Bir "kimse yok mu" çığlığı ve yürekten "ben varım" haykırışı semalarda buluşunca ne güzel aydınlıklara kapı aralar!
Toprağa düşünce yüreklere inşirah veren, gül kokan güzelliklerin yeşermesine vesile olabilir! Bunları anlamak için yaşamak gerekiyormuş. Bu güzelliklerin yaşanması, elini uzatsan dokunmak kadar kolay olsa da zor olan bir şeyi de omuzumuza yüklemişti. Başından beri bilinmemesi arzu edilenleri bilinir kılmak, anlatmak, insanlara duyurmak. Çünkü biz ne kadar yürekler sıcak desek de dışarı soğuktu. Buzlaşmış bakışlı, karanlık görünüş ve kalbinde merhamet, insaf ve izan barındırmak istemeyen birileri, gündüzünü de gecesi gibi karartıp, kara ruhları ile kara kara sayfalar dolduruyordu. Bu da Anadolu insanını fazlasıyla sıkıyor, boğuyor ve bizi yapılması gerekenlerden, yapılanları görmekten, işitmekten uzaklaştırıyordu. İşte böyle bir zamanda yeniden "ben varım" demeyi Hakkın, haklının yanında olma, zulüm yapılırken elimizle, dilimizle düzeltme ya da en azı olan buğz etme düsturunun gereği ve vefanın en alt seviyeden tezahürü saydık.
Bu bilinmez, beklenmez ama sağanak sağanak lütufların yağacağı yolda yaşananları gönüllere aktarma gayretinin, ağzıyla ateşe su taşıyan karınca hükmüyle değerlendirilmesinin yerinde olacağını, niyetlenilen ile ifade edilebilen arasındaki mesafeye perde olabileceğini ümit ediyorum.
Aylar önceydi, bir kutlu Ramazan, yine güzelim kokusunu ve rengini şehre ve canlılara vermişti. Her güzelin en güzel olarak değerlendirildiği ve kıymetler üstü kıymet verildiği bir dönem. Bir iniltiye koşan doktor, hemşire belki de sair zamanlardan farklı değerlendirilecek, bilemiyorum. Her nimet şükür ister ve şükürle ziyadeleşir. İşte bu billur kaynaktan su içmiş gönüller, gönüllüler mesleklerinin zekâtını vermek, nimeti şükürle taçlandırmak duygu, düşüncesi ile bir çatı altında toplandı. Ufuklarının ötesini, daha da ötesini kovalamak istedi gönüllü doktorlar. Yazın kavurucu sıcakları daha başlamadan yeryüzünün herhangi bir yerindeki muhtaç sineye uzanma, gönül sıcaklığını aktarma, yaraları gücü ölçüsünde sarma ve gönül köprüsü olma gayelerini dillendirdi. "Nerede bir mahzun gönül, el uzatılacak, saçı okşanacak yetim varsa arayalım, bulalım, gücümüz yetmezse bir başka er bulalım, kavuşturalım yardım etme ve edilmeye muhtaç iki gönlü" dedi. Çünkü, çok önceleri "kalmasın alâka duymadığın ve el uzatmadığın bir mahzun gönül..!" denilmiş, ufuk ve ötesi zaten gösterilmişti. Ardından bu niyetler, yapılacaklarda ihlas ve yardım, yalnız bırakılmama, zorluklarda kolaylıklar vermesi gibi nice dualara sarıldı. Billur kâsede bekleyen tohum gibi gecenin bereketli toprağına gömüldü. Tohumun kabuğunu kırıp filizlenmesi, toprağı yarıp boynunu çıkarması, el açıp göklere uzaması için gerekenler tek tek ama bir musiki ritminde belirmeye başladı. Hedefte artık bir önceki yıl gidilip ruhların kaynaştırıldığı, uzaklıkların yakınlaştırıldığı, mağdurlar, mazlumlar, masumlar diyarı Tanzanya vardı. Dostlar bu yıl da gelmemizi istemişti.
İlk adımları atarken yol arkadaşları aradık. Biz de “kimse yok mu?” diye seslendik. Bizden çok önceleri her “kimse yok mu?” diyene ulaşmayı insanlığının gereği bilmiş, çağrı yapana “rüzgârdan önce ben ulaşmalıyım” demiş, her derde çare aramış, geçtiği yolları gül döküp dünyaya kement gibi dolamış, zaman ve mekâna takılıp kalmamış, nice gönüller, dualar almış, yüce ruh kahramanı “Kimse yok mu?” gönüllülerini yanımızda bulduk. İşte o zaman “her zaman hayır peşinde koşma” misyonunun bu gönüllülerle, insanlık için durmaksızın yürüyen bir kervana tecessüm ettiğini anladık. Anadolu insanının vicdanı “Kimse yok mu?” denildiğinde sağına soluna bakmadan “Ben Varım” diyen yiğitlerle temsil ediliyordu. Biz de aralarında bulunmakla şereflendik. Bu yol arkadaşlığı ile ahirette de yanlarında bulunmak istediğimiz dost edindik.
Birbirinden değerli, mesleklerinin ürün verme dönemine girmiş doktorlar ve asıl her şeyden önce gönlü insana hizmet aşkı, şevki ile dolu, bu seyahati zahiren memleketinden çok uzaklara yapıyor görünüyor olsa da özünde içe, Rabbimizin en fazla kıymet verdiği yere, yüreğine yapacak hizmet erleri ile ekibimiz oluşturuldu. Geçen yıl bayrağımızı Tanzanya’da dalgalandıran gönüllülerin açtığı yola, bu yıl da dostluk, kardeşlik köprüsü için yeniden çıkıldı.
Yollar aşıldı ve küresel doktorlar, hemşire ve gönüllü 19 yiğidin özverili ve insana hizmet duygusu ile coşkun ruh hali bizleri heyecanlandırdı. Gönüller, farklı renk ve desen “insan” kumaşı dokumak için birleşti. Yetimhanelerde hayatında hiç anne baba kokusu alamamış çocukların yüreklerine dokunuldu. Şimdiye kadar belki de hiç yudumlayamadığı çocuk olma, sevilme duygularını o çocukların yüreklerinde yeşertmek istendi. Bir balon uzatırken yürekler "Keşke tüm yükünüzü de sırtlayıp sizi balon gibi mutluluktan uçurabilsek" dedi. Yapılan her bir tıbbi işlemde, hatta atılan her bir dikişte, dostluk ve kardeşlik için bir bağ daha kuruldu, iki ülke insanını daha da yakınlaştıracağı ümit edildi.
Hasrete, gurbete, zorluklara, kara planlı zavallılara aldırmadan sahip olduğu değerleri yıllar önce dünyanın dört bir yanına taşıyan ve oralarda sulh adacığı inşa edenlerle buluşuldu. Bu yolda yüreği insan sevgisiyle dolan ve beklentisiz olan hiç karşılıksız kalır mı? Anadolu insanına en sıcak yerlerini, gönüllerini açtılar ve bağırlarına bastılar. Gönül verilip gönül alındı. Buralardan giderken eşine, çocuklarına gülerek veda eden yiğitler, o masum, mağdur insanlara sarılıp ağlayarak, bir parçasını orada bırakmış gibi mahzun ve kederli döndüler.
Şimdi geçmişe bakıp soruyorum: Bu yapılanları karalamak, engellemek ister miydiniz? Peki, engellenmiş olsaydı kim kazançlı olurdu? Yardıma giden mi? Yardım edilen mi? Tüm güzellikleri örten, engelleyen mi? Yapılanların yazıldığı kitabın rengi ve yazılma şekli nasıldır?
Biz, yapılanlara engel olmak yerine içinde bulunmayı, şimdi yazılıp ahirette okunacak kitabın yüzümüzü kıpkırmızı etmemesini tercih ediyoruz. Baykuşlar ötse de aldırmadan "yine yola düşme zamanı, kervan yolda gerek" diyen kahramanlar da vazgeçmeyecek.Gönlü kırılsa da vazgeçmeyecek.Daha bir azim ve gayretle adımlarına devam edecek. Çünkü yapacak çok iş, ulaşılacak çok mahzun gönül, okşanacak nice yetim başı var. Bir “kimse yok mu” çığlığına daha “ben varım” haykırışı ile cevap vermeye ihtiyaç var.
Doç. Dr. Mehmet Kalkan
Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi / Ufuk Hekimleri Derneği Başkanı