Pek çok ABD'li
oyuncudan fazla olmayan skandalları, artık onun kariyerini yiyip bitirme noktasına geldi. Bakalım başarılarla dolu kariyerini, antipatisini kazandığı
Yahudi lobisi ve
Hollywood dünyasını yönlendiren medyaya rağmen geri çevirebilecek mi?
Daha altı yıl evvel, 2004'te, ABD'nin popüler sinema dergisi Premiere Magazine'in "Power 50" anketinde, Hollywood'daki en güçlü 10. isim olarak yer almıştı. Aynı yıl, bütçesini tamamen kendi cebinden karşıladığı filmi, Passion of The Christ (İsa'nın Çilesi) filmiyle birlikte, en pahalı aktör unvanını elde etti. Toplamda 35 milyon dolara mal olan film, ilk günkü gösteriminde bütün masraflarını çıkardı.
Mel Gibson'ın hayat hikâyesi hep başarılarla dolu aslında... 1995 yılında çektiği Braveheart (Cesur Yürek) filmi hâlâ en çok hatırlanan ve sevilen filmlerden biri.
Amerikan Film Enstitüsü'nün hazırladığı "Tüm Zamanların En Etkileyici 100 Filmi" listesinde 62. sırada yerini koruyor. Cesur Yürek'le "En İyi
Yönetmen" ve "En İyi Film" Oscar'larının da sahibi olmuştu. Ancak Hollywood'un bu parlak aktörünün bahtı bir anda dönüverdi. Filmleri ve politik duruşuyla alakalı ilk tepkiyi İsa'nın Çilesi isimli filminden hemen sonra Yahudi lobisinden aldı. Anti-semitist öğeler içerdiği düşünülen film, gişede büyük bir başarı elde etse de, Yahudi düşmanlığını körüklediği gerekçesiyle eleştirildi. Alkollü
araç kullanırken yakalandığı polise söylediği sözler, onu bir anda
gündemin birinci sırasına oturttu ve parlak kariyeri ardı ardına gelen skandallarla söndü. Peki bu düşüşün sebebi, ABD medyasının söylediği gibi "şöhreti kaldıramama" durumu mu, yoksa medyanın parlattığı yıldızları söndürme gücünün bir göstergesi mi?
Kendi kendini tüketiyor
Türkiye seyircisi onu Cesur Yürek filminde, "Özgürlük!" diye bağıran William Wallace olarak hatırlıyor hâlâ. Conspiracy Theory (Komplo Teorisi) ve Leathal Weapon (Cehennem Silahı) serisi gibi aksiyon filmlerinden aşina olduğumuz Avustralyalı aktör 1995'te kariyerinin tam da zirvesindeydi.
Başarılı filmlerin yönetmenleri ilk olarak onun kapısını çalıyordu. The Departed (
Köstebek) filmiyle Oscar'a uzanan Martin Scorsese, onu kadroda görmek istemişti ancak aynı yıl Gibson kendi filmi Apocalypto için kolları sıvamıştı. Mel Gibson için işler özellikle son birkaç yılda sarpa sardı. Pek çok Hollywood meşhuru gibi Gibson'ın da alkollü
araba kullanma, eşine ve çocuklarına kötü davranma, ayrımcılığa yol açacak cümleler sarf etme gibi kötü huyları vardı elbette. Mesela, 1990 yılında kadınlarla erkeklerin eşit olmadığına dair bir açıklamayla feministlerin tepkisini çekmiş ve 1992'de eşcinselleri kötüleyen bir açıklamayla yine gündem olmuştu. Ancak bütün bu "kötü huylar" Gibson'ın kariyerine bugün olduğu kadar etki etmemişti. 1989 yılında Tim Burton'ın yöneteceği
Batman için ilk düşünülen isimlerden birisi yine oydu. 2000'lerin meşhur X-Men serisinde de
Hugh Jackman yerine Wolverine rolünde boy göstermesi hesaplanmıştı.
Yahudi lobisini karşısına aldı
Hollywood, skandallara alışkın bir sinema ortamıydı aynı zamanda. İsa'nın Çilesi filmini yaptıktan iki yıl sonra Gibson, alkollü araba kullanırken kendisine ceza veren polise, "Sen de mi Yahudi'sin? Bu dünyada tüm savaşların ve kötülüğün tek nedeni Yahudilerdir!" dedi. Yahudi lobisinin dikkatini çeken Gibson'ın bu sözleri üzerine herkes özür dilemesi için tepki gösterdi. Gibson da film şirketi olan Icon Productions aracılığı ile kamuoyuna bir özür mektubu yolladı. Ancak onunla ilgili literatür çoktan oluşmuştu. Koyu bir Katolik olarak yetiştirildiği ve babasının 'ırkçı' söylemleri nedeniyle Gibson'ın bu şekilde reaksiyon gösterdiğine dair haberler medyada yer buldu. 2009 yılında bir çocuk dünyaya getiren eşi Oksana Grigorieva'yla ayrılmaları da olaylı olmuştu. Gibson, karısını dövdüğü gerekçesiyle ona yaklaşmama cezası alırken, bu kez Hollywood Reporter gazetesi şöyle diyecekti: "Gibson, babasının saçtığı nefretle büyümüş ve şimdi de onu uygulayan bir adam!"
Politik ve dinî
tercihleri Mel Gibson'ın başını ağrıtmaya devam edecek gibi görünüyor. Yaşadığı malikânenin sınırları içine inşa ettirdiği 2 milyon dolar değerindeki kilise ve koyu bir Cumhuriyetçi olarak ünlenmesi, Hollywood'un çok tercih ettiği bir
yaşam tarzı değildi muhakkak. Eski ABD Başkanı George W. Bush'u destekleyen sözleri,
muhalif belgeselci Michael Moore'un ve ünlü Amerikan çizgi filmlerinin ilgisini çekti. Bütün bunlar olurken, İsa'nın Çilesi gösterimde olduğu bir sırada babası Hutton Gibson, Yahudi soykırımının palavra olduğuna dair açıklamalar yaptı. Mel Gibson bu sözlere karşılık özür dilemeyeceğini söyledi.
Los Angeles Times, kariyerinin artık
tamir edilemeyecek şekilde sona erdiğini yazsa da, 2010'da Edge of Darkness (
İntikam Peşinde) filmi 43 milyon dolarlık bir hâsılat elde etti. Bu yıl içinde gösterime girmesi beklenen ve ünlü oyuncu Jodie Foster'ın yönettiği The Beaver isimli filmde de başrolü paylaşıyor.