bugünü eleştirmeden önce konunun özüne inip, Türkiye'deki eğitim sistemini eleştiren Çakmak, bu sistemin hem günümüze hem de karakterimize etkilerini çarpıcı bir yazıyla aktarıyor.
İnsanları sınırlı kavramlara ait değer yargılarının kurbanı haline getirebilirsiniz. Bu insanlar, o zaman hayatı ve olayları at gözlüğü ile (neredeyse açısız) seyretmeye başlayacaktır. Sonra da kolayca senden yana ve bana karşı kesimler haline ve keskin mi keskin karşı gruplar olarak karşı kamplara ayırabilmenin de yolu vardır. Yani kısaca insanın istenen hareketi yapmak üzere programlanan “robot”tan bir farkı kalmayacak bir metottan söz etmek istiyorum. İnsan zihnini uyutmanın en etkin vasıtasını anlatacağım bu yazımda, sonra da onun uygulandığı bir ülkeden ve eğitim sisteminden mahrum olduğu haklardan söz açacağım
Öyle bir ülke düşünün ki orada eğitim adı ile müsemma eğip bükme görevi ile bilgiyi kullanan ve üreten özne değil, bilgiyle yüklenen nesne konumunda bırakılmıştır insanlar. Öyle bir eğitim ki okullarda hep cevabı belli sorular/doğrular öğretiliyor. Böyle bir eğitimin “ıslah ve uyum” işlevi ve “bütünleştirici” etkisi olduğundan raiyet, otoriteye karşı benzer tepkiler sergiliyor; düşünmeden, araştırmadan ön yargı ile hareket etmeye başlıyor. Orada eleştirel bakışı yok olmuş fertler hipnotize edilmişçesine istenilen yöne kolayca çevrilebiliyor.
Şimdi merak ettiniz değil mi? Böyle bir eğitim ve sistemin uygulandığı ülke neresi? Uzağa gitmeye gerek yok. Ülkemizde böyle bir sistem ve eğitim yapısı var olduğunu az bir dikkatle görebileceksiniz. Diyeceksiniz ki neden farkında değiliz? Böyle bir eğitimin tezgahından geçenler farkındalık ve sorgulama yeteneğini kaybetmiş olabilirler. Belki mübalağa yaptığımı ve yanılttığımı düşünebilirsiniz. Öyle ise ben bu yazımda “şartlanmaya dayalı”, daha doğrusu insanı “robotlaştırmayı” esas alan eğitimin analizini yapayım, hükmü siz verin.
Bu yazıyı kaleme almamın asıl sebebine gelince son günlerin gündemi olan “ Çözüm Süreci” ile konunun ilişkili olması. Çünkü tek doğrululuğa-sınavlara dayalı eğitim devam ettikçe özlediğimiz diyaloga ve esnek zihin yapısına ulaşmamız mümkün görünmüyor. Kanaatimce Çözüm Sürecine, okulları “şartlanma merkezleri “, Türkiyeyi ise, sınavlar ülkesi olmaktan kurtarmakla işe başlamalıdır.
Geçmişe şöyle bir baktığımızda dünya yüzünde sosyal kesimler arasında en fazla çatışma bulunan toplumlardan birisi olduğumuzu söyleyebiliriz. "Senden yana ve bana karşı" türü mukabil cephelere kolayca ayrılabiliyoruz. Partilerimizdeki muhalefet anlayışı, alternatif çözüm üretme üzerine değil, iktidarların her ak dediğine kara demek olan “çürütmeci” yaklaşımdan ibaret kalmaktadır. Tüm bunlar çok açık bir şekilde okullarda eğitimin yaygın bir şekilde “şartlanmaya dayalı” öğrenme yöntemini esas haline getirmiş olmasıyla açıklanabilir.
Her kişi ve görüşe hayat hakkı vermekten, yani özgürlükleri genişletmekten korkmamızın sebebi de budur. Kalite ve liyakat kriterlerini esas haline getiremeyişimizin de… “Belli doğruları” tekrarlayarak ve “öcü edebiyatı” ile şuur altına yerleştirilen korkularla insanımız şartlandırılmaktadır.
“Öğrenmeye” değil “öğretmeye” yani “öyle değil şöyle ol” anlayışına dayanan bu eğitim anlayışı ülke etrafına demir bir kemer bağlayarak, herkesi aynı tip elbise giymeye zorlamaktadır. Yakın bir geçmişte tüm bunların olumsuzluklarını iliklerimize kadarı yaşadık ve tekrar yaşamanın potansiyeli bulunmaktadır. Örneğin bir iktidar el değişikliği bu olumsuz tabloyu geri getirebilir. Çünkü eğitim bu şartlar için gerekli zihni alt yapıyı oluşturup durmaktadır. Bütün “çağdaşlık”, “akılcılık” ve “aydınlanmacılık” iddialarına rağmen bu eğitim tarzı, insanlarımızda skolastik bir zihniyeti besleyip büyüten bir zemin oluşturmaktadır.
Neden böyle bir zemin oluşturmaktadır? Çünkü insanımız bu eğitimle tek ve mutlak “doğru-iyi-güzel”lerin sadece kendisininkiler olduğuna ve bunun mümkün olduğunca yayılmasının şart olduğuna inandırılmaktadır. Yığınların bu kafa yapısı devam ettikçe (mevcut eğitim anlayışını değiştirmedikçe) ülkemiz insanının rahat yüzü bulması zordur. Bölünmeler, kırılmalar ülkemizin en hassas noktası olmaya devam edecektir.
Bu yazımda, işte farkında olmadığımız “çözüm sürecini” baltalayıp duran “asıl tehlikeye” ve engele dikkat çekeceğim.
Ülkemizde şimdiye kadar kurulan tuzaklar ve oyunlar toplum kesimlerini karşı karşıya getirmeye yönelik oldu. Peki neden insanımız bu oyuna kolayca gelebilmektedir? Neden toplumumuz hiç de layık olmadığı halde ön yargılı, tabularla hareket edenler hale geldi?
Nasıl Şartlandırılıyoruz?
Sınavlar ve işlenen dersler boyunca, öğretilenler eksiksiz geri istenir. Öğrenci ne kadar aktarılanı geri verirse o kadar becerikli ve başarılıdır. Yani başarı kriteri bu olur. Öğrenci bu durumda “ne söyleniyorsa onu yap, icat çıkarma!” ve “Sorma, düşünme, itaat et!” gibi anlayışları benimsemeye başlar. Söylediklerimiz değil, davranışlarımızın daha etkili olduğunu düşünürsek, örneğin sınavlarda uygulanan gözetim sisteminin oluşturduğu “kalıcı etkiye” bakarsak, öğrenciler “güvenilmez” oldukları yolunda şartlandırılmaktadır. Hatta tek tip giyim, boy sırası ve hep bir ağızdan şarkı ve marş söyleme gibi uygulamalarla tek tipçi anlayış beslenmekte ve farklılığın kötü olduğu telkin edilmektedir. Bu telkinlerin ne kadar etkili ve kalıcı olduğunu tepkisel davranışlarımız ve oluşan tabular göstermektedir.
Şartlanma yolu ile öğrendiklerimizi sorgulamamız mümkün değildir. Zihnimiz şekillenmiş daha doğrusu formatlanmıştır. Sonuçta mevcut bilgilerimizin yanlışlığına veya değişmesi gerektiğine inanmak güç, hatta imkansız hale gelmektedir. Kısacası mümkün olduğunca davranışlarımızın şuurunda olmazsak, yani öğrenme süreci ezbere, taklide, tekrara dayanıyorsa öğrendiklerimizi “şartlanma yoluyla” elde etmeye başlamışız demektir.
Gerçek Öğrenme
İnsanın en değerli iki özelliği hiç şüphesiz ki “merak ve öğrenme becerisi”dir. Birbirine sıkıca bağlı olan bu iki yetenek aynı zamanda hayli kırılgan yapıdadır. Müdahale ve dayatmaya oldukça hassas durumdadır. Eğitim adı altında yapılan her türlü teşebbüste bu iki özelliğe bilhassa dikkat edilmelidir. İnsan bir konuyu araştırmaya başlar, yenilikler bulmaya çabalarsa bunu yaparken eksikliklerini öğrenir. Gerçek bilgi, meraka dayalı kuşku ve sorgulamanın neticesinde ortaya çıkmaktadır. Bu anlayış; üretici ve mucit düşünceleri geliştirmekte, ferdi problem çözme yeteneğine sahip kılmaktadır.
SAMANYOLUHABER.COM