Demokrat
Yargı Derneğinden yapılan açıklamada, ''önemli kamusal görevler üstlenecek olanların siyasal süreçlerce irdelendiği, kamuoyunun denetiminden geçtiği, ardından üzerinde uzlaşı sağlanabilecek olanların toplumsal ortak paydanın bir yansıması olması gereken kurumlara seçilebildiği geleneğin başlatılması gerektiği'' belirtildi.
Dernek Yönetim Kurulu adına yapılan yazılı açıklamada, Türk yargı tarihinin, ideolojinin biçimlendiği ve yeniden üretildiği demokratik meşruiyet sorunu yaşayan temel karar organlarına alt operasyonlarla
eleman aktarılmasının tarihi açıdan da okunabileceği belirtilerek, 27 Mayıs'ın yarattığı
Anayasa Mahkemesi,
Yargıtay ve Danıştayın bu gelenek üzerine kurulduğu ifade edildi.
12 Eylül'ün de bu geleneğin dışında kalmadığı,
Anayasa Mahkemesi üyeliği
seçimlerinin bütünüyle
bürokrasi koridorlarında yürütülecek alt operasyonlara mahkum edildiği görüşüne yer verilen açıklamada, tüm üyelerin
cumhurbaşkanınca atanması uygulamasını bu gelenekten bağımsız düşünmenin mümkün olmadığı değerlendirilmesinde bulunuldu.
Açıklamada, yirmi yıldır, üyelikler konusunda bu geleneğin devam ettiğinin gözlemlendiği belirtilerek, özellikle yüksek mahkemelerin Türk siyasi ve hukuksal yaşamında çoğu zaman yıkıcı olmak üzere, çeşitli etkilerinin bulunduğu, bu kurumlara üye olacak adayların hukuksal ve yargısal performanslarının denetlenebileceği bir kamusal alanın açılmasının yaşamsal olduğu kaydedildi.
Açıklamada, şu görüşlere yer verildi:
''Önemli kamusal görevler üstlenecek olanların siyasal süreçlerce irdelendiği, kamuoyunun denetiminden geçtiği, ardından üzerinde uzlaşı sağlanabilecek olanların toplumsal ortak paydanın bir yansıması olması gereken kurumlara seçilebildiği geleneğin başlatılması gerekmektedir.
Almanya, ABD ve
batı demokrasilerindeki deneyimler yol gösterici olabilir.
Tam da bu nedenle
Demokrat Yargı olarak, Türkiye'deki
siyaset-yargı ilişkisine dair geleneksel algının yanlış kabullere dayandığını ve tartışılması gerektiğini,
HSYK ve Anayasa Mahkemesinin yeniden yapılandırılmasında demokratikleşmenin bir gereği olarak Cumhurbaşkanı yerine TBMM'ye ağırlık verilmesini, bunun ise siyasi partilere kontenjan tanınmak ve nitelikli çoğunlukla seçmek suretiyle kullanılması gereğini savunduk. Çünkü parlamenter seçim süreci, kamuoyunun denetimine açık bir süreçtir. Bu süreçte uzlaşı kültürü yaratılacağı gibi, her bir siyasal düşüncenin kendine özgü alt operasyonlarıyla tek belirleyici olması da engellenmiş olacaktır.
Tüm siyasi partilerin
Anayasa değişikliği sürecinde bu gerçeği görmesi ve süreci bu yönde etkilemesi Türkiye'nin bir kazancı olacaktır.''