Hürriyet göreve
Başta
Ertuğrul Özkök olmak üzere Hürriyet
gazetesinin birçok yazarı, başta
Taraf olmak üzere bazı gazetelerde çıkan,
Genelkurmay'ın inandırıcı hiçbir
cevap veremediği haberlerden şikâyetçi...
Bu yazarlar, haberlerin orduyu yıprattığını, Türkiye'nin başka ordusunun olmadığını falan yazıyorlar ama haberlerin gerçek olmadığını yazamıyorlar. Eh, bu durumda da sözlerinin fazla bir değeri kalmıyor.
Bir de “
Orduyu yıpratıyorlar” suçlamasında bulunan Hürriyet yazarlarının ellerinin altında söz konusu haberlerin gerçeği yansıtmadığını gösteren başka haberler olduğunu düşünün... Hürriyet yazarları o zaman ne kadar etkili olurlardı, değil mi?
Tam bu noktada, “bu işi yapanlar sadece Hürriyet yazarları değil ki!” diye itiraza hazırlananlar haklı. Fakat ben, hem faaliyetin liderliğini Hürriyet yazarlarının yürüttüğünü, hem de bu türden yazarlara, muhtaç oldukları haberleri sağlama yeteneğinin en fazla Hürriyet'te olduğunu düşündüğümden, meseleyi bu gazetemizle sınırladım. (İlaveten: Genç muhabirlere, genel bir konuyu haberleştirirken, anlatacaklarını mümkünse o genel konunun parçası olan bir kişi üzerinden anlatması
tavsiye edilir ya, ben de bu gazetecilik kuralına uydum.)
Görev: “Ordu yıpratıcı” haberlerin gerçek olmadığını göstermek
Hürriyet, Türkiye'nin imkânları en büyük gazetesi... Çok da etkili... Bu durumda görev ona düşüyor. Hangi görev? Başta Taraf olmak üzere bazı gazetelerde çıkan “ordu yıpratıcı” haberleri kendi kaynaklarıyla izleyip, onların gerçek olmadığını göstermek!
Tabii, gazeteyi göreve davet ederken, bu gazeteyi çıkaran meslektaşlarımızın, “ordu yıpratıcı” haberlerin gerçek olmadığına inandıkları varsayımından hareket ediyorum. Öyle ya, koca gazetenin mesleğin duayeni köşe yazarları, gerçek olduğuna inandıkları haberlere karşı böylesi bir Haçlı seferi başlatmış olamazlar! Aynı suçlamaya katılan gazete yöneticileri de öyle düşünüyor olmalı. Aksi takdirde “biz gazeteci falan değiliz” demiş olurlar ki, o durumda zaten kendileriyle gazetecilik tartışması yapmamıza gerek kalmaz.
Demek ki Hürriyet artık daha fazla
vakit geçirmeden bütün gücünü bu haberlerin gerçek olmadığını göstermek üzere harcamaya başlamalı. Hürriyet bunu yapmazsa iki günahın altında birden kalacak: Hem “ülkede ortaya çıkan en ciddi haberleri sadece seyretmiş en büyük ve en etkili gazete” sıfatıyla “muhteşem oksimoronlar” tarihinde seçkin bir yer edinecek; hem de birileri orduyu “yıpratırken” o hiçbir şey yapmayarak, sadece şikâyet ederek bu sürece katkıda bulunmuş olacaktır. (Oksimoron: biribirleriyle kafa-göz yaracak kadar derin bir karşıtlık içinde bulunan iki kavramın-kelimenin birlikte kullanılması.)
Hiç kuşkum yok ki, Taraf da, “bütün askeri skandalların anası” Heron skandalını ortaya çıkaran Bugün de, istendiği takdirde ellerindeki bütün bilgi ve
belgeleri Hürriyet yönetimine teslim etmeye hazırdırlar. Gazete bunları alsın ve kendi araştırmasını yapsın.
Hürriyet, Genelkurmay gibi sessiz kalmamalı
Öncekileri bırakalım, şu son birkaç haftaya bakalım... Bu dönemde “orduyu yıpratan” haberler adeta geçit resmi yaptı ve bu dönem boyunca “Türkiye'nin en etkili, imkânları en etkili gazetesi” ordunun yıpranmasını sadece seyretti. Bugün gazetesinin yayımladığı “Heron” haberleri, Taraf'ın
Gediktepe baskınına ilişkin haberleri, vb.
Evet, Genelkurmay da sessiz kaldı bu haberler karşısında, fakat unutmayalım ki,
Genelkurmay Başkanlığı'nın hakikatleri ortaya çıkarma gücü “büyük gazete”den fazla değil.
Genelkurmay, “ordu düşmanı” gazetelerde yayımlanan kimi belgelerin gerçek olmadığını gösteremeyebilir; o belgelerin hangi büyük oyunun bir parçası olarak, gerçekmiş kılığında
servis edildiğini ortaya çıkartamayabilir; çok bunaldığı için aslında kendisini
savunma yolunda kullanabileceği kimi argümanları kullanmayı
akıl edememiş olabilir ve bütün bunların neticesinde çaresizlik içinde susabilir.
Hürriyet, bu koşullarda “onlar bile susuyor, ben ne yapabilirim” diyemez. Tam tersine, bu durum “büyük gazete”nin üzerine düşen sorumluluğu daha da artırmaktadır.
Mesela Taraf Gediktepe baskınını neredeyse günü gününe haber veren bir Emniyet belgesini mi yayımladı? Bu durumda Hürriyet -mesela diyorum- Emniyet'in
faks makinesindeki bir bozukluk nedeniyle metnin askeri birliğe gitmiş gibi göründüğünü, gerçekte ise ulaşmadığını gösterebilmelidir. Ya da, ne bileyim, uluştıysa da, daha önce Emniyet'ten orduya bu kesinlikte en az 30 faksın gönderildiğini, fakat hepsi de fos çıktığı için askerlerin bunu da dikkate almadığını ortaya koyabilmelidir, vs., vs.
“Hatay haberciliği” tarzıyla olmaz!
Aslında Hürriyet'i göreve çağırma fikrini bende uyandıran şey, bu gazetemizin Hatay olayları vesilesiyle nihayet sahaya çıkıp “orduyu yıpratma” haberciliğine karşı gazetecilikten gelen gücünü kullanmaya karar vermesi...
Fakat ben buradan Hürriyet'i uyarmak istiyorum: Böyle olmaz! Bu görevi “Hatay haberciliği” tarzıyla yapacaksanız, hiç yapmayın daha iyi.
Peki, Hürriyet Hatay'da ne yapmıştı? Hatırlayalım....
Gazete, sahaya indiği ilk gün, Yıldıray Oğur'un yazdığı gibi Taraf'la pişti oldu. 31 Temmuz'da her iki gazete de, Hatay'da dört polisin öldürülmesinde kullanılan otomobilin sahibi MHP'li
Bestami Kılınç'ı
manşete çekmişti. Fakat Hürriyet, Bestami Kılınç'ın, aracı “PKK'lılar tarafından”
gasp edilmeden önce Jandarma
İstihbarat elemanlarıyla konuştuğu bilgisini haberden ustalıkla kovmuştu. Oysa bu bilgi, Taraf'ın manşetinin bel kemiğini oluşturuyordu. Hürriyet'in manşet cümlesi ise şahaneydi: “Keşke ben ölseydim...”
Hürriyet'in yazıişlerindeki meslek duayenlerinin, “jitemle
buluşma” ortada dururken “Keşke ben ölseydim”i manşet yapan bir gazeteciliğin neyle suçlanacağını bilmemelerine imkân var mı? Bunu yaptıklarına göre, şimdiki soru da şu: Bunu neden göze alıyorlar?
Ertesi gün, bu feci habercilikten çıkan kokuyu biraz olsun gidermek için meselenin devamını getirdiler: “MHP'li Bestami Kılınç: İstihbaratçıları herkes tanır.”
İyi de, okurlarınıza Bestami Kılınç'ın istihbaratçıları tanıdığı bilgisini vermemiştiniz ki! Zavallı Hürriyet okurları,
bulmaca çözer gibi haber okuyorlar!
Bu gazetemiz, okurlarıyla böyle oyunlar oynamayı seviyor... 28 Şubat'ın meşhur
andıcı 2001'de çok sayıda köşe yazarının
posta kutusuna bırakıldığında da benzer bir habercilikle karşılaşmıştık.
Nazlı Ilıcak (Yeni
Şafak yazarı ve
Refah Partisi milletvekiliydi) bir
basın toplantısı düzenleyerek belgeyi açıkladı. Hürriyet, ortalık birbirine girdiği halde günlerce bu haberi gizledi okurlarından. Nihayet Genelkurmay Başkanlığı da teyit edince verdi haberi: “Genelkurmay: Belge gerçek.”
İyi de, hangi belge? Okurlarınıza ondan hiç söz etmemiştiniz ki!
Dediğim gibi: Hürriyet'i göreve çağırırken böyle bir habercilikten söz etmiyorum. “Orduyu yıpratmak” amacıyla gerçek olmayan haberler yayımlayan gazetelerin suratına tokat gibi inen gerçek haberlerle girsin devreye diyorum.
Ya da, haberlerin gerçek olduğuna inanıyorsa, bıraksın bu “Ordu yıpratılıyor” saçmalığını... Genelkurmay öyle söylemeye devam edebilir, fakat bir gazeteye yakışmıyor...
ALPER GÖRMÜŞ - TARAF