Dolayısıyla o günleri yâd etme adına birtakım aktiviteler icra etmek, sevmemiz gereken insanlara karşı sevgimizi ortaya koymak, karşı taraf hakkında söylenmesi gerekli olan şeyleri söylemek normal bir davranıştır. Nitekim tekkelerde, zaviyelerde bu meselenin en mahzursuzu yapılırdı. Değişik vesilelerle ifade ettiğim gibi Alvar imamı
Muhammed Lütfî Efendi, çok önemli bir Sünnî idi. Fakat
Ehl-i Beyt muhabbetiyle meşbû, sürekli o heyecanı yaşayan bir insandı.
Bizim neslimiz, bizden evvelkiler ve sonrakiler, Ehl-i Beyt için yana yakıla söylenen sözleri dinleye dinleye neş'et etti. Aslında Seyyidina Hz. Hasan'ın, Hz. Hüseyin'in, Zeynel Abidin Hazretleri'nin,
İmam Cafer'in bizden beklediği bir şey yoktur. Kaldı ki onlar şehadet mertebesini bihakkın, aliyyül a'la tarzda ihraz ettiler. "
Allah yolunda ölenlere ölü demeyin." (Bakara/154) hakikatine ve bir başka ayeti kerimenin ifade ettiği "Nezd-i ulûhiyette onlar sürekli en güzel rızıklarla rızıklandırılmaktadır." (Âl-i İmran/169) müjdesine mazhar oldular. Dolayısıyla onların bizim hiçbir armağanımıza ihtiyacı yoktur. Onlar nezd-i ulûhiyette, aklınıza hayalinize gelmedik rızıklarla, hadisin ifadesine göre, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, beşer aklının ve hayalinin hiçbir zaman tasavvur edemediği nimetlerle serfirazdırlar.
İnsanın, içinde Ehl-i Beyt'e reva görülen o acıyı duyması, hem
Müslümanlığın hem de Allah Resûlü'ne ve O'nun Ehl-i Beyti'ne bağlılığın gereğidir. Hem kendi hatırlarından ötürü, hem bütün hatırları aşan Efendimiz'in hatırından ötürü, Hz. Ali Efendimiz'in, Hz. Fatıma annemizin hatırından ötürü onlara karşı alaka duymamak mümkün değildir. Ancak her şeyin dengeli olması gerekir. Kur'an-ı Kerim şöyle diyor: "Eğer maruz kaldığınız bir haksızlığa karşılık verecekseniz, ancak size yapılan kadar bir karşılık verin." (Nahl/126) Yani onlar sizden bir insan şehit ettiler; savaştığınız zaman savaş kuralları içinde siz de bir insan öldürebilirsiniz. Fakat affederseniz, sabrederseniz bu sizin için daha hayırlıdır.
Eğer, Kur'an-ı Kerim'de, Seyyidina Hz. Ali'nin sözleri içinde, Efendimiz'den naklen veya kendinden, Hz. Hüseyin'in, Efendimiz'den, Hz. Ali'den veya Hz. Fatıma'dan naklen veya kendinden "Bizim yasımızı tutma adına şöyle dövünün, böyle ağlayın..." gibi bu mevzuda söylenen bir şey varsa "baş göz üstüne" der, öper başımıza koruz. Yok, eğer dinde böyle bir şey yoksa biz din adına yeni şeyler icad ediyoruz demektir. Bugün bizim ülkemizde zincirlerle dövünme yerine kan bağışında bulunuluyor ki bu çok daha insani bir uygulamadır. Kendine eziyet etmek yerine Ehl-i Beyt'in aziz hatırası için, birilerinin ihtiyacını giderecek, onlara
şifa vesilesi olabilecek önemli bir fedakârlıkta bulunuluyor. Bizim dışımızdaki yerlerde ise eski uygulamalar devam ediyor.
Vurunup dövünme, kendimize eziyet etme yerine "Allah'ım onlar mazlûmen, mağduren, zalim, gaddar bir kısım ellerle orada mahkûm edildiler, kuşatılıp şehid edildiler. Onlar o kadar günahsız o kadar
temiz, o kadar arı duru insanlar ki şimdi şu anda kanatlarıyla öbür âlemin nâmütenahî fezalarında tayeran edip duruyorlar. Allah'ım bahtına düştük, bizleri o temiz insanlara bağışla, onların o temiz silkine ilhak buyur." diye dua etmek en doğru davranıştır. Onlara dua etmek, şefaatlerini dilemek hem bizden onlara armağan hem de gelecekte bizi tanımaları için bir davetiyedir. Bu şekilde kendimizi onlara tanıtmaya çalışırız.
Mesele dinin kurallarına bağl
anmalı
Zannediyorum, birilerini can-u gönülden anma mevzuunda temel espri kavranamıyor. Her meselede olduğu gibi bu meseleyi de dinin kurallarına bağlamak gerekiyor. Yaptığımız şeyi, din adına yapıyorsak şayet, onun dinde bir mahmili olması lazımdır. Yaptığınız o şey sağlam bir dini blokaj üzerine, dinin temel kaideleri ve disiplinleri üzerine oturmalı ki o iş dînî olsun. İşte o zaman yapılan şeyler Allah indinde, Resûlullah ve
Haydar-ı Kerrar Hz. Ali indinde kıymet ifade eder.
Ben diyorum ki gelin, oturalım, burada Ehl-i Beyt-i Resûlullah'a, Efendimiz'e binlerle, milyonlarla salât ü
selam okuyalım. Onların şefaatlerine mazhar olmak, cennette onlara komşu olmak için dua dua yalvaralım.
Fakir, günde belki milyonlara iblağ ederek, ilmullaha iblağ ederek yüzlerce defa salât ü selam okuyorum. Bu, Ehl-i Beyt muhabbetinden ileri geliyor. "Allah'ım, Senin ilmin ve malumatın adedince Efendimiz'e ve onun paklardan pak tertemiz Ehl-i Beyti'ne salât ü selam olsun." diyorum. Ve ben bunu sonsuz rakama bağlıyorum. "Allah'ım, Senin ilmin sayısınca, ilminin taalluk ettiği objeler, nesneler sayısınca, ezelden ebede kadar, Efendimiz'in üzerine, muallâ Ehl-i Beyti'nin üzerine, Sâdâtinâ Hz. Hasan'ın, Hz. Hüseyin'in üzerine salât ü selam et." diyorum. Onlara karşı yapılması gerekli olan hayırlı bir şey varsa budur.
Bu matem günlerini yaşayarak yâd eden insanlarımıza düşen önemli bir görev var. Onlar, Sünnî insanları "Neden bizim gibi siz de Kerbelâ hadisesini derhatır ederek, onu yeniden bir kere daha ciğersûz keyfiyetiyle hatırlayarak vurunup dövünmüyorsunuz? Sağınıza solunuza darbeler vurup vücudunuzu yaralamıyorsunuz?" diyerek eleştirmemeliler. Aksi halde geçmişte işlenmiş bir fecaati yeniden yâd etmek suretiyle o dönemdeki kinleri ve nefretleri hortlatmış olursunuz. Bu da Müslümanlar arasında yeni ayrışmalara vesile olur. Allah korusun bu dürtülerle bir kısım insanlar bu düşünceleri realize etmeye kalkarlar.
Bugün Yezid yok; kime kin besleyeceğiz?
O cinayeti, o kötülüğü işleyen, Allah'ın cezası, yerin dibine batasıca Yezit'ti. O günün zalim Emevîler'i yaptılar o meseleyi. Emevîler'in arasında Ömer b. Abdülaziz gibi,
İslam'ı Endülüs'e taşıyanlar gibi, içlerinde çok güzel işler yapanlar da oldu. Bunları da görmezden gelmemek lazım. Şimdilerde o matemi sürekli yâd eden insanların şuuraltında bir Yezid
arama dürtüsü oluşabilir. Ama bugün Yezid yok. Öyle olunca o insanlar sanki Sünnîler aynı zamanda Yezid taraftarıymış gibi bir duyguya kapılabilirler ki bu da fitnenin en büyüklerindendir. Ehl-i Beyt'i sevmemek gibi bir ithamdan Allah'a sığınırız. Hâşâ yüz bin defa hâşâ. Biz onları sevmeyi din sayıyoruz. Böyle sun'i Yezidîler uydurmak suretiyle bir Yezidî - Ehl-i Beyt kavgasına yeniden bir zemin hazırlama riski var. Psiko-sosyolojik açıdan da dinin temel prensipleri açısından da oldukça hatarlı ve hatalı şeyler bunlar. Bize düşen şey; kendi ülkemizde o vahdeti ruhiyeyi koruma adına lazım gelen temkini, tedbiri ortaya koymaktır.
Bugün Yezid ve Yezidîler yok ama o gün ortaya çıkan Haricîlik kalıp değiştirerek, format değiştirerek günümüze kadar geldi. Günümüzde de sofiliği kabul etmeyen, İslam'ın kalbî ve ruhî hayatını inkâr eden ve her şeyi kuru naslara bağlayanlar var. Kur'an'ı olduğu gibi kabaca yorumlayan, muhakkıkîn-i müdakkikîn-i muhadissîn-i izam efendilerimizin o mevzudaki yorumlarını nazarı itibara almayan sathi insanlar haricîlerin günümüzdeki devamıdır.
Hatta denebilir ki bugün ortaya çıkan canlı
bombalar, haricî kalıntılarıdır. Neo-haricîlerdir bunlar.
Masum insanlar üzerine bomba yüklü arabalarla gitme,
intihar komandoları oluşturma işte bu
sakat anlayışın ürünüdür. Ve bunlar İslam'ın drahşan çehresini karartan yüz karası insanlardır.
Gelin, İslâm'ın etrafında surlar oluşturalım
O halde fitne ateşlerine karşı İslam hakikatinin etrafında muhkem surlar oluşturmamız lazım. Bu fitneler İslam'ın bazı surlarını yıkıp bazı bariyerleri devirebilir. Bu da bazı insanları yanlış yollara sürükleyebilir. Bu şehrahın şehrah olarak devamı ve temadisi ve burada yürüyenlerin Allah'a yürümeleri için onun etrafında surların oluşturulması lazım. Fitne nereden geliyorsa yırtıklar oradan yamanmalıdır. Hazret-i Gazalî, tecdidiyle bir yerde bir yırtığı yamamaya çalışmıştır. Şah Veliyyullah Dıhlevî, İmam Rabbânî, Mevlânâ Halid-i Bağdâdî bir yırtığı yamamaya çalışmışlardır. Hangi dönemde yırtık nerede olduysa, o yamanmaya çalışılmıştır.
Bugün başta Müslümanlar olmak üzere bütün insanlığı kasıp kavuran bir
yangın var. Yuvada, sokakta, mektepte yangın var. O zaman yapılması gereken şey o dertlerin, o problemlerin yeniden
civciv çıkarmasına meydan vermemektir. İnsanda eski duyguları, kötü hisleri tetikleyecek, kine, nefrete sevk edecek dürtülerin hortlamasına müsaade edilmemelidir. Bugün o kötü duygular hortlarsa, diyaloğun, hoşgörünün, sevginin, konuma saygının yerini alacaktır. Bir milletin fertleri olma duygusunun önüne geçecek ve Allah korusun yeni Kerbelâ'lara zemin hazırlayacaktır. Bunlara meydan vermemek için,
Sünniler cemevine, Alevîler de camiye saygı duymalıdır. Allah'a yürüyen insanlar kine nefrete yol vermemeli, her zaman el ele tutuşmalı ve bu kutlu yolculuğu birlikte sürdürmelidirler.
Bugün nerede olursa olsun ağlayan insanların ağlamasını dindirmek önemlidir. İnanan insanlar dünyası, Müslüman dünya, devletler muvazenesindeki yerini üç-dört asırdan beri kaybetmiştir. Onu yeniden o dümenin başına oturtmak çok ciddi ve en önemli sorumluluktur. O sorumluluğu yerine getirmek bütün İslam dünyasının görevidir.
1- Kerbelâ hadisesi insanın içini kanatan bir hadisedir. O günleri yâd etme adına birtakım aktiviteler icra etmek, sevmemiz gereken insanlara karşı sevgimizi ortaya koymak, karşı taraf hakkında söylenmesi gerekli olan şeyleri söylemek normaldir.
2- İnsanın, içinde Ehl-i Beyt'e reva görülen o acıyı duyması doğrudur. Hem kendi hatırlarından ötürü, hem bütün hatırları aşan Efendimiz'in hatırından ötürü, Hz. Ali'nin, Hz. Fatıma'nın hatırından ötürü onlara karşı alaka duymamak mümkün değildir.
3- Bugün Yezid ve Yezidîler yok ama o gün ortaya çıkan Haricilik kalıp değiştirerek, format değiştirerek günümüze kadar geldi. Günümüzde de sofiliği kabul etmeyen, İslam'ın kalbî ve ruhî hayatını inkâr eden ve her şeyi kuru naslara bağlayanlar var.
Not: Bu metin muhterem
Fethullah GÜLEN Hocaefendi'nin 5 Ocak 2009 tarihli
herkul.org sitesinde yayınlanan sohbetinden derlenmiştir.
ZAMAN