Türkiye Büyük
Millet Meclisi, yıllardır tartışılan
sivil yargı-askerî yargı arasındaki
yetki karmaşasını ortadan kaldıracak bir
yasa değişikliğine (
CMK 250)
imza attı. Buna göre, anayasal suçları (anayasayı ihlal suçu, devletin düzenine karşı ve hükûmeti ortadan kaldırmaya yönelik suçlar vb.) işleyen görevdeki askerler, (
sıkıyönetim ve savaş dışında) sivil
mahkemelerde yargılanacak. Böylece,
Avrupa Birliği'ne (AB) uyum kapsamında askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasının yolu açıldı.
Askerî mahkemelerin yetkilerine de sınırlama getirildi.
Söz konusu değişiklik, askerî yargı tartışmalarının zirveye çıktığı bir zamanda yapılmıştı. Bu durum, Ankara'nın ateşini bir anda yükseltti. Ana muhalefet partisi
CHP, Meclis'te ses çıkarmadığı değişikliğe sonradan karşı çıktı...
Son tartışmaları baştan alırsak;
Taraf Gazetesi, 12 Haziran'da Kurmay
Albay Dursun Çiçek'in imzasını taşıyan '
İrtica ile Mücadele Eylem
Planı'nı manşete taşıdı. Üç gün sonra askerî
savcılık, konu ile ilgili
soruşturma başlattı. Ama bütün delilleri toplamadan ve soruşturmaya başlamadan
belgenin Genel
kurmay'da hazırlanmadığı kanaatine vardı. Emekli
Askerî Hâkim Ali Büyükadalı'ya göre, bu ihsas-ı reyin başka bir versiyonuydu.
Genelkurmay Askerî
Savcılığı, olaydan 12 gün sonra soruşturmayı bitirdi ve kanaatinin paralelinde, belgenin karargâhta hazırlanmadığını açıkladı. 26 Haziran'da ise
Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, 'İrtica ile Mücadele Planı'nı içeren belge için 'kâğıt parçası' dedi. Ona göre, belge sahteydi ve ordu içinde fitne çıkarma amaçlıydı. Başbuğ'un açıklama yaptığı saatlerde
Ergenekon savcısı
Zekeriya Öz de Albay Çicek'i ifade vermeye çağırdı. Çiçek, 4 gün sonra sivil yargının karşısına çıktı. Saatler süren
sorgu ve
savunmadan sonra
nöbetçi 14. Ağır
Ceza Mahkemesi'nce '
örgüt üyeliği'nden tutuklandı. Fakat tuhaf bir şekilde 18 saat sonra tutuksuz yargılanmak üzere
tahliye edildi. İki yargı arasındaki görüş farkı ortada önemli bir sorun olduğunun göstergesi. Genel kanaate göre sorun, sicil notunda emir komuta zincirine bağlı olduğu hâlde 'bağımsız' denilen askerî yargıda.
Aslında askerî yargının sicili pek parlak değil. Yakın tarihteki (1997) '
Köstebek davası' en çarpıcı örnek. 28
Şubat sürecinde görülen davanın
sanık sandalyesinde; sözde irtica ile mücadele, özde ise
darbeye zemin hazırlamak için kurulan Batı Çalışma Grubu'nu (BÇG) deşifre eden istihbaratçı polisler vardı.
Yargılamanın yapıldığı yer:
Deniz Kuvvetleri Askerî Mahkemesi. Aralarında dönemin Emniyet
İstihbarat Dairesi Başkan Vekili Bülent Orakoğlu'nun da bulunduğu sanıklar, 'askerî belgeleri sızdırmak'la suçlanıyordu. Askerî mahkeme, bütün
baskılara rağmen '
beraat kararı' verdi. Ardından mahkeme heyetindekiler
teker teker
sürgün edildi. İstihbaratçıların ulaştığı BÇG'ye ait belgeler, darbeye zemin hazırlamak için o dönem hayata geçirilen
eylem planından başka bir şey değildi. Fakat mahkeme, 'darbe teşebbüsüne' hazırlanan
komutanları değil, o belgeleri hükûmete sızdıran sivilleri yargıladı.
28 Şubat'tan günümüze doğru gelindiğinde askerî yargıdaki bu anlayışın devam ettiğini görmek mümkün. Örneğin
emekli Oramiral Özden Örnek'e ait darbe günlüklerini soruşturmadı. Bu günlükleri yayımlayan ve "Genelkurmay'ın 2004'teki STK'larla
işbirliği planı"nı
kapak yapan
Nokta Dergisi'ne askerî
baskın yapıldı,
dergi kapandı.
Şemdinli davasında sivil yargının 39 yıl
hapis cezası verdiği 'iyi çocuklar'ı tahliye etti. Dönemin
Kara Kuvvetleri Komutanı
Yaşar Büyükanıt'la ilgili iddiaları
iddianameye alan ve dosyayı tefrik edip Genelkurmay Askeri Savcılığı'na gönderen Van
Cumhuriyet Savcısı Ferhat
Sarıkaya meslekten
ihraç edildi. 12
Eylül darbecileri hakkında dava açmak isteyen
Adana Savcısı
Sacit Kayasu'nun ekıbeti de farklı olmamıştı. Sivil savcıların bile yargısız infaza uğradığı bir ortamda askeri savcıların bağımsızlığından söz etmek
komik aslında.
Hakkını, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (
AİHM) arayan Sacit Kayasu, haklı bulundu ve Türkiye, davacının iddianame hazırlama özgürlüğünü kısıtladığı, savunma hakkı tanımadığı gerekçeleriyle 41 bin
Euro tazminata mahkum edildi. Burada, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin, askerî mahkemelerin sivil kişilerden ve sivil konulardan elini çekmesi gerektiği yönündeki hükmünü hatırlatmakta fayda var.
Hukukçulara göre, yukarıda sayılan örnekler ortada dururken askerî yargının bağımsız olduğunu söyleyenler inandırıcı bulunmuyor. Tıpkı, Batı ülkelerinde de askerî yargı
sistemi olduğunu iddia edenler gibi. Gerçekten Batı ülkelerinde askerî mahkemeler sivilleri yargılayabiliyor mu? Türkiye'deki askerî mahkemeler, komutanların etkisinde olmadan ne kadar bağımsız ve tarafsız karar verebiliyor?
Askerî yargı, kamuoyunda hep tartışıldı. Hem Osmanlı'da hem de Cumhuriyet'in ilk yıllarında farklı isimlerle görev yapıyordu bu kurumlar. Örneğin 1930'da Askerî Temyiz Mahkemesi'nin (Askerî
Yargıtay) görevleri yeniden düzenlendi. Yine askerî mahkemelerin bakacağı suçlar için Askerî Ceza Kanunu çıkarıldı (1930). Ancak, ilk kez 27
Mayıs darbesinden sonra askerî mahkemeler ve Askerî Yargıtay, anayasal kurum hâline getirildi, bugünkü isimlerini aldı (1961
Anayasası ile). Anayasa'dan sonra 25
Ekim 1963 tarih ve 353 sayılı kanunla askerî mahkemelerin kuruluşu yeniden düzenlendi. 1972'de de
Danıştay gibi çalışan ve idari davalara
bakan Askerî Yüksek İdare Mahkemesi faaliyete geçti. Böylece çift başlı yargı sistemi keskin hatlarla belirginleşti. Zaten askerî yargı sistemine yönelik eleştiriler de burada devreye giriyor.
Hukukçulara göre, ikili yapı, 'yargı birliğini' bozuyor.
Başkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Turhan bu görüşte olanlardan. Demokratik ülkelerde böyle bir sistem olmadığını hatırlatıyor Turhan. Askere ayrıcalık tanındığını belirtirken, yargının bölünmüş halde olduğunu kaydediyor: "Dünyanın hiçbir yerinde Askerî Yüksek İdare Mahkemesi yok. Ya da Askerî Yargıtay gibi mahkemelere demokratik hukuk ülkelerinde rastlayamazsınız. Ama biz çok doğalmış gibi görüyoruz. Bunlar değiştirilmeli. Ancak en ufak bir anayasa değişikliğini yapmaya kalktığınızda 'şeriatı getirecekler' diye bağırıyorlar."
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hasan Tunç da çift başlı yargı sisteminden yakınıyor. Çünkü 'askerin yargısı, öğretmenin yargısı, polisin yargısı' gibi bir ayrım, demokratik hukuk devleti için büyük sakınca demek. Nitekim, emir-komuta zinciri altında
adaletin sağlanmayacağını düşünen birçok Batı ülkesi, askerî yargıdan vazgeçti, askerleri ilgilendiren davalarda sivil mahkemeleri yetkili kıldı.
Almanya,
İsveç,
Danimarka ve Norveç'te barış zamanında askerî mahkemeler faaliyet göstermiyor.
Fransa,
Belçika,
Hollanda ve İspanya'daki askerî yargılamalara ise bağımsızlığı ve tarafsızlığı güvence altına alınmış sivil hâkimler katılıyor. Bu ülkelerde askerî mahkemelerde görev yapan hâkim ve savcılar sivil yargıya bağlı. Aynı zamanda bu mahkeme heyetinde
subay üye bulunmuyor, Yani tamamen sivil yargının denetimindeler. Ayrıca baktıkları suçlar sadece asker kişilerin
disiplin, görev ve hizmetleriyle sınırlanmış. Askerî Yargıtay eski Başkanı Nursafa Pandar, İtalya'da da askerî mahkemelerin bulunduğunu; ancak buralardan çıkan kararların temyiz incelemesinin sivil Yargıtay'da yapıldığını söylüyor. Yine askerî hâkim ve savcıların
terfi,
tayin ve sicil işlemleri sivil bir kurula bırakılmış. Hâkim ve savcıların, komutan ve rütbe ile olan ilişkileri kesilmiş. Arada organik ve hiyerarşik hiçbir bağ yok.
Emekli askerî hâkim Yusuf
Çağlayan, çarpıcı bir iddiayı dile getiriyor:
Orduda, darbe şartları oluşturmaya ve gerektiğinde yapmaya odaklanmış darbeci bir
damar var. Yine bu zihniyet, orduyu bir
siyaset kurumu hâline getiriyor. Bu zihniyetin tasallutundan kurtulamamış bir askerî yapılanmada, yargının da payını alacağı açık. Çünkü, ideolojik zihniyetlerin yasaları da kurumları da kendi ideolojik formatına sokması kaçınılmaz. Çağlayan, sadece askerî yargının değil, sivil yargının da bu zihniyetten nasibini aldığını vurguluyor: "Ülkemizde, sadece askerî yargı değil, brifinglerle sivil yargı da, diğer tüm kurumlar da darbecilerin ideolojik formatına sokulmaya çalışılmakta. Bu hâliyle, sadece askerî yargı değil, genel yargı da
bağımsızlık ve tarafsızlık sorunları ile karşı karşıya. Örneğin, görevini yapan Adana
Cumhuriyet Savcısı Sacit Kayasu ve Şemdinli Savcısı
Ferhat Sarıkaya eğer askerlerin iradesi gereği görevlerinden alınmışlarsa gerisini izah etmeye gerek kalmıyor."
Gerçekten de Sarıkaya ve Kayasu örnekleri, sivil savcıların askerî işlere bulaşmama refleksini geliştirdi. Kayasu, bu refleksi şu sözlerle özetlemişti: "Başıma gelenleri görüyorlar, onun için harekete geçemiyorlar. Savcı bunun üzerine gittiği zaman sürülecek, ceza alacak, meslekten atılacak. İnsanlar, 'Ahmet, Mehmet yaptı, başına bu geldi' diye düşünüyor. Meslekten ihraç edilenler avukatlık dahi yapamıyor. Ne yapacaklar? Yasalarla sözde güvence verilmiş; ama ihraçlar engellenemiyor. Ben ihraç edildim, Şemdinli'de Ferhat Sarıkaya ihraç edildi, bunları gören hâkim ve savcılar kolay cesaret edemez."
Peki, askerî mahkemelerde adalet dağıtmakla görevli askerî hâkim ve savcılar, komutanların etkisinde kalmadan tarafsız ve bağımsız kararlar verebiliyor mu? Askerî yargı sisteminin yapısı ve işleyişi, bu mahkemelerden 'bağımsız kararların' çıkmasına engel. Ama bu hükme varmadan önce askerî mahkemelerin yapısına bakmakta fayda var. Türkiye'de 32 askerî mahkeme var. Deniz, Hava, Kara Kuvvetleri'nin ayrı ayrı mahkemeleri bulunuyor. Bu mahkemelerde yaklaşık 400 askerî hâkim ve savcı görev yapıyor. Her mahkeme, bir subay, iki askerî hâkimin olduğu bir heyetten oluşuyor. En kıdemli üye mahkeme başkanı oluyor. Genelde subay üye, mahkeme başkanı seçiliyor. Nitekim, Genelkurmay'ın talebi üzerine
Anayasa Mahkemesi subay üyenin varlığını Anayasa'ya aykırı buldu. Yüksek Mahkeme'nin Mayıs 2009'da aldığı bu karar bir yıl sonra yürürlüğe girecek. Bu üyelerin, "TSK'nın askerî mahkemelerdeki temsilcisi" ve "baskı unsuru" olduğuna yönelik endişeler söz konusuydu. Askerî Yüksek İdare Mahkemesi eski
Başkanvekili Adnan Tanrıverdi, genelde mahkeme başkanı seçilen subay üyelerin davalarda diğer üyeler üzerinde etkili olduğunu söylüyor. Hatta komutanların baskısı altında kararlar verildiğinin altını çiziyor. Bu durumun hukukla bağdaşmadığını vurguluyor.
Gazi Üniversitesi'nden Prof. Dr. Hasan Tunç da askerî yargıçların bağımsız hareket etmediğine inanan hukukçular arasında. Anayasa'nın 138. maddesine göre, hâkim ve savcılara, herhangi bir şahsın emir ve talimat vermesi veya o konuda yargıyı etkileyici faaliyet içine girmesi mümkün değil. Ancak Tunç, askerî yargıda bu anayasa maddesinin pek uygulanmadığını anlatıyor. Hem subay üyenin varlığı hem de askerî hâkimlerin sicil ve terfi yönünden komutanlara bağlı olması, bağımsızlık ve tarafsızlıklarına gölge düşürüyor.
Askerî Hâkimler Kanunu'nun 12'nci maddesine göre askerî hâkimler 'subay' ve 'hâkim' olarak iki açıdan sicil değerlendirmesine tabi tutuluyor. Bu sicil belgelerini düzenleyen kişi ise amir konumundaki komutanları. Meslekte yükselmeleri ve Askerî Yargıtay gibi yüksek mahkemelerde görev almaları tamamen komutanların verecekleri sicil notuna bağlı. Yani askerî mahkemeler üzerinde komutanların da etkisi olabiliyor.
28 Şubat döneminde Köstebek davasına bakan askerî hâkim
Binbaşı Mesut
Kurşun bu baskıyı yaşayan biri. Kurşun, davaya bakarken dönemin Genelkurmay
Adli Müşaviri
Tuğgeneral Erdal Şenel'in kendisini tehdit ettiğini şu cümlelerle anlatmıştı: "Şenel beni Genelkurmay Karargâhı'ndaki makamına çağırdı, sıygaya çekti. Anayasa'nın 138. maddesine aykırı olarak
hesap sordu. Oysa bu madde, davaya bakan hâkimin hiçbir şekilde baskı altına alınamayacağını, etkilenmeye çalışılamayacağını, hatta hâkime tavsiyede dahi bulunulamayacağını söylüyor. O ise 'Nasıl yaparsın, ne hakla yaparsın, neden olayın üzerine bu kadar düşüyorsun? Fazla kurcalama!' gibi ifadelerle tehditkâr bir şekilde beni sıygaya çekti." Aslında bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Adnan Tanrıverdi, benzer olayların her zaman yaşanabileceğini söylüyor. Gerekçesini şöyle açıklıyor: "Çünkü her askerî hâkim yükselmek için komutanı ile iyi geçinmek zorunda. Aksi takdirde sicili bozulur."
Askerî yargı ile ilgili temel sıkıntılardan biri de 'yetki' konusu. Askerî yargı sisteminin tarih içindeki yerine bakıldığında yetkileri sürekli genişlemiş durumda.
Başkent Üniversitesi'nden Prof. Dr. Mehmet Turhan, her darbeden sonra askerî yargının alanını genişlettiğini anlatıyor: "1924 Anayasası'nda askerî yargı hiç yok.
27 Mayıs darbesi ile askerî yargı bir anayasal kurum hâline getiriliyor ve alanı genişliyor. 12
Mart ve
12 Eylül'de daha da genişliyor." Turhan'a göre, askerî yargı o kadar güçlü ki, Anayasa Mahkemesi'ne seçilen üyelerden ikisi bu kurumlardan geliyor. Biri Askerî Yargıtay'dan, diğeri Askerî Yüksek İdare Mahkemesi'nden. Aslında Turhan, bu endişelerinde haksız sayılmaz. Çünkü 2006'ya kadar askerî yargının yetki alanı o kadar genişti ki, bakaya kalan ya da yoklama kaçağı olan sivilleri bile yargılayabiliyordu. Fakat askerî mahkemelerin kuruluşu ile ilgili yasada kısmen değişiklik yapıldı. Sivillerin işlediği bazı suçlar (yoklama kaçağı olmak, bakaya kalmak, birliğine geç katılmak vb.) adli yargıya bırakıldı. Ancak sivillerin asker kişilerle müştereken işlediği suçlara yine askerî mahkemeler bakacak. Askerî mahkemelerin sivilleri yargılama yetkisi devam edecek. Nitekim, askerî mahkemelerde hakkında soruşturma açılan çok sayıda
sanatçı ve gazeteci bulunuyor.
Abdurrahman Dilipak, Erhan Akyıldız,
Lale Sarıibrahimoğlu, Koray Düzgören ve
Nilüfer Akbal bu isimlerden bazısı.
Askerî yargının yetki alanını genişletmesi ile ilgili en çarpıcı örnek 'İrtica ile Mücadele Eylem Planı'nda geçiyor: "Askerî suç kapsamında yapılacak 'ışık evler'i baskınlarında,
silahlı
terör örgütü oluşturmak doğrultusunda; silah,
mühimmat, plan vb. materyal bulunması sağlanarak, FG grubu, 'silahlı
terör örgütü' kapsamına aldırılacak ve soruşturmalar askerî yargı kapsamında yürütülecek." Söz konusu komploya göre, sivil yargının görev alanına giren TCK'daki suçlar, askerî suç kapsamına alınıyor. Oysa Genelkurmay Askerî Savcılığı, eylem planının karargâhta düzenlenmediğini ve herhangi bir kovuşturma yapılamayacağını açıkladı. Aslında son dönemlerde ortaya çıkan ve açıkça hukuka aykırı olan birçok askerî belge, Genelkurmay'a bağlı yargı tarafından kovuşturmaya gerek görülmedi. Bu durum, askerî yargının bu tür işleri 'örtbas' ettiğine ilişkin şüpheleri doğuruyor. Gazi Üniversitesi'nden Prof. Dr. Tunç da askerin 'kol kırılır, yen içinde kalır' anlayışı ile bazı şeyleri örtbas ettiğine yönelik düşüncelerin yaygınlaştığına dikkat çekiyor.
Peki, emir komuta zinciri içinde adalet dağıtan askerî yargı sorunu nasıl çözülebilir? Hukukçulara göre, öncelikle askerî yargının yetki alanı kısıtlanmalı. Prof. Dr. Hasan Tunç, askerî yargıda sadece disiplin mahkemelerinin olması gerektiğini söylüyor. Yani asker kişilerin kendi hiyerarşik yapılanmaları içinde bir yargılama yapan ve bu tür sorunları inceleyen bir mahkeme olmalı. Ancak bu mahkemenin kararlarının temyizine de sivil Yargıtay'daki uzman bir daire bakmalı. Askerî Yüksek İdare Mahkemesi eski Başkanvekili Adnan Tanrıverdi'ye göre ise askerî mahkemelerde sivil yargıçlar görev almalı. Ayrıca onların terfi, tayin, atama ve özlük hakları da Adalet Bakanlığı'na bağlanmalı. Yargıdaki çift başlılığa son vermek için askerî mahkemelerin kararları sivil Yargıtay'da incelenmeli.
Hukukçuların ortak kanaatine göre, AB yolundaki Türkiye'nin bir an önce yargı
reformu kapsamında askerî yargı sistemini iyileştirmesi gerekiyor. Ayrıca adaletin tecelli edebilmesi için hâkimlerin bağımsızlığı ve tarafsızlığı da güvence altına alınmalı. Bu yüzden askerî yargıçların atamasına, sicillerinin tutulmasına ve terfilerine komutanlar karar vermemeli. Aksi takdirde komuta gölgesinde bir yargı söz konusu olur.
HABERİN DEVAMI AKSİYON DERGİSİ'NDE