Türk Baasçılığı
Baasçılık, yalnızca Araplara özgü bir ideoloji veya hareketin adı değildir. Doğum yeri
Irak ve
Suriye gibi ülkeler olsa bile Baasçılık
demokrasi karşıtı bir ideolojik zihniyetin adıdır.
Anayurdu
Fransa olan Jakobenliğin Arap topraklarında daha sapkın bir biçimde boy atmış halidir Baasçılık. Jakobenlik nasıl Fransa'ya özgü değilse artık Baasçılık da Araplara özgü değildir. Türk Jakobenlerden söz etmek ne kadar doğruysa Türk Baasçılarından söz etmek de o kadar doğrudur. Baasçılık, asker-aydın ittifakını esas alan bir
devrimci-
darbeci ideolojinin adıdır. Baasçılık, ırkçı ve otoriter bir ulusçuluk ideolojisinin adıdır.
İlhan Selçuk ve Yalçın Küçük gibi aydınlar bal gibi Baasçıdırlar. Her ikisinin karakteristik özelliği, darbeci olmalarıdır. Bu ülkenin seçilmiş hükümetinin ordu veya yargı kurumu tarafından alaşağı edilmesi gerektiğini savunan her ikisi de Türk Basçılığının ideolojik mimarları konumundadır. Yalçın Küçük komplo teorileri ve hezeyanlarıyla meşhur bir Baasçıdır. Darbecidir. Cuntacıdır. Geçenlerde
Kanal D'de katıldığı
32. Gün programında söyledikleri, ulusalcı-cumhuriyetçi seçkinlerin aynı zamanda ne kadar demokrasi karşıtı olduklarının ifadesiydi. Küçük mealen şöyle diyordu:
AK Parti'ye verilen oyların kıymeti yoktur.
AK Parti ve
Başbakan için yolun sonu görünmüştür. Göreceksiniz AK Parti kapanacak ve Başbakana
siyaset yasağı getirilecektir. -
Başsavcılık iddianamesi, bir devrim sürecinin başlangıcıdır. Bu sözler, milyonlarca yurttaşın karşında sıkılı yumruklar eşliğinde şiddetle ve hiddetle söylenebiliyorsa, nasıl bir tehlikeyle yüz yüze olduğumuzun resmidir bu!
Baasçı Küçük gibi Marksist-sol tandanslı aydınlar, askersivil bürokrasinin müttefiki bir pozisyonda durmaktadırlar. Komplocu, paranoyacı, darbeci ve cuntacı bir anlayış... Halkın iradesini önemsemeyen ve
halkın değerlerini "tehdit" kapsamında değerlendiren bir anlayış...
Özcesi, seçkinciazınlıkçı bir dikta rejimini savunan bir anlayış... Demokrasilerde çoğunluğun her istediğini yapamayacağını söyleyen bu Baasçı anlayış mensupları, kendilerini hiçbir şekilde seçilmedikleri halde "onay mercii" olarak görüyorlar. Kendilerinin çizdiği "ideolojik çerçeve"nin dışına çıkıldığı an, gerekirse çoğunluğun iradesine dayanan bir Hükümetin askeri veya yargısal yollarla pek ala alaşağı edilebileceğini pervasızca savunmaktan geri durmamaktadırlar. Türk Baasçılığı "
laiklik" ve "
Cumhuriyet" üzerinden çok tehlikeli oynuyor. Ne demokrasi tanıyor, ne halkın değerlerine ve
yaşam tarzına saygı nedir biliyor. Bu ülkenin seçilmiş Hükümetine karşı darbe çağrısında bulunacak kadar da tahrikçi ve
provokatör bir misyon yükleniyor.
Saddam Hüseyin Baasçıydı. Darbe yaparak iktidara gelmişti. Onun ülkesinde de Cumhuriyet vardı. Ama Saddam'ın Cumhuriyetinde halk yoktu. O Cumhuriyet demokrasiden yoksun kanlı bir diktatörlüktü. Saddam'ın Cumhuriyeti militarist-seçkinci bir azınlığın diktasına dayanıyordu.
Türk Baasçılarının "Dayan Saddam dayan!" diye meydanlara dökülmesi boşuna değildi.
Türkiye'de
kavga, demokrasiden yana olanlarla işte bu demokrasiye karşıt Türk Baasçıları arasında cereyan etmektedir. Bu bir zihniyet mücadelesidir. Küçük'ün öngörüsüne uygun bir
mahkeme kararı çıkarsa Türkiye toplumunun yargıya güveni kalır mı? Umarım ve dilerim Baasçılık galip gelmesin. Baasçılık galip gelirse Türkiye'nin gideceği yer bellidir.
KURUMLARIMIZI YENİDEN YAPILANDIRMALIYIZ!
Deniliyor ki,
Cumhuriyet Başsavcısı veya
Anayasa Mahkemesi üyeleri Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül tarafından atanmış olsaydı, AK Parti hakkında böyle bir
kapatma davası hiçbir şekilde açılmazdı, açılsaydı da kapatma kararı çıkmazdı! Deniliyor ki, hukuksal metinler kimin nerden baktığına bağlı olarak pekala farklı yorumlanabilir. Yani sözgelimi siz demokrat biriyseniz mevcut hukuksal metinleri özgürlükçü bir anlayışla yorumlarsınız. Veya otoriter-
yasakçı bir ideolojik anlayışa sahipseniz, doğallıkla bu anlayışınıza uygun bir çıkarımda bulunursunuz. İkincisi doğru ve yerinde bir saptama.
Çünkü dini metinler için de geçerli aynı
okuma tarzı. Ama birincisi eğer doğruysa oturup düşünmek lazım. Bu durumda açılan
kapatma davasının siyasi bir niteliğinin olmadığını söylemek inandırıcı olmaz asla. Kişisel kanaatim o ki, eğer
Anayasa Mahkemesi'nin üyelerinin çoğunluğu şimdiki Cumhurbaşkanımız tarafından atanmış olsaydı, AK Parti'ye ve Cumhurbaşkanına yönelik böyle bir dava açılmazdı!
Erdoğan Teziç başkanlığındaki YÖK ile şimdiki YÖK arasındaki yaklaşım farklılığı bu sorunun çarpıcı bir yanıtını oluşturuyor bence. Dünkü YÖK'e sahip çıkanlar bugünkü YÖK'e ateş püskürüyorlar! Bu aynı zamanda şu anlama geliyor: Sistemin özünde veya kurumsal yapılanmanın kendisinde sorun var. Kurumların yöneticileri veya üyeleri değiştiğinde bir kısım yurttaşlarımızın güven duygusunda ciddi bir
erozyon meydana geliyorsa burada yapılması gereken tek bir şey var demektir. O da, kurumların herkese güven verecek bir anlayış temelinde yeniden
yapılandırma yoluna gitmektir.
MEHMET METİNER/BUGÜN