Türkiye’ye yapılacak kötülükler üzerine...
Oyun aslında çok açık oynanıyor. Görmek isteyenler için gizlisi saklısı yok. 2002 yılı sonunda, AKP’nin
seçimleri kazanıp hükümet olmasından beri sahnede heyecanla izlenen bir oyun bu.
Adı sır değil:
AKP’yi devirmek!
Nasıl mı?
Yeni bir 28
Şubat’la...
Muhtıra ile...
Askeri
darbeyle...
Olmadı, yargısal darbeyle...
Arayışlar 2003’le birlikte başladı. Askerin doruklarında uç veren kıpırdanmalar, yargıyla üniversitenin tepelerine sirayet etti organize biçimde.
Sivil odakların bağlantı noktalarında bir kısım basın ve
emekli paşaların başını çektikleri bazı kuruluşlar vardı. Perde arkasında ilginç
işbirliği örnekleri, ‘organize işler’ sergileniyordu.
Askerin doruklarında rahatsızlığa yol açan ilk konu
Kıbrıs oldu.
Başbakan Erdoğan-
Dışişleri Bakanı Gül ikilisinin
Annan planıyla “Kıbrıs’ı satmaya hazırlandıkları” söyleniyor, bunun engellenmesi isteniyordu.
Ağır basan kaygılara gelince:
(1)Erdoğan hükümeti, AB’ye uyum ve
demokrasi diyerek askerin elini zayıflatacaktı.(2)Bu durum Türkiye’nin bölünmesine giden yolu kısaltırken,(3)siyasal
İslam‘ın güçlenmesini ve devleti adım adım ele geçirmesini hızlandıracaktı.
Ne mi yapmak lazımdı?
AKP’den kurtulmak ve AB eğer ‘özel koşulları‘mızı kabul etmiyorsa, o zaman AB’ye de sırtımızı dönerek başka sulara açılmak şarttı.
Hangi sulara?
Örneğin
Tuncer Kılınç Paşa, Milli
Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği koltuğunda otururken, AB’ye alternatif olarak
Rusya, Çin,
İran, Ortaasya sularından açık açık söz etmişti.
2003’le 2004’ün darbe tertipleri böyle bir ortamın içine oturdu.
Sarıkız ve
Ayışığı gibi isimler aldı.
Dönemin
Kara Kuvvetleri Komutanı
Aytaç Yalman Paşa’yla, özellikle Jandarma Komutanı Şener
Eruygur Paşa’ya kadar uzandı tertiplerin kökleri. Hatta MİT’in konuyla ilgili uyarıları gündeme geldi.
Bir kısım basında
manşetler atıldı, “Genç subaylar rahatsız!” diye... Yazılar yazıldı, “Ne bekliyorsunuz, elinizi çabuk tutun!” diye... “Her şeye yeni baştan başlıyoruz!” diye... Zamanın
Genelkurmay Başkanı
Hilmi Özkök Paşa’yı yıpratmak için haberler üretildi, köşeler yazıldı.
Ne çabuk unutuluyor bunlar.
Ama sonunda istedikleri olmadı.
(1)
Hilmi Özkök Paşa, askerin anayasadaki yerine sadık kalarak ‘darbe tertipleri’ni etkisiz kıldı.(2)Yeni bir 28 Şubat için büyük medya ikna edilemedi.(3)Büyük işdünyası da, büyük medya gibi, hükümetin AB ve ekonomi politikalarını desteklediği için ‘darbe tertipleri’nde yer almadı.
Ama oyun devam etti.
“AKP’yi devirmek!” oyunu, özellikle 2006’dan itibaren ‘
Çankaya Savaşları’ adı altında devam etti. Ne yapılırsa yapılacak ama
Cumhurbaşkanlığı AKP’ye verilmeyecekti. Bunun için Türkiye istikrarsızlaştırılacak, siyasal
cinayetler ile çalkalanacaktı.
Türkiye, gerçek bir hukuk skandalı olan 2007 yılı
Nisan ayındaki 367’ye ve
27 Nisan Muhtırası’na böyle geldi. Askerin gece yarısı
muhtırasıyla 367’deki parmağı ileride yazıldığı
vakit, hiç aklınızdan çıkarmayın, demokrasi açısından Türkiye’nin yaşadığı ayıplar bir kez daha hayretle görülecektir.
Cumhurbaşkanı seçimi, muhtıra ve hukuk komplolarıyla ancak dört ay ertelenebildi. 22 Temmuz seçimlerinde AKP’nin yolu kesilmek, hiç olmazsa bir
koalisyon ortağına bağlanmak istendi.
Tümü ters tepti.
Halkın muhtırası yüzde 47 oldu.
Ve
Abdullah Gül Çankaya’ya çıktı.
Fakat sona ermedi oyun.
2003-2004 darbe tertipleri geride kalmış olsa da, seçim sandığında sonuç alınmamış olsa da, askerin muhtırası seçim sandığında ters tepmiş olsa da, şimdi sırada yargısal darbe var.
Bir başka deyişle:
Askeri değil hukuki darbe!
Şunu unutmayın:
Bir askeri darbe Türkiye’ye ne kadar büyük bir kötülük yaparsa, AKP’nin kapatılması da Türkiye’ye aynı ölçüde kötülük yapar.
Siyaseti istikrarsızlaştırır.
Ekonomiyi istikrarsızlaştırır.
AB ile ilişkileri dinamitler.
Ve hiç kuşkunuz olmasın:
“Ah bir
ekonomik kriz çıksın da bu AKP gitsin!” diyenlere gün doğabilir, ama Türkiye iyice cepheleşir, Türkiye bin beter kutuplaşır.
Türkiye’yi gerçekten bölmek isteyenler de, Türkiye’yi radikal İslam’ın etki alanına çekmek isteyenler de, hiç kuşkunuz olmasın, AKP’nin kapatılmasına çok sevinirler.
Kim bilir kaçıncı kez yazıyorum bunları. Ama yazmayı sürdüreceğim.
Çünkü Türkiye’de rejime dışarıdan müdahaleler, muhtıralar, darbeler, bu
ülkede demokrasinin yerleşmesini,
siyasetin olgunlaşarak taşlarının
yerli yerine oturmasını sürekli geciktiriyor.
Askerin işi siyaset değildir.
Ülke savunmasıdır.
Yargının işi siyaset değildir.
Hukuktur, hukuk devletidir.
Türkiye’yi kimlerin yöneteceğine seçim sandığında millet karar verir. Bu mekanizmaya dışarıdan müdahale demokrasiye aykırıdır ve Türkiye’ye kötülüktür.
Bu kötülüğe ortak mı olacaksınız? Yoksa demokrasiden yana mı çıkacaksınız?
Soru budur.
Üçüncü yazı yarına...
HASAN CEMAL/MİLLİYET