Dün Milliyet'ten Serpil Yılmaz'a konuşmuş. '
AK Parti'ye oylar MHP'den gitmedi; DP ve Anavatan'dan gitti...
Cumhuriyet rejimi tehlikede değildir', vs... Açıkçası beni artık ne söylediği değil 'kimliği' ilgilendiriyor. Kim bu adam? Darbe mağduru bir demokrat mı? Yoksa merkez sağa yerleştirilen bir '
Truva atı' mı?
Cihad Baban, Politika Galerisi isimli kitabında
Cemal Gürsel'den bir anekdot anlatıyor. Gürsel sıradan bir adam değil; 27 Mayısçıların başındaki
general,
cumhurbaşkanı. 1960'ta kurulan yarı demokratik '
vesayet rejimi'nin mimarlarından.
İşte bu Gürsel'in
Demirel hakkında söyledikleri çok önemli. 1964 yılında Ragıp Gümüşpala'nın ölümü üzerine AP, yeni genel başkanını seçecek. Gürsel anlatıyor Cihad Baban'a: 'Bak Adalet Partisi kongresini yapacak... Eğer Demirel AP'nin başına gelebilirse bütün dertleri hallederiz. O başkan olsun diye ben çok çalışıyorum... Bir muvaffak olursam rahat edeceğim. Aydın adam, yobazlığa yüz vermez, demokratlara alet olmaz. Dünya görmüş. O zaman göreceksin, Adalet Partisi yola girecek. Benim gözüm arkada kalmayacak.'
Bunun üzerine Cihad Baban soruyor: 'Siz kendisini yakından tanır mısınız?' Gürsel'in cevabı; 'Burada boş oturuyor değilim ya... Amerika'da tahsil etmiş. Laik, lisan bilir bir insan AP'nin başına geçerse, artık memleket kurtulur. Demirel'in Atatürkçülüğünden hiç şüphe etmiyorum.' (s. 277)
İşte 1960
darbesinin başındaki Gürsel böyle diyor. Demirel,
Kasım 1964'te muhafazakârların adayı Sadettin Bilgiç'i yenerek AP'nin genel başkanı oluyor. İyi de neden Demirel'i görmek istiyorlar AP'nin başında? Bunun bir sebebi olmalı. 1950'lerde üst üste üç seçimde tek başına
iktidar olan bir partiye karşı darbe yapıp, başbakanını asanlar, bu partinin devamı olacak siyasi örgütlenmeleri ve tabanını boş mu bırakacaklardı?
Tabii ki hayır, çünkü bu, darbeciler için bir 'varlık ve kişisel güvenlik meselesiydi' de. Böylece 1964'te yeni bir dönem başladı; vesayet rejiminin yerleştiği, toplumsallaştığı, adeta meşrulaştığı bir dönem. Demirel'in AP'si merkez sağ/DP tabanını elinde tutuyor, askerî vesayet rejiminin hakimleri de AP'yi.
Anlaşılan 'indirebileceklerini' çıkarıyorlardı merkez sağın tepesine. İki defa Demirel'i darbeyle indirdiler. İleri gittikçe durdurdular onu, ayar verdiler. DP çizgisinin başında onun yerinde başka birisi olsaydı belki de kolay olmayacaktı bütün bu darbeler, ayarlar, vesayeti içselleştirmeler. Şapkasını alıp gidecek bir lider arıyorlardı merkez sağın başına. Demirel'de buldukları buydu.
Vesayeti kuranlar, bunun ancak DP çizgisini devam ettiren siyasi partiye nüfuz ederek sürdürülebileceğini biliyorlardı. 1961 seçimleri göstermişti ki en avantajlı şartlarda bile
CHP ve İsmet
İnönü halkın oylarını alarak iktidara gelemeyecek. O halde asıl, merkez sağı
kontrol etmeliydiler. Tepede kontrolü Demirel sağladı. Bir yandan 'eskilere' geçit vermezken, öte yandan da tabanı en az üçe böldü; demokratları, muhafazakârları ve milliyetçileri partiden kopardı. Zaten taban
Kıbrıs sorunu ve komünizm tehlikesi üzerinden 'milliyetçi/devletçi' bir denetime alınmıştı.
Merkez-sağ üzerinden kurulan bu rejim çöktü. AK Parti, merkez sağ tabanı Demirellerin, Yılmazların vesayetinden kurtardı. Bazı eski sağ
siyasetçilerin AK Parti'ye karşı Ergenekoncuların yanına geçmeleri sebepsiz değil. AK Parti'nin askerî vesayet rejimi ile merkez sağ siyaset arasında kurulan kirli ilişkiye çomak sokması kabul edilemezdi.
Cevap aradığımız soru şu: Demirel, merkez sağın içine yerleştirilen bir Truva atı mıydı? Benim için Demirel, 1960'ta kurulan askerî vesayet rejimini merkez sağ, muhafazakâr,
dindar tabana çaktırmadan satan adamdır.
İHSAN DAĞI-ZAMAN