Sabah Gazetesi'nden
Salih Memecan yine harika çizmiş; başında kepi sırtında cübbesi olan üniversite hocasına soruluyor, 'Hocam bizim üniversitelerden hiç dünya sıralamasına giren var mı?' diye.
Türkiye'nin kalkınmasına katkı sağlayacak bilimsel projeleri konuşmak için de bir araya gelmedi.
Peki 'Rektörler Komitesi' niye toplandı? 10 gün sonra
aday başvurularıyla takvimin işlemeye başlayacağı
Cumhurbaşkanlığı seçimini görüşmek için... YÖK Başkanı
Erdoğan Teziç başkanlığında bir araya geldiler uzun uzun konuştular ve düşüncelerini bir
bildiriyle kamuoyuna duyurdular. Dikkatlice okudum, bildiri tamamen siyasi içerikli... Bugünkü
Meclis tablosunu oluşturan 3
Kasım seçimlerinin sonuçları sorgulanıyor. İki partinin barajı geçtiği 3 Kasım için '1950'den bu yana en
adaletsiz seçim' nitelemesi yapılıyor ve 'Yüzde 45 oranında geçerli oyun Meclis'te temsil edilmemesi nedeniyle aynı zamanda bir temsil zafiyeti de yaratmıştır.' deniliyor.
Nereden bakılırsa bakılsın Meclis için kullanılan 'temsil zafiyeti' ithamı oldukça ağır. Çok partili dönemle birlikte Türkiye hemen hemen her seçim modelini denedi. Siyasette uzlaşma kültürünün oturmamış olması nedeniyle
ülke yönetiminde
koalisyon dönemleri sıkıntılarla geçti. Koalisyonlu yıllar bir bakıma kayıp yıllar... Yüzde 10 barajı bunun üzerine kondu.
Bu yüzden 'Temsilde adalet, yönetimde istikrar' dengesinde istikrar biraz daha öne çıktı. Sadece 3 Kasım'da değil, önceki seçimlerde de yüzde 10 barajını aşamadığı için Meclis dışında kalan çok sayıda partiden söz edilebilir. Yine sandığa giden belli bir oran Meclis'e yansımadı. Doğrusu temsil zafiyetini sadece 3 Kasım için söylemek haksızlık. YÖK bunu daha çok
cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilişkilendirerek söylüyor. Bu açıdan 'TBMM'de uzlaşmanın gerçekleşmesini kaçınılmaz' görüyor.
Uzlaşma sihirli bir kelime. Cumhurbaşkanlığı seçimi için çok da sık kullanılıyor. İyi de uzlaşma nasıl olacak? Bir isim üzerinde mi, ilkelerde mi, yöntemde mi? Uzlaşma kelimesine yüklenen anlam daha çok 'Erdoğan aday olmasın, bir
AK Partili Çankaya'ya çıkmasın'dan ibaret. Böyle keskin bir tavır daha başından uzlaşmanın önünü kapatıyor. Keşke rektörler uzlaşmadan neyi kastettiklerini açıkça ortaya koysalardı. Daha önce gündeme gelen toplantı yeter sayısı için '367 şartı' YÖK'ün bildirisine de yansıdı. İlginç ama rektörler de bu görüşten yana. 367 ilk gündeme geldiğinden bu yana ileri sürülen görüşler hukuki olmaktan daha çok siyasi. Daha önceki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aranmayan üçte iki çoğunluk şimdi seçimin olmazsa olmaz şartı olarak takdim ediliyor. Herkes farkında, bunun tek nedeni, mevcut siyasi yapıyla ilgili.
AK Parti değil de CHP'nin milletvekili sayısı fazla olsaydı, yine 367 şartından söz edilecek miydi? Elbette hayır. Birilerini engellemek için sistemi zorlamanın kimseye yararı yok. Kazanan da hep
mağdur edilen oluyor. Seçim sürecini etkilemek amacıyla 14 Nisan'da Ankara'da yapılacak mitinge katılmak için bazı üniversitelerin sınav tarihlerini ertelemeleri Teziç'e soruldu. YÖK Başkanı tatmin edici
cevap vermedi, bu yöndeki soruları duymazlıktan geldi. Oysa dün Zaman'ın manşetindeydi, 'öğrencileri mitinge
teşvik meslekten atılma sebebi'. Nedense Teziç bu konuda yorum yapmaktan kaçındı. YÖK Başkanı'nın, cumhurbaşkanlığı seçimini bahane ederek üniversitelerin
sokak ve meydanlara yönelmesi konusunda mutlaka söyleyecek sözü olmalıydı.
Üniversiteleri, askerî darbelere karşı çıkarken veya
demokrasi mitinglerinde de görebilecek miyiz?
Mustafa
Ünal - Zaman