Malûm medyanın bu yılki
Ramazan konusunu "mahalle" yaygaraları oluşturdu. Bunun sebeplerini şöylece sıralayabiliriz:
(1) Her Ramazan'da yaptıkları gibi, Ramazan'ın tesirini kırmak, insanları manâsız ve saçma konularla meşgul etmek;
(2) "Sivil anayasa" çalışmalarını akamete uğratmak, hedefinden saptırmak;
(3)
Başörtü yasağının, YÖK gibi sistemin komiserliğini yapan kurumların hakimiyetinin devamını sağlamak;
(4) Seçim mağlûbiyetiyle gelen atmosferi dağıtmak, hattâ lehlerine çevirmek.
Tozu-
dumana katan bu tür yaygaraların her zaman görünür sebeplerinin dışında, onların hepsini aşan bir başka sebebi daha vardır. O da, gerçek gündemi gizlemek ve toz-duman perdesinin arkasına gizlenen bu gündemi uygulamaktır. Bu, genellikle ya şahsî veya "kurumsal" menfaatlerdir veya
Türkiye'nin dış münasebetlerini ilgilendiren bazı çok önemli hususlardır; çok defa, bunların ikisi de olabilir. Şahsen, genel
seçim öncesinde cumhurbaşkanlığı seçimlerini kilitleyen sürecin de, şu andaki toz-dumanın da arkasında önemli bir sebep olarak, bölgemizde Anglo-Sakson-
İsrail koalisyonunca yapılan ileri hamle planlarını ve bu planlar çerçevesinde Türkiye'ye bazı roller yüklenmeye çalışılmasını görüyorum. Nitekim, Türkiye'nin neo-conların politikalarıyla uyum içinde olmasını baştan beri hükümete sürekli empoze etmeyi vazife bilen bir gazeteci, ABD
Dışişleri Müsteşarı Nicholas Burns'ün
Ankara'ya "ABD-Türkiye ilişkilerinde yeni anlamda bir stratejik ortaklığı inşa etme şansını verecek bir dönemin başlangıcında bulunuyoruz.
Amerika, bu fırsatı, Türkiye ile stratejik ortaklığımızı yenilemek ve güçlendirmek için değerlendirmeye kararlıdır. Bu vizyonu ve 21. yüzyıl için bu güçlü, hayatî ve yeri doldurulmaz Türk-
Amerikan ittifakını inşa etme kararlılığını paylaşan Türk liderleriyle birlikte çalışmayı arzuluyoruz." mesajı verdiğini, "
İngiltere ve ABD'den iktidara şartlı vize" başlığıyla aktarıyordu. Ona göre, "Anglo-Amerikan desteğini şimdilik elde eden yeni
AK Parti iktidarı, Burns'ün Ankara ziyaretiyle ABD ile olan "ilişkilerin yeni
yol haritası"nı görme fırsatı edinmişti.
Mahalle yaygaralarının önemli bir boyutunu oluşturan ve Şerif
Mardin üzerinden dile getirilen korkunun, aslında üzerinde durulması ve asla göz ardı edilmemesi gereken önemli bir sebebi var. O da, Türkiye'de hem söz konusu yaygarayı koparan malûm medya ve beynelmilel üne sahip önemli bir sosyolog da olsa Şerif Mardin'in de dahil bulunduğu "aydın" kesimin İslâm'ı, Müslümanları ve dolayısıyla Türk halkının büyük çoğunluğunu asla tanımaması ve tamamen Batı üzerinden okumasıdır. Bütün dünyaya bütünüyle kendi dünyasından
bakan Batı ise kendi problemlerini İslâm'ın ve Müslümanların da problemleri gibi görmektedir. Yıllar önce Zaman'da 7 gün süren bir tefrika ile Şerif Mardin'in meşhur Din ve İdeoloji kitabının eleştirisini yapmıştım. Adeta her cümlesine bir kaynak düşmekle "bilimselliği" ortaya konulan (!), fakat neredeyse Kur'an, hadis, İslâm tarihi dahil, temel İslâmî hiçbir esere atıfta bulunmayan Şerif Mardin, bu çalışmasında Gazalî'yi M. Watt'a, Rafizilîk ve Bektaşîlik'le özdeşleştirdiği tasavvuf'u H. A. R. Gibb'e,
Osmanlı tarihiyle ilgili hükmünü P. Wittek'e, İslâm'ın temel mesajı itibarıyla anlaşılmasını Margoliuth'a ve Santillana'ya, İslâmî şahsiyeti Erikson'a ve gaza ile cihadı P. Wittek'e
havale ediyordu. Nasıl beynelmilel şöhretine rağmen Şerif Mardin, İslâm'ı da Müslümanları da içinden tanımıyorsa, "mahalle" yaygarası koparan medya hiç tanımamakta, daha kötüsü, İslâm'a, Müslümanlara ve Türk halkına Batı'nın ve kendi dünyalarının penceresinden bakmaktadır. Dolayısıyla, hayat tarzı, başkalarına müdahale, savaş,
terör, bütün boyutlarıyla kadın, dinî fundamentalizm ve radikalizm gibi
İslam ve Müslümanlar üzerinden ürettikleri korkular, yaptıkları tenkitler, ileri sürdükleri şüpheler, asıl temelini, mahiyetini ve rengini temelde kendi dünyalarından almakta ve oradan İslâm'a ve Müslümanlara yansıtılmaktadır. Müslümanlara düşen ise İslâm'ı her zaman aslî çizgisinde temsil etmek ve yansıtmaktır.
ALİ ÜNAL/ZAMAN