İletişimciler, lütfen bu olayı kaydedin

Hafta içinde ilginç bir CD ulaştı elime; bir de kibarca yazılmış kısa bir not.

İletişimciler, lütfen bu olayı kaydedin

Doğan Haber Ajansı (DHA) Genel Müdürü Uğur Cebeci'nin gönderdiği CD'de haftanın en tartışmalı haberi ile ilgili bazı görüntüler bulunuyordu. Malum olduğu üzere, bazı gazetelerde Amasya Anadolu Kız Meslek Lisesi'nde yatılı öğrencilerin türban takmaya, namaz kılmaya vs. zorlandığına dair haberler çıkmıştı. Bu haberlerin yanlış olduğuna dair bilgilere yer vermişti Zaman. Bu nedenle haberin ilk kaynağı DHA, nazik bir bilgilendirme yapıyordu. İşin doğrusu bu tutumu, meslek ahlakı ve dayanışması açısından çok önemli ve faydalı buldum. Ortada fevkaladeden tartışmalı bir haber varsa ve farklı yayın organları farklı bulgulara sahipse yapılabilecek en makul ve makbul iş, bilgi paylaşımına gitmektir. O yüzden bizdeki bilgilerin bir araya getirilmesini istedim ve oluşan CD'yi DHA Genel Müdürü'ne gönderdim; tabii ki aynı nezaket seviyesinde bir not yazarak. Böyle yapmak gerektiğine yürekten inanıyorum. Ortada büyük bir iddia var, insanlar ve kurumlar zan altında, haberdeki iddialar sosyal ayrışımları hatta kutuplaşmaları kışkırtacak mahiyette. Ve daha kötüsü birileri pususunu kurmuş; toplumu kamplara ayırmak için irtica haberleri bekliyor? Bu durumda herkesin çok daha sorumlu, çok daha duyarlı olmaktan başka çaresi yok. İki CD'yi de izleyen biri olarak şu gerçeği söylemekte fayda görüyorum: Bu ülkede dinî konular üzerinden huzursuzluk çıkarmak isteyenler var ve bunlar medyayı kendi özel maksatları için kullanmak istiyor. DHA Genel Müdürü'nün yaklaşımından iyi niyetli olduklarını görüyorum; ancak belirtmem gerekiyor ki haber ajanslarının tabii bir zorluğu var; onu da aşmak gerekiyor. Alelacele haber yapmak ajansların kaderi gibi; ama bazı haberlerde verilen eksik bilgi bazı gazetelerin ya da TV kanallarının eline geçtiğinde iş çığırından çıkıyor. Bir genç kız ve ailesi yatılı okulda dinî baskı altında tutulduklarını söylüyor; bu röportajlar ajans tarafından bana ulaştırılan CD'de var. Bir de bir sendikacı konuşuyor; ama o konuşma kesik kesik gibi geldi bana. Bu bilgilere baktığınızda "yatılı okulda baskı" haberi doğru bir bilgi olarak gözüküyor. O yüzden laiklik konusunda toplumla sürekli huzursuzluk yaşayan gazete(ler) bu bilginin üzerine balıklama atladı. Tabii ki hata yaptılar böyle davranmakla. Aslında gazetecilik tam bu noktada başlıyor. Yani iddianın teyit edilebilmesi için haberin çapraz kontrollerden geçirilmesine ihtiyaç var. Gazeteler ve TV'ler ne yapmalıydı mesela? Olayda adı geçen dört çocuk ve ailesi tek tek aranmalıydı, yatılı bölümdeki kayıtlar tek tek incelenmeliydi, suçlanan kişilerin görüşlerine başvurulmalıydı, okul yönetimine sorular yöneltilmeliydi, ismi geçen sendikanın ya da öğrenci velilerinin gerçekten şikayetçi olup olmadığı resmi kayıtlardan tahkik edilmeliydi... Daha saymama gerek var mı? Bir bilginin her unsuruna şüpheyle bakmak zorunda gazeteci? Nitekim Zaman, bahsi geçen haberdeki eksik karelerin peşine düştü. Neden? İlle de haberi yalanlayalım diye bir merakımız ya da çabamız yok. İnanıyoruz ki bu ülkede hiçbir fert hiçbir ferde inançları ya da inançsızlığı yüzünden baskı yapmamalı. Haber doğru çıksaydı biz de baskı yapanları ayıplayacak "Niçin kendiniz gibi yaşamayanları baskı altında tutuyorsunuz; bu yaptığınız Müslümanlığa sığar mı?" diyecektik. Ancak bu tür haberlerde meselenin ayrıntısına girdikçe görüyoruz ki karşımızda "ah bir dinî baskı yapılsa da yeri göğü inletsek" diyen hırçın bir zümreye rastlıyoruz. Medya bu yüzden gaza getiriliyor bazen. Kimi zaman da bir kısım marjinal yayınlar, bu anlamsız ayrışmayı körüklemek için sadece işine gelen iddianın peşine takılıyor. Hal böyle olunca, "dinî baskı yapıyorlar" diye bağırıp çağıranlar dinin ve dindarın üzerinde baskı kuruyorlar. Bu da korkunç bir yanlış. Haberin aslına dönüldüğünde görülüyor ki baskı gördüğü iddia edilen öğrencilerden üçü pansiyonda hiç kalmamış, biri de sadece bir hafta kalmış, suçlanan öğretmen göreve başladığı gün, baskı iddiasında bulunan çocuk yurttan ayrılmış, öğrenci velileri Milli Eğitim'e şikayette bulunmamış, herhangi bir resmî kuruma şikayet dilekçesi verilmemiş? Ya bir gün gerçekten sevimsiz bir olay yaşanırsa? Zaten Zaman gerçekleri yazmaya başlayınca yanlı haber yapmayı maharet sanan yerli Pravda, daha önceki yazdıklarından çark edip olayı başka bir alana çekmeye gayret etti. Bir gün önce manşetten okulda dinî baskı haberi yapıp dört çocuğumuzun bu nedenle yatılı okulu terk etmek zorunda kaldığını yazanlar, olayın tarafları konuştukça hatalarını anladı ve bu sefer hadiseye başka bir kılıf buldu. Güya baskı herkese değil "Alevi öğrencilere" yapılıyormuş. Vaziyeti kurtarmak için yapılan hamle daha büyük bir tehlikeyi işaretliyor. Ne demek "Aleviler üzerinde baskı?" Buna, ister Alevi ister Sünni, kim razı olabilir? Farz edin ki aklıevvelin biri çıktı ve yobazca bir muamele yaparak dinin özünde olmayan bir kabalıkla insanlar üzerinde baskı kurdu; buna mantıklı ve duyarlı bir şekilde karşı çıkılamaz mı? Hatta bu karşı çıkmada dindar insanlardan da; hatta Diyanet'ten de yardım alınamaz mı? Bu tür bir karşı çıkış toplumda daha tesirli bir tashih anlamına gelmez mi? Bir tarafın diğerine yaptığı baskı, gerçekten yaşanmışsa, hep beraber karşı çıkmak gerekiyor; diğer insanları rencide edecek kampanyalar düzenlemek değil. Bir de tersini düşünelim; bazı anlamsız söylem ve uygulamalar yüzünden bu ülkede muhafazakâr insanlar mütemadiyen rencide ediliyor. Mesela imam hatip okullarından bahsederken vebalı insanlardan söz ediyor gibi kırıcı konuşanlar var. Ya da başörtülü bayanlarla ilgili yayın yaparken dengesiz ve sorumsuz laflar sarf edip insanlara köle muamelesi yapanlar var. Bu da yakışıksız bir yaklaşım, çirkin bir tavır. Buna da kendini dindar ya da muhafazakâr görmeyenler karşı çıkmalı. Bu ülkede Sünni Alevi'yle birlikte yaşayacak, Kürt ve Türk hain ayrılıkçılara boyun eğmeyecek, başı açıkla başı kapalı birbirine saygı duyacak, oruç tutanla tutmayan birbirini rencide etmeyecek, hacca gidenle alay edilmediği gibi gitmeyen de kınanmayacak. Sosyal barışın temini ancak ve ancak hayatı paylaşma kültürünün herkesi kuşatacak bir davranış şuuruna dönüşmesiyle mümkündür. Medyanın aslî rolü de tam burada başlıyor: Her söylenen söze inanmayacak, bu bir. İkincisi, her iddiayı, çapraz kontrollerden geçirecek ve tek yanlı haber yönlendirmesine boyun eğmeyecek. Ayrıca, kamplaşmaya neden olabilecek bir hata ortaya çıktığında genellemeler yapmayacak ve karşıt görüşteki kitlelerden ortak bir şuur ortaya koymasını talep edecek; ta ki aklını ideolojiyle bozmuş gücünü anlamsız kavgalardan alan marjinal gruplara gün doğmamış olsun! Ayrılıkçı tuzaklara dikkat TBMM Başkanı Köksal Toptan'ı gazetemiz adına ziyaret ettik. Ankara Temsilcimiz Mustafa Ünal ve Meclis Büro Şefimiz Ömer Şahin de vardı ziyarette. Hazır ziyaret yapmışken Sayın Başkan ile Meclis'in durumunu da konuştuk. Laf lafı açınca söz DTP'nin kapatılması konusuna geldi. Meclis Başkanı'nın meseleye geniş bir perspektiften yaklaştığını, ciddi ve duyarlı yorumlarda bulunduğunu gördüm. DTP milletvekilleri de umarım bu gerçeği görüyordur; zira onların da sahnede göründüğü manzara hoş değil. Sanki parti içinden ve dışından bazı güçler, bu partiyi kapattırmak için kasıtlı eylemler ve söylemler içinde bulunuyor ve kasıtlı bir şekilde tahrikçilik yapıyor. Köksal Toptan, mensubu olduğu iki partinin (Adalet Partisi ve Büyük Türkiye Partisi) kapatıldığını görmüş önemli bir devlet adamı. Yılların tecrübesine dayanarak "Kuşku yok ki bir partinin kapatılmasından hoşnut olmam" diyor. Haklı. Başkan'ın, kapatma davasının Türkiye'yi AB sürecinden koparmasından da endişe ettiğini biliyoruz. Üstelik bugünkü Meclis'in Güneydoğu'dan gelen vekiller için bir şans olduğunu da düşündüğü kamuoyunun malumu. O zaman DTP vekillerinin daha makul, daha demokratik, daha duyarlı olması gerekiyor. Ayrıca terör örgütüyle aralarına mesafe koymaları da şart! Olayın bir de Parlamento dışında süregiden bir serüveni var. Onca şehit cenazesinin yürekleri yaktığı sıcak bir ortamda hem kanlı örgüt eylemlerine devam ediyor hem de bazı tahrik edici gösteri yürüyüşleri. Örgüt her ayrıntıyı kullanmak, insanları tahrik etmek, Kürt-Türk çatışmasını sokağa taşımak istiyor. Kapalı kapılar arkasında yapılan hain tuzağa boyun eğmek tarihî bir hataya ortak olmak demektir. Karanlık savaşın cerbezeli çarpıtmalarına boyun eğmemek için Meclis'ten sivil topluma kadar uzanan geniş bir dairede çok duyarlı bir anlayışın yaşatılması gerekiyor. Tabii ki en büyük görev yine medyaya düşüyor. O, tuzağa düşmedikçe toplum da kapana kısılmayacak... EKREM DUMANLI - ZAMAN
<< Önceki Haber İletişimciler, lütfen bu olayı kaydedin Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER