Üzerinden çok geçmedi, 367 tehdidini demokratik düzenimizi kilitleyecek bir yaptırıma dönüştüren
sanal muhtıra ve
Anayasa Mahkemesi kararı yayınlandı.
Ondan önce mitingler vardı, daha öncesinde de
yüksek yargı binalarına yönelik saldırılar, bombalanan kitabevleri ve misyonerlik faaliyetlerinden dolayı öldürülen insanlar. Şimdilerde ise "
cumhurbaşkanını
halk seçsin, tehlikeli olur seçmesin, sol mutlaka birleşsin, merkez sağ birlik kalsın"
tartışmaları yaşanıyor.
Türkiye 22 Temmuz'da
seçime gidecek.
Türkiye'nin seçim
gündemi birileri tarafından çalındı. Şüphesiz bunlar, üretecek
politikaları olmayan ya da politika üretmek yerine iktidarlarını koruma kaygısına düşmüş kişilerdi. Bir an için cumhurbaşkanlığı sürecinin sancısız bir şekilde sonuçlandırıldığı ve Türkiye'nin olağan seçimi beklediğini varsayalım. Türkiye'nin seçim gündemi ne olacaktı? Hangi partiler bu gündemden kazançlı çıkacaktı?
Cumhurbaşkanlığı seçiminin sekteye uğrattığı olağan siyasal süreç devam ediyor olsaydı Türkiye'nin seçim gündeminin ilk maddesi
Avrupa Birliği üyeliği olacaktı. AB ile ilişkiler son konsey raporundan sonra bir atalet ve belirsizlik sürecine girdi.
Fransa'da Sarkozy'nin başkanlığa seçilmesinden sonra hem AB'nin kendi iç dinamiklerinin ve özellikle AB Anayasası üzerine yaşanacak tartışmaların hem de genişleme süreci, Avrupa'nın sınırları ve özellikle Türkiye'nin üyeliği gibi konuların daha da karmaşık bir hale geleceği beklentisine girmek yanlış olmaz.
İç
siyasette ise bir yandan
Kıbrıs, bir yandan da
AB üyeliği sürecinin zorunlu kılacağı
demokratikleşme ve
ekonomik reformların ortaya çıkaracağı kazananlar-kaybedenler matriksi bu gündem maddesinin belirleyici unsurları olarak karşımıza çıkacaktı. Her siyasal parti,
seçmenin karşısına bir Avrupa vizyonu ile çıkmak zorundaydı. Bu gündemin özünde ise "Türk kumaşının AB'ye" uygunluğu sorusu yer alacaktı.
Seçim gündeminin ikinci maddesi ise Türkiye'de yaşanan iç göç sorunu olacaktı. Bu sorun, özellikle
PKK ile mücadelenin ekonomik açıdan geri bıraktığı Doğu ve Güney
doğu Anadolu bölgelerinden göçün Türkiye'de son on yıl içinde baş döndürücü bir demografik hareketlilik yaratmasından kaynaklanmaktadır.
İç göç sorunu, meydanların ve sandıkların bir numaralı sorunu olmaya adaydı. Suni tartışmalar ve
erken seçim yüzünden önümüzdeki yıllarda Türkiye'nin gündemini çokça meşgul edecek gibi görünen bu sorun hakkında seçimler öncesinde bir tartışma fırsatı elden kaçmıştır.
Şayet
cumhurbaşkanlığı seçimi ile oluşturulan suni gündem olmasaydı, her siyasal partinin bu sorunun çözümüne yönelik politikalar ve çözüm önerileri ile seçmenin karşına çıkması gerekecekti. Seçim öncesinde bu konuyu işleyen ve seçim sonrasında doğru politikalar üreten partiler uzun dönemde önemli kazançlar elde edecekti.
Türkiye'nin seçim gündeminin üçüncü maddesi ise
dış politika ve değişen dünyada Türkiye'nin rolü olacaktı. Özellikle ABD'nin Irak'ta çıkmaza girmesi, bölgede bir
Kürt devleti dahil olmak üzere yeniden
yapılandırma planları,
İran ile artan gerilim ve önemli enerji kaynaklarına sahip Orta
Asya ve Rusya'nın artan stratejik önemi, Türkiye'nin bu bölgede oynayacağı rolü daha da önemli kılan etkenlerdir.
Bu bağlamda, seçimin önemli gündem maddelerinden birisi de Türkiye'nin uluslararası arenada oynayacağı rol ve bu anlamda geliştirilen politikalar olacaktı. Peki bu gündem maddelerinden en kazançlı çıkacak partiler hangileri olacaktı? Son zamanlardaki duraklamalara rağmen AB üyeliği sürecinde önemli mesafeler kat eden, Avrupa başkentlerini tek tek dolaşarak Türkiye'nin imajını tazeleyen AKP, AB ile ilgili elle tutulur politikalara sahip tek parti olması ve AB üyeliğini içteki reformlar için bir katalizör olarak kullanabilme başarısından dolayı oldukça kazançlı çıkacaktı. MHP ise AB karşıtlığı olarak bilinen duruşu ile AB üyeliğinin ulusal egemenlik ve milli kültür için bir tehdit oluşturduğuna inanan kesimlerin oylarını alacaktı.
Bu süreçte, yılların ideolojik mirasının zorunlu kıldığı Batılılaşma/modernleşme savunusu ile AB üyelik sürecinin rahatsız ettiği tutucu merkez elitlerinin baskısı arasında bir gerilim yaşayan
CHP ise iki cami arasında binamaz kalarak seçmene kararlı bir
mesaj veremeyecek ve kayıpla çıkacaktı.
Seçim gündeminin üçüncü maddesini oluşturan dış politika konusunda ise yine iktidarı döneminde ABD'den bağımsız bir politika
izleme sinyalleri veren ve böylesine bir imajı oluşturabilen,
Ortadoğu ülkelerine yakınlaşan, bu bölgelerde önemli yatırımlar yapan ve bu bölgelerden gelen yatırımcıları Türkiye'ye çeken AKP en kazançlı parti olacaktı.
Müslüman ülkelerle yakınlaşma politikasına şüpheyle yaklaşan ve bunu Türkiye'de rejimin İslamlaştırılması için bir
araç olarak gören CHP ise bu alanda da kayıpla çıkacaktı.
Kasım 2002 seçimlerinde 28
Şubat sürecine karşı demokratik
sistem savunusu içine giren ve Türkiye'nin yolsuzluk ve ekonomik gelişme gibi sorunlarını çözebilme vaadinde bulunan partileri seçme iradesini ortaya koyan seçmenin, bundan sonra da kısır ideolojik tartışmalardan ziyade öncelikli sosyal, siyasal ve ekonomik sorunlara göre oy kullanacağı beklentisine girmek yanlış olmaz.
Maalesef, sorunları çözücü politikalar oluşturmaktan uzak, iktidarlarını sürdürme kaygısı içine giren sözüm ona birleşmiş merkez sağ, merkez sol ve siyaset dışı tutucu elitlerin
işbirliği ile Türkiye'nin seçim gündemi çalındı ve seçmen iradesinin sorunlar ve bu sorunlara yönelik çözümler doğrultusunda ortaya konulması engellendi. ZAMAN
FLORIDA STATE ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ
DOÇ. DR. SABRİ ÇİFTÇİ