Tüm bu soruların cevabı...
* ABD'nin
Irak işgali sonrası
Türkiye, Irak denklemi dışında kalmıştır. Türk ordusu, 80'li yılların ortalarından beri
Saddam Hüseyin rejiminin onayıyla Irak sınırları içerisinde
PKK militanlarını kovalamaktaydı. Kovalamaca II.
Körfez Savaşı sonrası tam bir
özgürlük içinde 2003 yılı başında Irak'ın işgaline kadar sürdü. Bugün ise Türkiye kendini Irak denklemine doğrudan etki etmekten uzak bir noktada bulmaktadır.
* Türkiye'nin Irak'la ilgili çekinceleri gerçektir. Irak
Kürtlerinin
bağımsızlık niyetleri daha önce eşi benzeri görülmemiş bir şekilde zirveye çıkmıştır.
Kürtler için kültürel bir simge v
e devletin
ekonomik olarak bel kemiğini oluşturan
Kerkük kentinin Kürt
bölgesine ilhakı, adım adım hayata geçmektedir. Şu an bölünmüş bir şekil arz eden Irak'ta, bağımsız bir Kürt 'devlet'inin kurulduğunu gösteren her türlü öğe, simge ve emare yer almaktadır.
* Türkiye içindeki Kürtlerin durumu da bilfiil daha önce görülmediği şekilde zirveye çıkmıştır. DTP yöneticileri ve Mesut Barzani'nin açıklamalarıyla Diyarbakır'dan Kerkük'e uzanan kan bağı en üst düzeydedir. Öte yandan PKK da Türkiye'de askerî harekât açısından hâlâ büyük bir güce sahip. Abdullah Öcalan'ın tutuklanmasının, bu örgütün faaliyetlerine ve canlanmasına karşı bir etkisinin olmadığı görülüyor. Bu durum da Türkiye'deki çevrelerin kafasını kurcalayan soruların eksenini oluşturuyor.
* Kürt
tehlikesine karşı Türkiye içinde de birleşik bir tutum bulunmamaktadır. Türkiye'nin karşı karşıya bulunduğu en tehlikeli durum da resmi ve
halk düzeyinde görülen bölünmüşlüktür. Irak'taki yeni durumu veya vakıaları anlamaya yahut kabullenmeye hazır olmayan birilerinin olduğu apaçık ortadadır. Irak'taki Kürt liderlere sadece aşiret reisi gözüyle veya Kerkük'ü Türkiye'nin bir parçası olarak görme eğilimi devam etmektedir. Türklerden oluşan bir
ekip, bir yandan
Kuzey Irak'taki duruma daha gerçekçi bakmaya çalışırken, bir yandan da
ülke içindeki aşırı güçlerin etkisine girmektedir. Şu ana kadar uygulamaya geçirilmeye hazır, kapsamlı bir teori veya netleşmiş
siyaset bulunmamaktadır.
* PKK'nın baharda giriştiği eylemler ise yeni değildir. Zira bu eylemler her bahar başlangıcında yinelenmektedir. Bu nedenle Türkiye'nin askerî müdahale tehdidi bu açıdan inandırıcı değildir. Aksine bu konu, aşağıda belirttiğimiz başka birçok etmene bağlıdır. Bunlar:
o 2007 yılı, Kerkük için önemli bir yıl. Kentin
Kürdistan bölgesine katılıp katılmayacağının belirleneceği
referandum yapılacak. Bu adımın gerçekleşmesi durumunda Kuzey Irak'taki Kürk devleti için tarihî bir gelişme olacak ve bu durum aralarında Türkiye Kürtlerinin de bulunduğu bölge Kürtlerinin ulusal hedefleri açısından cesaretlendirici olacaktır. Türkiye'nin askerî müdahale tehdidi ise Kerkük'ü Irak Kürdistan'ına katılımını engelleme çabaları çerçevesinde gerçekleşmektedir.
o Kürt 'devlet'i daha fazla bağımsızlık kazanma yönünde ilerlemektedir. Zira son olarak ABD, Irak'ın kuzeyinde güvenliği
peşmerge güçlerine bıraktı. Bu da yeni oluşumun Türkiye'nin herhangi bir askerî müdahalesine karşı kendini koruma gücünü ispat etmesi açısından son derece önemli işaretler taşımaktadır. Diğer taraftan Türkiye'nin müdahale tehdidi, Türkiye'nin onayı olmaksızın Kürtlerin güvenliklerini sağlayamayacağı yönünde
seri bir
mesaj olma anlamı taşımaktadır.
o Irak'taki
Amerikan krizinden çıkış yolu arandığı ve bu ülkenin geleceğinin ana hatlarıyla şekillendirilmeye çalışıldığı bir sırada Türkiye'den gelen müdahale tehdidi, tehlike kılıcının Irak Kürtlerinin boyunlarına musallat bir şekilde kalmasını hedeflemektedir.
o Ancak hiç kimse Irak sınırında gerginliğin tırmanmasını Türkiye'deki iç siyasetten ayrı tutamaz.
Ordunun geçtiğimiz 27 Nisan'da gece yarısı yayınladığı
muhtıra sonrası meydana gelen siyasî duruma paralel olarak askerî müdahale tehdidinin zamanlaması ise son derece önemlidir.
o Şurası da açıktır ki ordu ve radikal laikler Adalet ve Kalkınma Partisi'nin yürüttüğü siyasete karşı hücum başlatma kararı almıştır. Irak'ın kuzeyinde çatışmanın fitilini
yakmak suretiyle ülkede askerin konumunu güçlendirmek, Türk halkının bu tercihe karşı desteğini de artıracaktır. Özellikle AKP, Kürtlerle diyalogdan yana bir tavır takınmışken... PKK eylemlerinin tırmanışa geçmesi ve 'siyasî bir karar' olmadan askerî bir
yanıtla Türk kanının akıtılmasının sorumluluğu AKP'ye yüklenecek ve AKP, kamuoyu gözünde Türk kanının akmasından sorumlu olunca halk desteği gerileyecektir.
Askerî müdahale tehdidi AKP'ye karşı planlanan
baskı halkalarından yalnızca birini oluşturmaktadır. AKP zayıflar ve seçimlerde oy kaybederse Türkiye'nin Kuzey Irak'a müdahale olasılığı da azalır.
o Türk ordusu, özellikle de herkesten önce
Genelkurmay Başkanı
Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Irak'ta gerçekleştirilecek herhangi bir askerî müdahalenin Türkiye'nin NATO müttefiki ve Irak'taki fiili 'komşusu' ABD'ye karşı bir savaş ilanı anlamına geleceğini bilmektedir. Türk ordusu, gerçekten ABD'yle çatışma anlamına gelecek bir müdahaleye girişecek midir? Yanıt ise bin kere 'hayır'.
o Türkiye'deki radikal laikler ve asker, ülkeyi antidemokratik yollarla siyasî ve toplumsal çatışmaların içine çekmektedir. Bugün bu grup, Türkiye'yi ne ülke içinde ne de Irak'ta kesinlikle
Kürt sorununa bir çözüm getirmeyecek bir maceraya sürüklemektedirler. İç siyasî çekişmeleri
tasfiye etmek amacıyla 22 Temmuz seçimleri arifesinde Kürt kozunu kullanmak, ayıplanacak bir durum olup iç istikrarla oynamak demektir. Ayrıca kaçmak suretiyle köklü bir çözüm yolu bulunamayan Türkiye'deki Kürt sorununa yönelik '
derin devlet' güçlerinin yürüttüğü yanlış politikaların devamı anlamına gelmektedir.
Recep
Tayyip Erdoğan, 2005 Ağustos'unda 'Kürt sorunu' varlığını kabul etmiş ve sorunu farklı yönleriyle ele almak amacıyla Türk aydınlarla bir araya gelerek önemli işaretler vermişti. Bu, gerçekten olumlu bir adımdı. Ancak ülke içindeki duruma yönelik köklü ve daha cesur adımlar atılması gerekmektedir. Irak bataklığında savaşa girmek ise er ya da geç Türkiye'nin Iraklaşması anlamına gelir.
PROF. DR. MUHAMMED NUREDDİN - LÜBNAN STRATEJİK ARAŞTIRMALAR MERKEZİ BAŞKANI