşatacak bir genel çerçeve oluşturmaya çalışıyor. Devleti dinler karşısında tarafsızlaştırarak, dinî
inanç farklılıklarından kaynaklanan çatışmaları önlüyor ve bu prensibe laiklik adını veriyor.
Başsavcı ise iddianamede sayfalar boyu farklı bir muhakemeyi yürüterek laikliği "modernleşme felsefesi, insanca yaşama yöntemi ve insanlık ideali" gibi ne anlama geldiği konusunda yüzlerce farklı görüşün birbiriyle cenk edeceği bir alana taşıyor. Kısaca laikliği, toplumsal barışı sağlayan bir prensip olmaktan çıkartıp, bir
kavga vesilesine dönüştürüyor.
İddianameden bir başka laiklik tanımı: "Çağdaşlaşmayı hızlandıran ve Türk Devrimi'nin kaynağı olan laiklik ilkesi toplumun
akıl ve bilim dışı düşüncelerle yargılardan uzak kalmasını amaçlar". Vahye dayanan bütün dinler "akıl ve bilim dışı düşünceler" olduğuna göre bu cümleden çıkacak tek sonuç, laikliğin amacının toplumu dinden uzak tutmak olduğudur.
Bu yaklaşım toplumsal barışın değil, bitip tükenmeyecek kavgaların ve devleti kargaşaya sürükleyecek kaynayan bir kazanın ateşi olabilir.
Halbuki bilimin deryasına dalmaya gerek yok, akla uygun basit bir muhakeme bile bize, Mevlid Kandili'nde kamu mekânında kamu kaynakları ile içki servisi yapılmasının toplumsal barışa, yani laikliğe aykırı olduğunu bize gösteriyor.
MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE- ZAMAN