"
Hakim Bey,
Allah bizi affetsin, günahımız çok büyüktür. 31
Mart uydurma ihtilâli hazırlandığı zaman ben Talât Bey'e bundan kaçınılması lâzım geldiğini söyledim. Beyhude yere kardeş kanı dökülmesinin ne büyük
cinayet olduğunu anlattım. Aldığım
cevap şu oldu: Ne yapalım Rıza Bey, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin paraya ihtiyacı var. Bu ihtiyacı ancak
Yıldız Sarayı'nın zenginliği ve oradaki hazine karşılayabilir."
Meşrutiyet'in ilanında olsun, 31 Mart ayaklanmasında olsun ön saflarda mücadele veren Filozof Rıza Tevfik, yalnız yazdığı o 'tehlikeli' şiirle II.
Abdülhamid'in manevî şahsiyetinden özür dilemekle yetinmeyecek, aynı zamanda bazı kişilere nedametini böyle dile getirecekti.
Miladi takvimle 13
Nisan'a tekabül eden 31 Mart 1325 (1909) kanlı ayaklanması, bir dizi zincirleme reaksiyonla II. Abdülhamid'in tahttan indirilip sürgüne gönderilmesine varan olayları tetiklemiş, yakın tarihimizde neredeyse 20 yıl süren artçı sarsıntılara sebep olmuştu. Bu sarsıntılar bittiğinde yaklaşık 4 milyon kilometrekare büyüklüğündeki bir imparatorluğun çöktüğüne ve Anadolu'ya büzülerek canını kurtarabildiğine şahit olunacaktı. Dolayısıyla sonuçları itibarıyla aradan yüz yıl geçmesine rağmen üzerimizdeki etkisi hâlâ devam eden 'derin' bir olay karşısındayız.
31 Mart'ın 100. yıldönümünde Mustafa Turan adlı muzikacı
subayın anlattıklarından takip edelim ibretlik olayları. Okuyunca yüz yıldan beri ne kadar az şeyin değiştiğini göreceksiniz.
12 Mart 1909 günü cuma selamlığından dönen askerler Taşkışla'daki koğuşlarında sarıklı, sakallı birtakım hocaların erata vaaz vermekte olduklarını görürler. Bunların ne aradıklarını sorduklarında
Hassa Ordusu Kumandanlığı'nın emriyle geldikleri söylenir. Oysa sorumlu komutanların bu emirden haberleri yoktur.
Derken 31 Mart günü gelir. Bir
paşa çıkar askerin karşısına, kendilerine padişahın fermanı gereği bundan sonra siperlikli
şapka giyileceğini söyler. Aslında paşa da, yanındaki subaylar da sahte üniformalar giydirilmiş İttihat ve Terakki yöneticileridir. Bahaaddin Şakir, Mithat Şükrü (Bleda) ve Ömer Naci beylerdir bunlar. Bir yandan dinî telkinle şişirilen askere, 'gavur işi' şapka giydirmek;
senaryo askeri sokağa dökmek üzerine kuruludur. Artık asker kabına sığmaz haldedir.
Nitekim Mustafa Turan'ın da içinde yer aldığı 7.
Alay bandosu "Ey gaziler, yol göründü yine garip serime" marşını çalarak
Dolmabahçe yolundan
Meclis'in bulunduğu Ayasofya'ya doğru yürüyüşe geçer. Araya karışan
tahrikçiler tabancalarını çıkarıp havaya ateş etmeye başlarlar.
Askerlere "Ne duruyorsunuz, sizler de ateş etsenize!" diye bağırırlar. Mavzerler havaya dikilir, ateş başlar, isyanın fitili tutuşmuştur.
İnsan seli Galata Köprüsü'nü kaplar önce, sonra Ayasofya'ya kadar uzanır. Beyaz sarıklı softalar askerin yolunu keserek "Müslümanlık elden gidiyor, şapka giydireceklermiş, Şeriat isteriz" şeklinde bağrışırlar. Bu arada Meclis civarında
silahlar patlar. Hüseyin Cahit (Yalçın) zannettikleri Şekip
Arslan adlı
Lazkiye milletvekili yanlışlıkla öldürülür. İsyancıları yatıştırmak isteyen
Adalet Bakanı Nazım Paşa pencereden
nasihat vermek isterken vurulur. Yine yanlışlıkla: Vuranlar onu
Meclis Başkanı Ahmet Rıza zannetmişlerdir! Fırsatçılar ise "Şûra-yı Ümmet" ve "Tanin" gazetelerinin matbaalarını tahrip ederler.
Deniz kuvvetleri de karışmıştır. Ali Kabuli Bey adlı Asar-ı Tevfik zırhlısı süvarisi sarayı bombalayacağı gerekçesiyle yaka paça Yıldız Sarayı'na getirilip Abdülhamid'in karşısına çıkarılır. O da Mabeyn penceresinden Bahriye Nezareti'ne götürülüp sorgulanmasını ister ve içeri girer. Bu sırada Ali Kabuli
linç edilir.
31 Mart senaryosu başarıyla yürürlüğe konulmuş, başkent
İstanbul tam anlamıyla kaosun içine yuvarlanmıştır.
23 Nisan günü Abdülhamid son cuma selamlığına çıkmadan önce subayları huzuruna davet eder. Onlara son bir konuşma yapar. Hareket ordusunun İstanbul'a girmek üzere olduğunu, kesinlikle çatışmaya girilmemesini tembihler ve şöyle devam eder:
"31 Mart günü okunan ferman benim değildir, bu hadise bazı düşmanlar tarafından tertiplenmiştir. Sizleri aldatmışlar, kötü emelleri için
teşvik ve tahrik etmişler. Asker evlatlarım bunlara kesinlikle inanmasınlar. Kışlalarında sakin olsunlar, silah kullanmasınlar..."
O gün Abdülhamid 33 yıl sonra en sessiz cuma selamlığına çıkar. Askere resmi geçit yaptırmaz. Sessiz sedasız namazını kılar ve saraya
döner.
sürpriz karşılar askerleri.
Avcı taburu subayları sırra kadem basmışlardır. Bir tek
Albay İsmail Hakkı kalmıştır başlarında; o da askere sıkı sıkıya tembihler tahrike kapılmamalarını. Ancak 23 Nisan gecesi avcılar gizlice
cephaneliğin kilitlerini kırarak silahları koğuşlarına taşırlar. Ertesi gün Hareket Ordusu şehre girmiş ve elinde cephane bulunan Avcı Taburları ile kıyasıya bir çarpışma başlamıştır. Taşkışla topa tutulmuş, kimi katları yıkılmıştır.
Binbaşı Enver Paşa görünür kapıda. Yanında Bulgar eşkıyası Sandinski vardır. Albay İsmail Hakkı, astı olan Enver Bey tarafından Bulgar eşkıyaları huzurunda tokatlanır. Albay da yüzüne tükürür Enver'in. Düşmanların yanında bir Türk askerine yaptığı bu hakareti "Seni utanmaz alçak" diye iade eder. Tabii sonu kurşuna dizilerek katledilmek olur bu şerefli askerin. Ardından Sandinski'ye döner Enver ve 'Hak etmedi mi?' diye sorar. Ardından suçlu olduğuna kanaat getirdiği askerleri
teker teker süngületerek öldürtür. (Enver Paşa'yı kahraman ilan edenler bu sahneleri iyi okusunlar!)
Ardından Yıldız Sarayı yağması başlar. Yine de cemiyeti rahata erdirecek hazineyi bulamamışlardır. Haremağası Cevher Ağa yerini bir türlü söylemez gizli hazinenin. İşkencelere rağmen konuşmaz. Sonunda darağacını boylar. İkinci Musahip Nadir Ağa hazinenin yerini söylemek zorunda kalır.
Sonrasını biliyorsunuz zaten. Abdülhamid'siz yüz yıl...
Ancak biri iki kısık sesli hatıra takılır hafızamıza.
Abdülhamid'in gizli hazinesi diye bulduklarının bir kısmı, belki 30 yıldır dokunulmamış, dokunulmadığı
demir raflara değen kısımlarının pas tutmasından anlaşılan atlas
altın keseleridir. Sultan 93 Harbi'nde parasızlığın devletin elini ayağını nasıl bukağıladığını bizzat yaşadığı için ilk fırsatta yer altında gizli bir
kasa yaptırıp ileride bir savaşta lazım olur diye altınları depolatmış ve en sıkışık zamanlarda dahi kullanılmasına müsaade etmemişti.
Bir de Ümraniye'de bir cami vardır, geçerken bakın, üstünde Abdülhamid'in tuğrasını göreceksinizdir. Halen 5
vakit ezan okunan bu cami kimin midir? İttihatçıların astıkları Habeşistanlı Cevher Ağa'nın. Oysa Enver'inden
Talat'ına kadar İttihatçıların 'Panteonu' olarak tasarlanan Şişli'deki
Hürriyet-i Ebediye tepesinin, hava iyiyse
pazar günleri mangalcılar dışında uğrayanı yok gibidir. Hem bu tepenin yanı başına dev bir
Adalet Sarayı inşa edilmekte oluşunda bir ima arayalım mı? Yargılama yeniden mi başlayacaktır yoksa?
***
31 Mart ile ilgili hangi kitapları okuyalım?
İsmail Hami Danişmend, "31 Mart Vak'ası", 1961, İstanbul Kitabevi.
Mustafa Turan, "Taşkışla'da 31 Mart", Akyurt Neşr., 1964.
Ecvet Güresin, "31 Mart İsyanı", 1969, Habora Yay.
Sina Akşin, "31 Mart Olayı", 1972,
Sinan Yay.
Cemal Kutay, "Bir 'Geri Dönüş'ün Mirası", 1994, Kazancı Yay.
François Georgeon, "Sultan Abdülhamid", 2006, Homer Kitabevi, s. 477-486.
MUSTAFA ARMAĞAN - ZAMAN PAZAR