İddia edildiği gibi davanın
Türkiye’de çoğulcu demokrasinin yerleşmesi yönünde büyük bir adım değil, otoriter tek parti yönetimi doğrultusunda atılmış büyük bir adım haline dönüşmesinden endişe ediliyor.”
Ergenekon karşıtlarının son umudu haline gelen Britanyalı gazeteci Gareth Jenkins imzalı Gerçek ile Fantezi Arasında: Türkiye’nin Ergenekon Soruşturması
raporunun giriş bölümü Türkiye’deki siyasi tartışmada bir kesimin mottosu haline gelen bu epey tanıdık iddiayla bitiyor.
Zannedildiğinin aksine, 83 sayfalık raporun sadece 22 sayfası, biri 2455, diğeri 1909 sayfa olan Ergenekon’un ilk iki iddianamesiyle ilgili. Yine de rapor, Ergenekon iddianamelerini okumama konusunda büyük bir direnç gösteren Türk kanaat önderleri ve gazetecilerin “okunmuşu var” ihtiyacına çare olmuş gibi.
Herhalde Türkiye’de AKP karşıtı herhangi bir
politika editörü tarafından iddianameler okunmadan, birkaç günlük bir
Google+' class='textetiket' title='Google haberleri'>Google taramasıyla rahatlıkla yazılabilecek, Ergenekon ile ilgili söylenmemiş hiçbir şeyi söylemeyen raporun yazarı da Türkiye’deki bu ilgiden dolayı şaşkındır.
Çünkü sıradan bir Türk okuyucusuna “yeni başlayanlar için Ergenekon” kıvamında gelecek raporun esas
hedef kitlesi her şeyin
Türkçe cereyan ettiği Ergenekon Davası konusunda ilk elden bilgi sahibi olamayan dünya kamuoyu. Rapor Ergenekon konusunda Türkçe bilmeyen dünya için ilk elden değerlendirme içeren ilk kaynak olma vasfına sahip. Dünyanın Ergenekon’u ilk olarak bu rapordan öğrenmesi ise epey büyük bir şanssızlık.
Tarafsızlık miti
Raporun hem içeride hem de dışarıda bu kadar ilgi görmesinin altında Türkiye’yi taraftarları ve karşıtları olarak ikiye bölen Ergenekon Davası hakkında ‘tarafsız’ kalacağı düşünülen bir
İngiliz gazetecinin elinden çıkmış olmasının yattığı muhakkak.
Ama raporu okuyanların şaşkınlıkla karşı karşıya kaldığı gerçek şu ki bu İngiliz gazeteci 20 yıl yaşadığı Türkiye’de çoktan “tarafını” seçmiş.
Rapordaki maddi hatalar, üzerinden atlananlar, görmezden gelinenlere daha sonra gelmek üzere ilk olarak üzerinde durulması gereken de herhalde raporun tümüne sirayet etmiş bu tarafgir politik dil.
Jenkins, 1989’dan beri İstanbul’da yaşayan, İngiliz The Sunday Times’tan, Mısır’ın El Ahram gazetesine kadar çalışmış, istihbarat, asker-
sivil ilişkileri,
terör konularında raporlar ve kitaplar yazmış bir gazeteci-yazar.
Political Islam in
Turkey : Running West, Heading East ve Context and Circumstance: Turkish Military and Politics adlı yayımlanmış iki kitabında yazdıkları ve başka makalelerinden anlaşılacağı üzere Jenkins, Türkiye’deki askerî
vesayet rejiminden çok Türkiye’nin
batıdan kopup bir
İslam devletine doğru gitmesinden yana dertli bir batılı.
“Kemalist Batılılar”
Ama rapor, Jenkins’in kendi inisîyatifiyle hazırladığı bir gazetecilik ürünü değil,
sipariş üzerine yapılmış bir çalışma. Siparişi veren
Washington-Stockholm’de
ofisleri bulunan The Central Asia-Caucasus Institute ve Silk Road Studies Program’larının bir araya gelmesiyle oluşan A joint Transatlantic Research and Policy Center adlı bir düşünce kuruluşu.
İsveç’te yaptığı bir toplantıya katılan
Şahin Alpay’ın “Batılı Kemalist” olarak tanımladığı merkezin 2006 yılından beri Türkiye üzerinde çalışan bir birimi var. Jenkins’e hazırlatılan Ergenekon raporu o birimin son çalışması. Türkiye ile ilgili önceki çalışmaların başlıklarına bakmak ise merkezin Türkiye ile ilgili derdini anlamak için yeterli:
Retorik ve Gerçek: AKP’nin Liberal Vizyonu, AKP Yarı- Otoriterliğin Daha Ürkütücü bir Versiyonuna mı Giriyor, Türkiye Batıdan Uzaklaşıyor, Türkiye’nin Laik ve Üniter Geleceği, Türkiye Seçimleri: Demokratik İslamcılar mı?, Kemalizmin Yeni bir Formu Daha İyi bir Dost Olabilir.
Merkezden çıkan yayınlar arasında adı Türkiye’de
darbe vakti tahminleriyle gündeme gelen Zeyno Baran’ın
Amerikan Senatosu’nda yaptığı “Türkiye’deki Generalleri Yanlış Okumayın” başlıklı konuşması da var.
Merkez daha önce de Türkiye ile ilgili Gareth Jenkins’e raporlar hazırlatmış. Jenkins “Türkiye ve AB” konulu raporunda özetle “AKP’nin AB için hiçbir şey yapmadığını, İslamcı bir ajandası olduğunu, batıdan koptuğunu” anlatıyor. Diğer raporun ise adı yeterli: Üçüncü Ergekenon İddianamesi Türkiye’deki Hukuk Sistemi Hakkındaki Endişeleri Güçlendiriyor.
“Sevr AB’nin Son Çığlığı”
Merkezin İsveç’teki Türkiye çalışmalarının başında Halil Magnus Karaveli adlı bir Türk uzman bulunuyor. Karaveli, Atatürkçü gazeteci yazar Orhan Karaveli’nin İsveç’te yaşayan oğlu. Merkezin Jenkins Raporu’nun da aralarında olduğu Türkiye ile ilgili çalışmalarının arkasında olan Karaveli’nin adını
Cumhuriyet gazetesinin ikinci sayfasına yazdığı yazılardan hatırlayanlar olabilir. Hatırlamayanlar için o yazılardan birkaçının başlığını vermek yine tek başına yeterince açıklayıcı olacak: İkinci Sevr AB’nin Son Çığlığı, Batı Atatürk’ü Niye Sevmez, Liberalizm Gerçek Dinazorluk.
İsveç’te bir gazetenin başyazarlığı yapan Karaveli’nin
Orhan Pamuk konusundaki çizgisi de Kemal Kerinçsiz’den bir adım ileride değil.
Jerusalem Post ekibinden
Jenkins’in Ergenekon raporuna giriş yazan merkezin araştırmalar direktörü Svante E. Cornell’ın adını ise son zamanlarda AKP karşıtı neo-con çevrelerin sıklıkla boy
gösterdiği İsrail’de yayımlanan sağcı The Jerusalem Post sayfalarında görmek mümkün. Cornell’ın Jerusalem Post’da çıkan son yazılarından birinin başlığı: Türkiye Batı’dan Kopuyor mu?
Raporun arkasındaki tüm siyasi bagaja rağmen yine de dürüst ve
teknik bir araştırmayla ortaya tarafsız bir çalışma çıkması mümkün olabilirdi.
Ama Jenkins siparişi aldığı merkezin siyasi dili içinden konuşmayı
tercih etmiş.
Ordu karşıtları
‘zavallı’ orduya karşı
Jenkins’in Türkiye’sinde AKP yanlısı medya var (Taraf da bunlar arasındaki en iddialı ordu karşıtlarından biri olarak geçiyor),
Kürtler, AKP’liler ve bir grup solcudan oluşan ordu-karşıtı çevreler var ama AKP karşıtı medya ve ordu yanlısı çevreler yok.
Rapordaki Türkiye sanki beş askerî darbe olmamış, askerî vesayetin hükümetlerin ensesinde olmadığı bir
ülke.
Ergenekon davasının soruşturduğu ana konulardan biri olan 2003-2004’teki
darbe planları raporda hemen hemen “generallerin
gençlik hatası kıvamında” işlenmiş. Bir türlü ne olduğu söylenmeyen 27
Nisan muhtırası ise Büyükanıt’ın günün sonunda AKP’ye yarayan çocukça davranışı.
Ergenekon ise ordunun bu kadar güçsüz ve beceriksiz olduğu Türkiye’de 22 Temmuz seçimlerinden sonra kendilerine olan güvenleri yerine gelen AKP’li, İslamcı, solcu
köşe yazarı ve televizyon yorumcularının karşı taarruzu.
Rapora göre Ergenekon’un arkasında “Devleti ele geçirip bir İslam devleti kurmak isteyen” Gülenciler ve onların
komplocu zihniyetleriyle 7“İslamcı ofis boyluktan, hahamlığa” uzanan garip hikâyesine uzun uzun yer verilen ve soruşturmanın başlangıç noktası gibi gösterilen
Tuncay Güney’in ifadeleri var. Tabii bir de “Hizbullah’ı bile
derin devlet bağlantılı sanan” İslamcı ve Kürt milliyetçilerinin komplo teorilerine yatkın zihniyetleri.
Bütün bunların üzerine samimiyetinden kuşku duyulmayacak bilgisizlikler de eklendiğinde Ergenekon’un bir fanteziden ibaret olduğunu düşünmek için Türkiye’de yaşayan bir İngiliz olmaya gerek kalmıyor.
Sadece şu cümle bile rapora hâkim olan bakış açısının anlaşılması için yeterli:
“
Ergenekon soruşturması Türk ordusunun karşıtlarının yargı üzerindeki etkilerini kullanarak orduyu itibarsızlaştırmaya dönük ilk çabası değil.”
Bu cümlenin ardından anlatılmaya başlayan ordunun yargı eliyle itibarsızlaştırıldığı ilk olay ise
Şemdinli Davası.
YILDIRAY OĞUR-TARAF