Büyükanıt klasörü ve Balbay'ın gazeteciliği
"
Ümraniye-
Ergenekon" sürecinde gelinen aşama, bir şeyi gözler önüne serdi: Her tarafa eli uzanan bir grup var ve bu grup hem vurup hem de ağlıyor.
Bu grup, önce birilerini ağlatacak darbeleri indiriyor, sonra da kendisi
mağdur rolü oynayarak ağlattıklarının sesini duyulmaz hale getirerek zulmü çift kat işliyor.
Büyükanıt klasörü ve Balbay'ın gazeteciliği bunun sadece iki örneğinden ibaret.
Şemdinli sürecinin müzahrefatını, masum insanların üstüne yıkabilmek için yazılan doğrudan ve dolaylı yazılarla dışa vurulan niyetin, masum insanları devlete kastetmiş "
terör örgütü" kapsamına aldırma ve terörün çirkin yüzünden yararlanarak bu masumları tüm dünyada öcü haline getirebilme
hedefine kilitlenişini hatırlayalım.
Sonra "
silah" olmadığı için "bir cemaatin" terör kapsamına aldırılamayacağını görünce "silahsız terör" icadında bulunup, masum insanların iyi eğitim almışlığını "korkunç bir durum" gibi gösterme gayretlerindeki inanılmaz hırsı iyice hatırlayalım. Şemdinli sürecinden yararlanarak
Org. Büyükanıt'ı "bir cemaate" karşı kışkırtanların argümanlarını alt alta dizelim...
Şimdi bu insanlar "terör" suçuyla itham edilince "
Hani ya silah nerede?" diyorlar. Ya başkalarını suçlu duruma düşürebilmek için çevrilen dolaplar tutsaydı, Terörle Mücadele Kanunu'na "cebir ve şiddet" unsurları ilave edilmediği için "silahsız terör" kanuna girmiş olsaydı, o zaman ne diyeceklerdi? Allah'tan ki memlekette vicdanlı ve gayretli insanlar var. Onlar gelip geçici havalardan etkilenmeden hukukun gereğini yapıyorlar.
Şimdi Büyükanıt klasörüne dönelim.
Güya Büyükanıt'ı yıpratmak için "bir cemaat" olağanüstü çaba gösteriyordu. Gün geldi, devran döndü. Dün Büyükanıtçı kesilip, birilerini hedef göstermeye çalışanlar tam bir "Kral öldü yaşasın yeni
kral" tablosu sergiledi. 'Şûra erkene alınsın,
İlker Paşa'nın ataması bir ay önceden yapılsın' türküleri söylemeye başladılar. Bu arada
Tayyip Erdoğan-
İlker Başbuğ görüşmesi gerçekleşince, beklentiler şoka dönüştü ve şuurlarının altında ne varsa dökülmeye başladı.
İlk çıkış Fikri Sağlar'dan geldi. Sağlar, Büyükanıt hakkında bir klasör bulunduğunu ve bu klasörü göstererek Başbakan'ın Büyükanıt'ı etkisiz hale getirdiğini söyledi.
Tolon ve
Eruygur içeri alınınca bir de ne görelim, Fikri Sağlar'ın bahsettiği klasör her iki eski
komutanın da arşivinde varmış. Bildiğine göre aynı klasör Sağlar'da da olmalı!
Peki, bu klasörün sahibi kim?
Genelkurmay Başkanı hakkında ya da bir başkası hakkında böyle bir klasör neden hazırlanır? Velev ki, birileri hazırlamış olsun, iki komutan kendilerine ulaşan böyle bir dosyanın üstüne gitmek yerine neden arşivleyip
emekli olunca da yanında götürür ki? Ve kritik bir zamanda, bu klasör üzerinden
Genelkurmay Başkanı'na saldıranlar kimlerdir?
Balbay'ın gazeteciliğine gelince... Balbay'a sorguda neler soruldu, bilgisayarından ve odasından neler çıktı bilinmez. Bilinen şey, Balbay'ın tutuksuz yargılanmak üzere salıverilince basın kartını göstererek, "
Gazeteci olarak alındım ve gazeteci olarak çıktım. Ben Uğur Mumcu'nun köşesinde yazıyorum. Ahmet
Taner Kışlalı ile aynı odayı paylaşıyordum." sözleridir.
Balbay, ne demek istedi belli değil... Ama zikrettiği her iki gazeteci de
faili meçhul cinayet kurbanı ve her iki cinayetten de "irtica tehdidine karşı laikçi cephe oluşturma" maksadıyla fazlasıyla yararlanıldı. Balbay'dan bir beklentim var. Konu gazetecilikse, adını andığı iki arkadaşını katledenlerin peşini bırakmasın. Hazır faili meçhul dosyalar açılıyorken buyursun
destek olsun.
Küçük bir hatırlatmada bulunayım.
Ali Kırca'nın programında Fethullah Gülen Hocaefendi'yi linç etmek üzere yayınlanan montaj kasetlerin neden 18 Haziran 1999 tarihine denk getirildiğini düşünürken bir şey dikkatimizi çekmişti. 23 Haziran'da Abdullah Öcalan'ın karar duruşması vardı. Belli ki birileri 24 saat üzerinden bir hafta boyunca, aralıksız sürdürülen kampanyayla dikkatleri başka tarafa çekmek istemişti. Bu hatırlatmanın önemi şudur: Ahmet Taner Kışlalı'nın katledildiği günlerde, yanılmıyorsam, Öcalan'ın dosyası Yargıtay'da görüşülüyordu. Belki Balbay için bu bilgi bir şey ifade eder!...
HAMDULLAH ÖZTÜRK/ZAMAN