Gerçek Kuvvacılar "D" Tipine Karşı
Birinci Dünya Savaşı kaybedilmiş,
İstanbul işgal altına alınmış Türk milletine dayatılan “Sevr” uygulamaya geçirilmeye başlanmıştı.
Osmanlı devletinin pek çok toprağı koparılmış ve işgal edilmişti. Ama bu işgalciler Türk milletinin son
toprak parçası
Anadolu’ya da göz dikmişler, orayı da kendi aralarında parsellemeye başlamışlardı.
Yunanlılar bir taraftan, İtalyanlar,
Fransızlar diğer taraftan Anadolu’yu işgal etmekteydiler.
Anadolu insanı son iki asırdaki bütün savaşların yükünü çekmiş yıpranmıştı. Yemende, Cihan Harbi cephelerinde ve
Çanakkale’de hep Anadolu insanı mücadele vermiş ve bu mücadeleler sonucunda hem maddi olarak, hem nüfus açısından tükenmişti. Köylerde
tarla-tokat işini yapacak erkek kalmamıştı. Dile kolay 10 milyon nüfusa sahip bir millet sadece Çanakkale’de 250.000 insanını şehit vermişti.
Fakir, savaşlarda tükenmiş milletin işgallere direneceğine ihtimal verilmiyordu. Bu nedenle Anadolu coğrafyası da
ameliyat masasına yatırılmış ve parsellenmişti.
Orduları
tasfiye edilmiş, bütün limanları işgal edilmiş, başkenti zapt edilmiş, devleti teslim alınmış, tükendi-bitti denilen bu millet; her şehirde eşraftan insanların organizasyonuyla “Müdafaa Cemiyetleri” kurmuştur. Düşmana karşı mücadele etmek için istişareler yapılmış, milis güçler oluşturulmuş ve bunlar mevcut imkânlar çerçevesinde
silahlandırılmıştır. Yani “derin millet” vatanını, istiklalini kurtarmak için harekete geçmiştir.
Mustafa Kemal mücadelesini Anadolu’da oluşmuş bu hareketlere bina ederek, “Kuvayı Milliye”yi kurmuştur. Milli Mücadeleyi bir kimseye, bir lidere endeksli hale getirmek (bu
Atatürk bile olsa) millete haksızlıktır. Zira bu müdafaa, mücadele ne ilkti, nede son olacaktı. Bu millet tarihin pek çok defa şahit olduğu üzere, bütün ümitlerin tükendiği zamanlarda küllerinden yeniden dirilmesini bilmiş, varlığını ve istiklalini devam ettirmiştir.
Türk
demokrasi tarihinin en demokratik, en nitelikli, temsil oranı yüksek
Meclis’i Birinci meclistir.
Kurtuluş Savaşını bu meclis yürütmüş, milleti, imkânları ve insanları işgale karşı bu meclis organize etmiş ve zaferleri bu meclis kazanmıştır.
“Milli müdafaa” bu fakir ve tükenmiş milletin canhıraş mücadelesidir. “Kuvayı Milliye” eli silah tutan erkeklerinin pek çoğunu önceki savaşlarda yitirmiş bu çilekeş milletin kurduğu direniş ordusudur. Bu mücadelenin en önemli motivasyon aracı, dinin, vatanın, namusun kafir eline geçmemesiydi. Mabetlerimize namahrem eli değmemesi, ırzımıza tasallut edilmemesiydi.
Maraş’ta direnişi başlatan Sütçü
İmam Fransız’ın eli bir bacının yaşmağına uzandı diye Maraş’ı kana bulamıştı.
Millet savaşların yorgunluğuna, yokluğa, kıtlığa, meydan okuyarak içinden yeni liderler çıkarmış, milli kuvvetlerini kurmuş ve düşmana karşı onurluca bir “Milli Müdafaa” vererek yurdunu kurtarmıştı. Ama çok geçmeden milletin içine yerleşmiş, işgalcilerle iş birliği yaparak Osmanlı devletini yıkan “D
tipi” (Dönme)
kripto yapılar yeniden sahne aldılar. Planlı ve organize bir şekild
e devleti ve devletin
kilit noktalarını ele geçirdiler. Bu defa, Milli mücadele veren, varını yoğunu canını-çocuğunu ülkesi için feda eden fakir Anadolu insanını kulvar dışına iterek, etkisiz hale getirmekle yetinmediler.
Kavramlarımızı, kutsallarımızı teslim aldılar. Milli sembollerimizi gayrı milli
hedefleri doğrultusunda ustalıkla, iki yüzlü biçimde kullandılar. “
Vatan” dediler ama sürekli vatanın altını oydular. “Bayrak” dediler,
bayraklarla millete rağmen mitingler,
gösteriler düzenlediler, ama sürekli bayrağın dalgalandığı coğrafyayı sıkıntıya soktular. “Kuvayı Milliye” adında nevzuhur hareketler ortaya çıktı. Ama bu hareketler milletin kuvvetini kırmaktan, millete karşı provokasyonlar hazırlamaktan başka hedef gütmedi. “Milli Mücadele” dediler ama mücadeleyi millete karşı verdiler. “Tam
bağımsızlık” dediler ama bağımsız, güçlü, kendi ayakları üzerinde duran bir
Türkiye olmaması için sürekli işleyen çarka çomak soktular. Vatan evladını “Amerikancılıkla” suçladılar, ama kendileri bitevi ABD-İSRAİL güdümünde yol aldılar.
Bunların “ULUSALCILIK” dediği şey ulusu aristokratik bir azınlığın mengenesinde tutmaktan başka bir şey değildi. Kurdukları
terör ve tedhiş örgütünün adına “ERGENEKON” dediler. Tarihte Türkler
Ergenokonla bir çıkış yapmışlardı, kurtulmuşlardı. Bunların “ERGENOKON”u ise milleti antidemokratik, hukuk dışı, derin, karanlık, dünyaya kapalı bir anlayışa mahkûm etmeyi amaçlıyordu.
Kökü karışık, milletten kopuk, değerlerimizle kavgalı “D tipi” bir yapı; ülkenin ve milletin üzerine “karabasan” gibi çöktü ve yıllarca içi boşaltılmış, farklı anlamlar yüklenmiş kavramlarla bizi dövdü. Bayrak, ulus, bağımsızlık, Atatürk,
Cumhuriyet,
laiklik gibi kavramları istedikleri gibi yorumlayarak millete karşı kullanılan silahlar haline getirdiler. “Terör”, “irtica”, “Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı”, “şeriatçılık”, “bölücülük”, “vatana
ihanet” vs. gibi insanları töhmet altına sokan kavramları özellikle muğlak bıraktılar. Bunlara net, hukuki tanımlar yapmaktan ısrarla kaçındılar. Devletin ve ülkenin kilit noktaları kendi ellerinde olduğu için bu kavramların müphem, esnek bırakılması; yoruma açık tutulması işlerine geliyordu. Zira hangi kavramı nasıl isterlerse öyle yorumlayabiliyor; bu kavramları “bir
sopa” gibi kullanarak, istediklerini cezalandırabiliyorlardı.
Ama son yıllarda millet uyanmaya, bu “D tipi” tezgâhı çözmeye başladı. Her gün “Türkiye Türklerindir” sloganıyla yayın yapan tefrikanın kurucularının ve mevcut sahiplerinin kimler olduğunu öğrendi. En “millici”, “ulusalcı” görünenlerden pek çoğunun 2 göbek önceki dedelerinin nereye dayandığını belledi. Her gösteride al bayrakları millete karşı sallayan
naylon müdafaa-i milliyecilerin gerçekte bayraktaki hilalden rahatsız olduklarının farkına vardı. İçinde fazlaca “
Allah” geçiyor diye
İstiklal Marşı’ndan, dini bütün diye yazarından rahatsız olan; ama “istiklal”, “tam bağımsız Türkiye” diye slogan atanların gerçek yüzünü keşfetti.
Kendi hesapları ve
azınlık çıkarları adına TSK’yı millete karşı kullanmaya çalışan “
darbe çığırtkanlarını”, emeksiz para kazanmaya alışmış “şişman kedileri”, milleti dikkate almadan
siyaset yapma uğraşındaki “uzatmalı çavuşları” millet sobeledi.
Ergenekon Soruşturmasını yürüten savcıları, yargıçları tanımam.
Taraf gazetesine her biri “vatana ihanet belgesi” olan evrakları kimlerin sızdırdığını bilemem. Millete tuzaklar kurmak,
kaos ve kargaşaya sürüklemek üzere yapılandırılmış para-militer yapıları kimlerin deşifre ettiği hiç önemli değil. Ergenokon soruşturmasının ve
kapatma davasının birbirinin rövanşı olup olmadığı, Başbuğ- Erdoğan görüşmesi beni çok da alakadar etmiyor.
Birileri yine kavramları-kutsalları (
Ulus, ulusalcılık, bağımsızlık, Atatürk, Cumhuriyet, bayrak vb.) milleti dövmek ve milletin önünü kesmek için kullanıyor, kullanacak.
Ama artık gayrı milli unsurların ve
yabancı güçlerin kontrolünde olan “Derin Devlet”in karşısında “Derin Millet” var.
İnsanımız kimin ne dediğine, hangi sloganı attığına, hangi edebiyatı parçaladığına bakmıyor. Ne yaptığına, kimlerle beraber olduğuna, millet ve değerleri karşısında nerede durduğuna bakıyor.
“Gerçek Kuvayı Milliye” (mili kuvvetler), naylonlarına, sahtelerine, kriptolarına karşı harekete geçti. Öldü, sindirildi, kuşatıldı denilen Türk milleti yeniden, kendi olarak ve kendi değerleriyle diriliyor.
Necip Fazıl’ın “Yüzüstü çok süründün ayağa kalk
Sakarya” seslenişine
cevap veriyor.
Millet uyanıyor, millete kurulan 2-3 asırlık tuzaklar deşifre ediliyor. Ama hala bazı kara Türklerin, kripto ecnebilerin ve onların sahte (millet-vatan-cumhuriyet) söylemlerinin peşine takılıp gitmeleri beni kahrediyor…
YUSUF GEZGİN/AKTİFHABER