İmralı'nın güvenliği kime emanet
Yeni
Şafak Gazetesi yazarı Abdulkadir
Selvi 1999 yılında İmralı Cezaevi'nin güvenliği açılan bir
ihaleyi gündeme getirdi.
Selvinin iddiasına göre İmralı için bir güvenlik ihalesi açılıyor. İhaleyi
OYAK kazanıyor. OYAK kazanıyor ama İmralı'nın
güvenlik kameraları ve ses
kayıt sistemini özel bir
firma kuruyor.
Türkiye'nin en büyük güvenlik firmasının ortakları ve
yönetim kurulu üyelerinin çoğu
Musevi asıllı işadamları. Kurucuları ise hem Türk, hem
İsrail vatandaşı...
İşte Selvi'nin yazısının tamamı
İmralı'nın güvenliğini sağlayan şirket
1999 yılının 14
Şubat günü. Ecevit'in Oran Sitesi'ndeki evi.
Dönemin
Başbakan'ı Bülent Ecevit'e, beklenen misafirin geldiği bilgisi iletiliyor.
Ecevit kapıyı büyük bir merak ve endişe içinde açıyor.
İlk sorusu, "Canlı mı?" oluyor.
"Canlı" yanıtını alınca ilk sözleri, "Canlı getireceğimize söz vermiştik" oluyor. Abdullah
Öcalan'ın Kenya'dan getirilmesinden söz ediyorum.
Ecevit'e Öcalan'ın Türkiye'ye getirildiği bilgisini veren kişinin dönemin MİT
Müsteşarı Şenkal Atasagun olduğu bilinir. Ama o kritik bilgiyi Başbakan'a MİT Müsteşar yardımcısı Emre
Taner veriyor.
Öcalan, Türkiye'ye getirilince Cumhurbaşkanı, Başbakan ve
Genelkurmay Başkanı
MİT Müsteşarı ve yardımcıları tarafından şifahen bilgilendiriliyor.
Daha sonra, "ABD'nin bize niye teslim ettiğini anlamış değilim" diyecek olan Ecevit'in ilk sorusu, "Emre bey, canlı mı?" oluyor. "Canlı" yanıtını veren Emre Taner "Canlı getireceğimize söz vermiştik" diye ilave ediyor.
Söz verilen yer; ABD...
Peki ayrıca ,"Asmayacağız, yaşatacağız" diye bir teminat verildi mi, orasını bilmiyorum.
Bildiğim şu günlerde Öcalan konusunda üst üste değerlendirmelerin yapıldığı.
PKK liderinin elimizde olması, terörle mücadelede çok büyük bir anlam taşıyor. Ancak gelinen süreçte, Türkiye, "mahkum" Öcalan'dan yeterince yararlanabildi mi sorusu önemini koruyor. Hatta, Öcalan mı Türkiye'den yararlandı, Türkiye mi Öcalan'dan diye sormak gerekiyor.
Getirildiğinde, "Türk devletine
hizmet etmeye hazırım" diyen bir Öcalan, 12
Ekim 2011 tarihinde ise, "
Kandil askeri gerekliliği yapsın" diyerek
Çukurca saldırısının talimatını verebiliyor.
Almanya Baader-Meinhof çetesinin liderlerini cezaevinde, "İntihar süsü" vererek asmıştı. Öcalan için de aynı şey yapılsın demiyorum. Ama Haziran ayındaki görüşmesinde olduğu gibi, "Diyarbakır'da 5 bin kişi toprağın altına gömülse ne olur" da diyememeli.
Bugün mücadele ettiğimiz KCK ne zaman kuruldu? KCK'nın kuruluş talimatı 2005 yılında İmralı'dan verildi.
Öcalan'ın Bekaa'da ya da Şam'da olması veya Kandil'den örgütünü yönetmesi ile İmralı arasında bir fark mı?
Var... Burası daha güvenli.
Türkiye Cumhuriyeti Kandil'e
operasyon yapabilir ya da Şam üzerinde siyasi
baskı kurabilir. Ama İmralı'yı vurması düşünülemez.
Öcalan ne yazık ki kitle üzerinde etkisi olan bir isim. Türkiye elindeki mahkumla bu süreci yönetebilir.
Peki yönetebildi mi? Durum ortada.
Bu değerlendirmeler Ankara'da da yapılıyor. Özellikle de Öcalan'ın avukatlarıyla görüşmesinin
kanuni sınırlara çekilmesi üzerinde duruluyor. AHİM kararları ve iç içtihatlarımıza göre mahkum Öcalan devam eden davaları nedeniyle avukatlarıyla görüşebilir. Bu görüşme de sadece
dosya muhtevasıyla sınırlı tutulur. Ama o oradan örgütü yönetiyor. KCK yapılanması için talimat veriyor, milletvekili listelerini belirliyor.
Ankara'nın bu konuda karar sürecinde olduğunu belirtmekle yetineceğim.
Ama bir başka nokta var ki, kamuoyunun bundan bilgisi ilk kez olacak. İmralı'da güvenlik askere aitti.
Adalet Bakanlığı'nın
infaz görevlileri uzun süre, farklı bir formül uygulanmak suretiyle orada görev yaptılar.
Buna son verildi. Artık iç güvenlik Adalet Bakanlığı infaz koruma görevlileri tarafından karşılanıyor.
İmralı'da bir güvenlik kameraları ve dinleme sistemlerinden oluşan bir
elektronik güvenlik ve kayıt sistemi var.
Öcalan, Türkiye'ye getirildiğinde İmralı Cezaevi'nin güvenliğinin sağlanması amacıyla bir ihale açılıyor. İhaleyi OYAK kazanıyor. Buraya kadar anormal bir şey yok.
Danıştay saldırısında güvenlik kameralarının arızalı olduğu gibi bir sicile sahip olmasına rağmen, OYAK'ın kazanmasında bir sorun yok diyorum. Çünkü asıl kuşku verici ilişki ağır geride.
İhaleyi OYAK alıyor ama , İmralı'nın güvenlik kameraları ve ses kayıt sistemini Pronet firması kuruyor.
Bir anlamda İmralı'nın güvenlik kodları Pronet'in eline geçiyor.
25.02.2011 tarih ve 2011-13664 ihale kayıt numarasıyla yapılan ihaleye göre de sistemin yönetimini halen Pronet sürdürüyor.
Güvenlik Sistemi üzerine iddialı bir firma Pronet.
Zaten resmi Web sayfasına girdiğinizde sizi
Petrol Ofisi'nden
Hürriyet Gazetesi'ne,
Merkez Bankası'ndan, büyükelçiliklerden cezaevlerine yüksek profilli bir referans listesi karşılıyor.
Pronet'in internet sitesinde güvenlik sistemleri adına her şeyi bulabilirsiniz ama kurucu ve sahiplerine ilişkin bilgilere pek rastlanmaz. Öcalan'ı koruyan güvenlik kameraları ve ses kayıt sistemlerini kuran Pronet, 1995 yılında
Yahudi asıllı Alp Saul, Beri Koronya ve İshak İbrahimzadeh tarafından kuruluyor.
Şirketin ortakları ve yönetim kurulu üyeliklerinin çoğunluğunu yine Yahudi asıllı işadamları oluşturuyor.
Sehmur Tarı, Arif
Kerem Onursal, Andries Van Wijlen bu isimlerden birkaçı.
Kuruculardan İshak İbrahimzadeh,
Beyoğlu Musevi Hahamhanesi Vakfı Yönetim Kurulu üyesi ve
Türk Musevi Cemaati Başkan Vekili.
Pronet'in genel müdürü Metin Kastro ise yine Yahudi asıllı bir
işadamı. Kastro, aynı zamanda, "
Balat Or-Ahayim Musevi Hastanesi Vakfı"nın yönetim kurulu üyesi.
İşadamı oldukları kadar da Yahudi kuruluşlarında aktif isimler. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan bir Yahudi işadamının Pronet isimli bir şirketinin olmasında yadırganacak ne var diyebilirsiniz.
Bu şirketle OYAK arasındaki ilişkiyi de normal ticari bir faaliyet olarak değerlendirebilirsiniz.
Ben ülkemde Yahudi asıllı işadamları ticaret yapamaz diyen bir zihniyete sahip değilim.
Hatta farklı din ve etnik köken mensuplarının güven içerisinde ülkemde ticaret yapmalarını bir zenginlik olarak görürüm.
Devletin görevinin onların
inanç, düşünce ve teşebbüs hürriyetini sağlamak olduğuna inanırım.
Pronet'in İmralı'nın güvenlik kodlarına sahip olması noktasındaki soru işareti şu.
Bu şirketin kurucuları Sehmur Tarı, Arif Kerem Onursal, Andries Van Wijlen çifte vatandaş. Yani hem İsrail hem
Türk vatandaşı. İsrail Türk uydusuyla ilgili ihaleyi almak için müthiş bir mücadele vermişti. Alacaktı da. Ancak uydunun kendi toprakları üzerinde görüntü almasına izin vermedi. İhaleyi kaybetti ama taviz vermedi.
Terörle mücadelede büyük umutlarla aldığımız Heronların durumu ise ortada. Ya arızalı, ya da Çukurca saldırısında olduğu gibi hayati konuda devrede değil. Heronların aldığı görüntüleri aynı zamanda İsrail'e aktarıp aktarmadığı ise bilinmiyor.
Biz ise İmralı'nın güvenlik sistemini Yahudi asıllı, İsrail-Türk, Çifte vatandaşlık kimliğine sahip kişilere emanet ediyoruz.
Sonra da gelip İsrail PKK'ya, Reşadiye'de, İskenderun'da
eylem yaptırıyor diye hayıflanıyoruz.