Bilgiç, "Yıllarca baş
bakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmış bir zat, ülkeyi bu meselelerden uzaklaştıramamışsa hadiseye yanlış bakmış demektir" dedi
Eski Cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel'in başörtüsü özgürlüğüne karşı çıkması
dava arkadaşı Sadettin Bilgiç'i kızdırdı: "Meseleyi abartarak milleti birbirinin karşısına dikmek tehlikeli bir yanlış."
Dokuzuncu Cumhurbaşkanı
Süleyman Demirel, üniversitelerdeki başörtüsü yasağının kalkmasını "Fevkalade üzüntülüyüm, ızdırap içindeyim." şeklinde değerlendirdi. Demirel'in bu yaklaşımı kamuoyunda tepkilere yol açarken
Adalet Bakanı Mehmet Ali
Şahin, "
Allah şifa versin." karşılığını verdi. Ancak en anlamlı
cevap eski dava arkadaşı Sadettin Bilgiç'ten geldi: "Demirel, şekilciliği aşamadı." Bilgiç, Demirel'in
Türkiye'yi
İran'la kıyaslamasına da kızgın. Siyasetin duayeni şunları kaydediyor: "Bir münakaşaya meydan vermek istemiyorum; ama Demirel maalesef şekilcilikten kendini kurtaramadı. Bu meseleyi fevkalade abartarak milleti iki cephe halinde birbirinin karşısına dikmek büyük ve tehlikeli bir yanlıştır.
İmam-hatip liselerinin çoğu, 350 kadarı Demirel'in iktidarları döneminde açıldı. İran olma tehlikesi bu okulları açarken niye yoktu? Bu ülkede yıllarca başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmış bir zat, eğer ülkeyi bu meselelerden uzaklaştıramamışsa, yönetirken hadiseye yanlış bakmış demektir."
Bilgiç, Türk siyasetinin önemli simalarından biri. Yakın tarihin canlı şahidi, 88 yaşında. Demirel gibi Ispartalı. 1965'te Demirel'e karşı Adalet Partisi genel başkanlığı için yarıştı. Demirel hükümetlerinde bakanlık yaptı. Bilgiç, başörtüsü tartışmalarından rahatsız. "Ülkeyi yöneten siyasetçiler de, aydınlar da 120 senedir din ve
medeniyet konularında şekle bağlılıktan kendini kurtaramadı." diyor. Her iki tarafın da öze değil, şekle bakmasından yakınıyor. Bilgiç, şöyle devam ediyor: "Mini etek ve şort giyip dolaşırsanız medeni olursunuz;
türban ve takke takarsanız iyi
Müslüman olursunuz gibi büyük bir yanlışlık ve şekilcilik saplantısındayız. Şekil üzerinden yıllardır
kavga yapıyoruz. Bunun temelinde, insanlarımızı dinî ve pozitif bilimle gereği gibi yetiştirememiş olmamız yatıyor." Bilgiç, Türkiye'de kendisine aydın diyen bir kesimin demokrasiyi, halkın iradesini ve özgürlükleri benimseyemediğine dikkat çekiyor. Bu noktada 1960'larda yaşanan bir olayı örnek veriyor: "27
Mayıs askerî müdahalesinden sonra, 35-40'ı hariç tüm DP'li milletvekillerine siyasi
yasak kondu ve bu, anayasa maddesi haline getirildi. Sonunda halktan gelen yoğun istek ve
baskı neticesinde 1969'da AP ve
CHP siyasi yasakların kaldırılması için anlaştı. Bu yasağı, iki parti
ittifak halinde kaldırdı. İki partinin oyu o zaman yüzde 83 ediyordu. Fakat aydın geçinen üniversite hocalarının bir kısmı
deklarasyon neşrederek, tıpkı bugünkü gibi, 'devrimler ve
laiklik elden gidiyor' diye yaygara kopardılar. Kanun değişikliği Meclis'ten geçip Senato'nun gündemindeyken seçimler yapıldı. Seçimlerin ardından yine aynı oranda oyla Meclis'ten geçti. Bu kez de Türkiye
İşçi Partisi,
Anayasa Mahkemesi'ne dava açtı. Orada da tartışmalı bir kararla, 8'e 7 ile değişiklik reddedildi. Bunlar Türkiye'de olağan şeyler maalesef."
İnönü, ezanın
Türkçe okunmasını
destekledi
Bilgiç, 'irtica' yaygarasının Türkiye'de hiç bitmediğinden yakınıyor. Ezanın
Arapça okunmasına CHP'lilerin destek verdiğini belirtirken, buna rağmen Adnan
Menderes ve DP'ye ağır suçlamalarda bulunulduğunu hatırlatıyor. Bilgiç, şöyle devam ediyor: "Ezanın tekrar Arapçaya çevrilmesinde İsmet İnönü ve CHP, Demokrat Parti'ye destek verdi. Meclis'te olumlu oy kullandılar. Tek karşı çıkan
Millet Partisi'dir. Ancak müspet oy verenler sonradan aynı konuda DP'yi itham etti. Bugünkü aynı çevreler o zaman da Menderes ve DP'nin irticayı desteklediğini iddia etti. Halbuki imam-hatip okulları tek parti döneminde açılmıştır."