6-7 Ekim’de onca insanın yok olduğu büyük facia yetmezmiş gibi ölümler toplumsal barışı çatırdatan bir şekilde arka arkaya sökün ediyor.
Önceki gün Yüksekova’da caddede yürüyen sivil giyimli 1 uzman çavuş ile 2 er, gencecik insanlarımız maskeli 3 kişinin silahlı saldırısında şehit oldu.
Saldırı ertesinde HDP yönetiminden yapılan açıklamada, “büyük üzüntü duyuyoruz. Yeniden çatışmaların yaşanacağı, canlarımızın yitirileceği, evlere ateşin düşeceği bir döneme doğru yaklaşıldığını hissediyoruz.
Kaygılıyız” deniliyordu.
Gelişmelere bakılırsa, ciddiye alınması gereken bir kaygı bu.
Diğer temel sorunlar gibi Kürt sorununu da Çarşamba günü 91’inci kuruluş yıldönümünü kutlayacağımız Birinci Cumhuriyet’i demokratikleştirmenin çözeceği herkesin malumu iken, siyasal iktidar Kürt siyaseti başta olmak üzere herkesi seçimlere kadar kandırıp oyalayarak seçimi kazanmak, yolsuzlukların, kirliliğin, suçun üzerini de kara bir baskı dönemiyle kapatmak peşinde.
AKP iktidarı, Kürt sorununun öyle siyasi kurnazlıklarla ele alınmayacak kadar ciddi bir sorun olduğunu kavrayamıyor. Bu yaklaşımın ülkeyi altüst edeceğini görmüyor, görse de aldırmıyor. Onun tek derdi çeşitli kurnazlıklarla iktidarda kalmak ve yargının önüne gitmekten mümkün olduğunca kaçmak.
Ne yazık ki bu iktidarın ahlaksız kurnazlığının bedelini bu ülkenin genç insanları canlarıyla ödüyorlar.
Siyasal İslam katakullileri sadece Kürt sorununda su kaynatmıyor, Üsküdar Belediye Başkanı’nın şahsında da su alıyor.
Bölge halkının itirazına rağmen cami inşaatı bahanesiyle Validebağ Korusu’na inşaat yapma ısrarından vazgeçmeyen Üsküdar Belediye Başkanı, mahkemenin yürütmeyi durdurma kararını alenen çiğnemekten çekinmediği gibi, “arkadaşlar maalesef bu memlekette fazla tolerans, fazla iyi niyet karşındakini azdırıyor” deme küstahlığından da geri durmuyor.
Belediye başkanı böylesine küstahlaşma cüretini nereden alıyor?
Bağlı olduğu siyasal zihniyetten.
Aynen askeri vesayet döneminin azgın paşaları gibi kendilerinden olmayan herkesi küçümsüyorlar, herkesi aşağılıyorlar, herkesi tehdit ediyorlar.
Yargıya ve bu ülkenin insanlarına ‘tolerans’ göstermekten bahsedecek kadar gözleri karardı. Yakasına AKP rozeti takmış bir sürü ‘teneke Zeus’ dolaşıyor ortalıkta.
‘Tolerans’ gösteriyorlarmış... Zavallı divaneler... Para aşkı bunların akıllarını iyice başlarından aldı. ‘Para obezi’ oldular, ‘haram’ paraları yedikçe de sarhoşlaşıyorlar, içinde eşindikleri çöplüğü Olimpos sanıyorlar.
İşin garip yanı kolluk kuvvetleri mahkeme kararını uygulayacağına demokratik hakkını kullanan mahalleliye zulmetmeyi yeğliyor. Suçu önlemesi gereken görevliler suçun ortağı oluyor.
Belediye başkanı böyle densizleşiyor çünkü onun ‘reisi’ de yargı karşısında onun gibi davranıyor.
Düşünün ki kendini Başkan gibi sunma gayretindeki cumhurbaşkanının 29 Ekim resepsiyonunu vereceği ve siyasal İslam anlayışının simgesi yapılmak istenen Ak Saray da Danıştay İdari Dava Daireleri’nin yürütmeyi durdurmasına rağmen suç işlenerek yapıldı. Erdoğan yargıya meydan okuyup ‘sıkıyorlarsa yıksınlar’ demeyi de ihmal etmedi.
Mahkeme kararına rağmen Ak Saray’ı inşa ettirmekten kaçınmayan Erdoğan, mahallelinin Validebağ
Korusu’nun yapılaşmaya açılmaması için verdiği mücadeleyi de, ‘orada mescit var ya, kimileri bundan rahatsızlık duymuş olabilir’ sözleriyle hedefe oturtuyor.
‘Orada mescit varsa’ yargının kararları dinlenmeyebilir, ağaçlar kesilebilir, rantlar cebe aktarılabilir.
Müslümanlık tarihinde bir ‘ibadet yerinin’ bu kadar kötü amaçlara alet edildiği kaç örnek vardır bilemiyorum…
Çıkarları için her şeyi, her kutsal değeri kullanıyorlar.
Mahkeme kararı dinlemeyen, adalete hesap vermekten fellik fellik kaçan, devletin yargı bacağını sakat bırakmaktan çekinmeyen bir siyasal iktidar ister istemez gayrı meşru bir ortamın genişleyerek yayılmasına da ön ayak oluyor.
17-25 Aralık sürecine, Mecidiyeköy’de ölen on işçi soruşturmasına verilen garip takipsizlik kararları da ekleniyor. Ölen işçilerin ailelerine verilen ‘kan parası’, ilgili bakanın buna destek çıkması da ayrı bir rezalet.
Her türlü karanlık işe bulaşıyorlar, her suçu işliyorlar, sonra da insanlar bunlardan haberdar olmasın diye yayın yasakları getiriyorlar.
Bingöl’de iki polisin şehit edildiği olayın karanlık noktalarının aydınlatılması için HDP’nin Meclis Araştırma
Komisyonu kurulması isteğini pişkince reddettiler.
Polisleri ‘teröristlerin’ öldürdüğünü söylüyorlar ama o teröristlerle ‘işbirliği yaptığını’ iddia ettikleri parti ‘gelin bunu araştıralım’ deyince yan çiziyorlar.
O olaydan sonra nasıl olduğunu kimselerin bilmediği bir biçimde dört kişi de güvenlik görevlilerince öldürülmüştü, hala nasıl ve niye öldürüldüklerini bilmiyoruz.
Başbakan o dört kişinin ‘cezalandırıldıklarını’ söyledi… Artık mahkeme kararlarına da gerek duymuyorlar, arabaları tarayıp, insanları öldürerek ‘cezalandırıyorlar.’ Hem savcı, hem yargıç, hem cellat görevini rahatlıkla üstleniyorlar.
Bu adaletsiz iklimde failli meçhuller ve şiddet de artıyor, hızla eskiye dönüyoruz.
Faili meçhuller artarken, hukuksuzluğa karşı yeryüzünün sabrı da tükenmeye başlıyor…
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Teşkilatı ‘Rüşvetle İlgili Çalışma Grubu’, Türkiye’nin ‘rüşvet uygulamalarıyla mücadele sözleşmesini uygulama seviyesine’ ilişkin saptamaların yer aldığı raporunu tamamladı.
Türkiye’nin 2013 Aralık’ta rüşvet, para aklama ve altın kaçakçılığının içinde bulunduğu, hükümetin en yüksek düzeydeki yetkililerinin karıştığı yüksek profilli bir soruşturma deneyimi yaşadığı kaydedilen raporda, ‘siyasi müdahalenin dış rüşvet soruşturmalarını ve savcıları etkileyebileceği riski, Çalışma Grubu’nun ciddi bir endişe kaynağı olmaya devam ediyor’ ifadesi kullanıldı.
ABD de, IŞİD’e maddi kaynak sağlayan petrol satışının yalnızca ‘kaçakçılık’ olarak değerlendirilemeyeceğini vurguladı.
‘Petrolün nereden geldiğinin önemine’ dikkat çeken ABD’nin terör finansmanıyla mücadeleden sorumlu
Hazine Bakanlığı Müsteşarı Cohen, ticaretin Türkiye üzerinden gerçekleştiğini belirterek ‘artık göz yumulmayacağını’ söyledi.
Cohen, IŞİD’in Suriye ve Irak’ta ele geçirdiği rafinerilerden sağladığı petrol satışından günde 1 milyon dolar gelir elde ettiğini söyledi.
Cohen, petrol kaçakçılığının yeni bir durum olmadığını ancak şu anki durumun petrol terörist bir örgüt tarafından satıldığı için geçmiştekilerden farklı olduğunu vurguladı.
İşler yürümüyor, ne içerde, ne de dışarıda…
Cumhurbaşkanı’nın baskısıyla seçimleri Nisan’a alma girişimi, Roboski’den Soma’ya üzerleri örtülmeye çalışılan hazin katliamların ortada durması, işçilerin iş cinayetlerinde sistemli ve sürekli yitip gitmeleri, demokratikleşme adı altında Jandarmayı siyasal iktidarın yeni bir baskı aracı olarak kullanma uyanıklıkları bu iktidarın derdine çare olur mu?
Olmaz…
Çok da sağlıklı olmayan Türkiye demokrasisini ve hukukunu delik deşik etmeyi sürdüren siyasal İslamcı anlayış su kaynatıyor.
Hem siyasal İslam hem de kaynattığı suyun ağır tehdidi altında Birinci Cumhuriyet’in 91’inci yaşına giriyoruz.
Biz Cumhuriyeti demokratikleştirme gayreti içindeyken, mevcut siyasal iktidar demokrasiyi yok ettiği gibi yargıyı da çiğniyor.
Ve ülkenin her yanında insanlar ölüyor.
Roboski’nin dağlarından, madenlerden, inşaatlardan, sokaklardan gittikçe artan sayılarda ölüm haberleri geliyor.
Bir ‘hırsızlar cumhuriyeti’ kurmaya çalışanlar da bu ölümlerden para kazanmak için tepiniyor.
Her şeye rağmen umudunuzu kaybetmeyin, bunlar Türkiye’yi batıramaz ama Türkiye bunları yargılar.
İster ‘tolerans’ göstersinler ister göstermesinler, o sanık sandalyesine hep birlikte oturacaklar. Türkiye, öldürülen insanların, soyulan ülkenin hesabını soracak bu iktidardan.
gazete360.com