MİT Müsteşarı Emre
Taner\'in teşkilatın kuruluşunun 80. yıldönümü vesilesiyle verdiği beyanat, ifade edilenin çok ötesinde yankılar yapmaya
aday görünüyor.
Beyanat, alıştığımızın dışında, vatan
kurtarma edebiyatı yapmayan, teşkilatın ve onu yöneten kişinin sorumluluk alanı içinde kalan ve eleştiriden çok açıklayıcı nitelikte bir üslup taşıyor. Soğuk
Savaş döneminde dünya bir denge yaşıyordu ve ne bizim ne de bir başkasının bunu değiştirmesi mümkün görünmüyordu.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında belirlenen sınırlar, blokların her birinde yer alması öngörülen
ülkeler ve bunların nasıl bir rejim altında yaşayacakları kendi dışlarında, ABD ve
SSCB tarafından belirlenmişti. Herkes bu konumu bir veri kabul ediyor ve bunu sürdürmeyi bir görev sayıyordu. Bloklar arasında bir mücadele olduğu söyleniyor, ama hiçbir taraf diğerinin alanına girmiyordu.
Her denge gibi bunun da ebediyen sürmesi beklenemezdi.
Tarih yeni güç odaklarının ortaya çıkmasının ve var olan statükonun değişmesinin
doğal bir süreç olduğunu gösteriyordu. Dengenin bozulduğunu SSCB\'nin dağılma olarak adlandırılan süreci yaşamasıyla anladık; ama bunun yerine nasıl bir
model oluşturulacağını, yeni güç merkezinin ne olduğunu kestiremedik. Bazıları tek kutuplu bir dünyadan söz ederken diğerleri tek büyük güç olarak görülen ABD\'nin yeni düşmanlarının teröristler,
küçük devletler, dinî akımlar olduğundan söz ediyordu. Adına asimetrik savaş diyerek böyle bir mücadelenin mümkün olabileceğini söylüyorlardı.
MİT Müsteşarı\'na kulak vermenin zamanı...
Var olan düzene
itiraz, sanıldığı gibi, dengenin taraflarından yani ABD ve SSCB\'den gelmedi. Başlangıçta
Avrupa bu iki gücün dışında ve onlarla eş konumda bir güç olma iddia ve çabasındaydı. Ancak düzenin efendileri buna izin vermediler ve Avrupa bir güç odağı konumuna gelemedi. Ülkemizde bu mücadele, bloklar arasındaki bir çatışma olarak algılandı. Ülkemizde kazanan ve kaybedenler vardı; ama biz bunların taraflarının kimler olduğunu anlayamadık. Sınırlarımızı korumamızı, bütünlüğümüzü sürdürmemizi bir başarı saydık. Oysa bunlar zaten tehdit altında değildi ve var olan
anlaşma değişime izin vermiyordu. Böyle bir ortamda teşkilatın başarı ya da başarısızlığından söz edilemezdi. Blok içi sürtüşmeleri bloklar arası saymak da biraz abartılıydı. Ancak giderek güçlenen bir odak, kurulu düzeni tehdit ediyor ve yeni bir model sunuyordu.
Küresel sermaye, dünyanın her yerindeki parasal birikimleri
kontrol ediyor, bunları kendi modelinin kurulması amacıyla kullanıyordu. Bu güç, ulus devletlerin varlığının dünyadaki çatışmanın temel nedeni olduğunu, küresel
ekonomik güç tarafından yönetilecek dünyanın çatışmadan uzak olacağını ve kaynakların ekonomik alanda kullanılmasıyla kitlelerin refahının artacağını ileri sürüyordu.
Son zamanlara kadar küreselci söylem
egemen düşünce haline geldi. Devletler özelleştirmelerle ekonomik alanı bu yeni güce terk etti, devletin zayıflatılması her yerde bir
hedef haline geldi. Devlet gücünün azaltılması, halkın etkinliğinin artması olarak algılandı. Oysa var olan egemen güç yerini başkasına terk ediyordu. Bu güç d
e devletler kadar örgütlü ve onlar kadar etkiliydi. Küresel gücün en büyük başarısı, dağılan SSCB\'nin yerini alan
Rusya\'yı kontrol etmesi oldu; ama başarı bununla sınırlı sayılmazdı. AB, geçmişteki bağımsız bir güç odağı olma iddiasından vazgeçmiş ve küresel gücün bir üssü haline gelmiş gibi görünüyordu. Bunun dışında birçok ülkede egemenliği ele geçirdikleri görülüyordu. Mesela Çin gibi dev bir ülke onların sağladığı kaynaklarla büyüyor ve tüm dünya ile
rekabet ederek
işçi ücretlerinin artışını engelleyen bir faktör konumuna geliyordu.
Bu gözlemlerin ışığında Emre Taner\'in sözleri, yani küreselci eğilimlerin ulus devletlerin varlığını tehdit ettiğini söylemesi doğru bir teşhis sayılmalıdır. Küreselcilik ve ulus devlet birbiriyle çelişen iki kavramdır ve birinin olduğu yerde diğeri yoktur. Zaten Sayın Taner durumu anlatıyor ve bunlardan birinin tercihini siyasal iktidara bırakıyor. Ancak yapılacak tercihin sonuçlarının ne olacağına işaret ediyor. Bekle gör politikası izlemenin ve
savunmada kalmanın sorunlarımızı çözemeyeceğine işaret ediyor. Zaten savunma yapabilmek için ne ile mücadele ettiğinizi bilmeniz gerekir. Eğer hem küreselci hem de ulus devletten yanaysanız neyi savunacaksınız? Bunlardan birinin yanında olmanız halinde diğeriyle mücadele edebilirsiniz.
Savunmada kalmak niye yeterli değil?
Dünyada sadece küreselci eğilimler olsaydı yapılacak bir şey kalmaz ve onun kuracağı düzenin bir parçası olurduk. Ancak hem ABD\'nin bugünkü yönetiminin hem de Rusya\'nın ulus devletler ittifakına dayanan bir model kurmaya çalıştığı anlaşılıyor. Yeni yapılanmada birçok devletin varlığının sona ereceği açıkça ifade ediliyor. Biz, \'varlığı sona erecekler kategorisine mi dahiliz yoksa yeni ittifaklar sisteminin önemli bir unsuru mu olcağız?\' sorusunun cevabı bilinmiyor ve bu ihtimallere karşı nasıl davranacağımız planlanmıyor. MİT Müsteşarı bilmediğimiz bir yere gidip \"Burası güzelmiş, iyi ki bizi getirmişler.\" demek yerine \"Nereye gideceğimizi, imkanlarımız ölçeğinde, biz belirleyelim.\" diyor. Geçmişte büyük savaşlar sonucunda ortaya çıkan düzen bugün yaşadığımız, ama büyük bir savaşa benzemeyen mücadelelerle belirleniyor. Sınırlar değişiyor, devletler
tasfiye ediliyor. Bu yeni mücadele türüne uyum sağlamamız gerekiyor ve MİT kendisini buna hazırlıyor. Açıkça ifade edilmese bile, önce düşünce biçimimizin değişmesi ve buna uygun olarak devlet yapılanmamızın ve siyasetimizin belirlenmesi gerektiği sonucu çıkıyor. Eğer bir bölgeye yönelik politikalar izliyorsak bunun hangi modele göre olacağını yani küreselci güçlerin istikametinde mi yoksa kuracağımız ittifaklar sisteminin gereği olarak mı yapacağımıza karar vermemiz, Orta
Asya\'daki ya da
Ortadoğu\'daki varlığımızın, uygulamalarımızın genel hedeflerimizle uygunluğunun sağlanması gerekiyor. Bugüne kadar olduğu gibi
Türkiye\'den dünyaya bakmak yerine dünyanın nereye gittiğini kestirmemiz, çatışan projeler içinde uygun ve başarılı olacağına inandığımız bir model içinde hareket etmemiz gerektiği vurgulanıyor. Sonuç olarak yerinde ve zamanında, devlet geleneğine uygun bir beyanat karşısındayız. Beyanatı tartışmak ve geçerli çözümler üretmek hepimizin görevidir.
ZAMAN