Merhum Özal'ın otopsi raporunun perde arkası ortaya çıktı

Adli Tıp Kurumu’nun merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’la ilgili verdiği, ‘Zehir var, zehirlenme yok’ raporunun nasıl yazıldığı ortaya çıktı.

Merhum Özal'ın otopsi raporunun perde arkası ortaya çıktı

Büyük tartışmalara yol açan raporun ayrıntılarını sürecin içinde yer alan bir adli tıp uzmanı anlattı. Buna göre, ilk incelemede Özal’ın zehirlendiği tespit edildi. Ancak toplantılara birçok kurul üyesi çağrılmadı. Rapor tamamlandıktan sonra üyelerden imza istendi. Uzman, “Üyelerin çoğunun özet raporu okumadığını düşünüyorum. Raporun içinde bütünlük yoktu, bilgiler çelişiyordu, bazı zehirler dikkate alınmamıştı. Yüksek çıkan oranlar ölçüm hatası diye kabul edilmedi. Tekrar incelenmeli.” diyor.

Turgut Özal’ın naaşının incelemesi sürecinde birçok eksikliğin ön plana çıktığını anlatan adli tıp uzmanı, Özal’da yüksek çıkan kadmiyum düzeyinin dikkate alınmadığına dikkat çekiyor. Şöyle diyor: “Özal’ın vücudunda araştırılan zehirlerden kadmiyum 18.15 ppm tespit edildi, ancak dikkate alınmadı. Rapora yüksek çıkan kadmiyum değeri değil, başka cihazla elde edilen 1 ppm’lik sonuç veren, düşük dozlu test sonuçları dikkate alındı. Diğeri görmezden gelindi, ölçüm hatası olarak kabul edildi.”

 Zaman'ın haberine göre, zehirlenmenin tespiti için Özal’ın böbreklerinden doku alınmamasını da büyük bir eksiklik olarak anlatıyor: “Özal’ın son 15 gün ve bir ay içinde zehirlenerek öldürüldüğünün tespiti için böbreklerden doku alınıp kadmiyum düzeyinin tespitinin yapılması gerekiyordu. Vücut bütünlüğü korunmasına ve birçok iç organ doku kalıntıları mevcut olmasına rağmen böbreklerden numune alınmadı. Akut zehirlenme testi yapılmadı. Kadmiyum, akut safhada böbreklerde biriken ve kan kimyasını da bozan ağır bir metal olarak biliniyor. Sadece kemik doku analizi yapılmış olması kadmiyuma ait akut zehirlenmenin tespiti için yeterli değil. Çünkü kemik dokuda tespiti için uzun süreli ve kronik maruziyet gerekiyor.”

Turgut Özal’ın naaşının temas ettiği mezar toprağında, etraftan alınan toprak numunelerine göre 50 kat fazla DDE (DDT’nin parçalanma ürünü) çıktığını anlattı. “Bu ayrıntı, 19 yıl boyunca sürekli yer altı sularının ve biriken yağmur sularının etkisi ile yıkanmış bir mezar toprağı için etraf numunelere göre çok yüksek bir orandı; ama dikkate alınmadı. Ayrıca inceleme sürecinde laboratuvar ortamında iki farklı zehir daha bulundu. Bu zehirler rapora hiç girmedi.” dedi. ‘Zehirlendi’ iddiaları üzerine Özal’ın ölümüyle ilgili soruşturmayı yürüten Ankara Cumhuriyet Savcılığı’nın çarpıcı bir talimat verdiği de belirlendi. Savcılığın Özal’ın naaşından alınan numunelerle ilgili Adli Tıp’a ‘İkinci bir emre kadar imha etmeyin’ talimatı verdiği ortaya çıktı. Delil niteliğindeki numunelerin özel bir birimde saklanması istendi.

CEVAP BEKLEYEN SORULAR

Üyelerin tamamı 1. İhtisas Kurulu raporunu ayrıntılı olarak okudu mu?

Davet edilen hocaların konuyla ilgili akademik ve mesleki çalışmaları nelerdir? Yeterlilikleri nasıl tepsit edilidi?

Otopsi materyallerinde tespit edilen pestisit (öldürücü madde) düzeyleri her kişi için aynı mıdır? Savcılığa iletilen tartışmalı rapordaki örnekler doğru mu?

Zehir değerleri ile ilgili verilen ve literatürde ‘referans alınan değerler’ her coğrafi bölge için geçerli olabilir mi?

Cumhurbaşkanının ölümünden sonra yapılan kan analizlerinde normalin 3-4 katı olduğu tespit edilen ‘fosfor’ düzeyi (ölümü sırasında ağzından köpük geldiği iddialarına rağmen) nedeniyle organoklorlü  zararlı öldürücü maddelerin yanı sıra zirai ilaç zehirlenmesi niçin çalışılmamıştır? Bu kadar yüksek fosfor değerinin biyokimyasal veya toksikolojik açıdan izahı gerekmez miydi?

DDT (öldürücü madde), klinik olarak daha yatkın kişilerde ‘ani toksik etki’ sonucu ölüm oluşturabilir mi?

DDT ile ilgili olarak tespit edilen düzeyin ‘akut zehirlenme mi yoksa ‘kronik maruziyet’ mi olduğu ayrımı yapılabilir mi?

İlaçların ve toksik kimyasalların etkinliği ile kan protein düzeyleri arasında klinik bir ilişki var mıdır?

Kadminyum (CD) düzeyi analizlerinde kullanılan XRF yöntemi ile ilgili ifade edilen bulaşma ihtimali bu yöntemin terki için neden gerekçe olmuştur? Bu ihtimal giderildikten sonra neden tekrar XRF ile çalışılmamış ve yöntem değişikliğine gidilmiştir?
<< Önceki Haber Merhum Özal'ın otopsi raporunun perde arkası ortaya çıktı Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER