- 'Türkiye'de hukuka bağlılık ilkesinin askıya alındığı bir olağanüstülük hali' yaşanıyor.'
- 'Kamusal menfaatlerin korunması bakımından hayati bir tehdit varsa, bu kamuyla paylaşılmalı.'
- 'Cadı avı gibi binlerce kişinin toptan görev yerlerinin değiştirilmesi hukuksuzluk örneğidir.'
Aralarında Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu, emekli Hakim Ümit Kardaş ve Prof. Dr. Yücel Sayman gibi isimlerin yer aldığı hukukçu ve akademisyenler “hukukun üstünlüğü ilkesi askıda” başlıklı 150 imzalı yazılı bir açıklama yaptı.
Bildiride iktidarın, siyaset bilimi ve hukukta hiçbir karşılığı olmayan bir ‘paralel devlet’ kavramı icat ederek tüm hukuk dışı uygulamaları Gülen Cemaati’ne yıkarak sorumluluktan kurtulamayacağı vurgulandı. Türkiye’de hukuka bağlılık ilkesinin askıya alındığı bir ‘olağanüstülük hali’nin yaşandığı ifade edilerek, yasama ve yargının yürütme tarafından yutulduğu bir ‘kuvvetler birliğine’ hızla gidiş tehlikesinin de ortaya çıktığı aktarıldı. Açıklamada kamusal menfaatlerin korunması bakımından hayati bir tehdit varsa, bunun kamuyla paylaşılması gerektiğinin altı çizildi. Kanaat ve iddialara dayalı idari işlemlerin, hukuk ve demokrasi kurallarıyla bağdaşmayacağı kaydedildi.
'ÜSTÜN BİR KAMU MENFAATİ' İDDİA EDİLİYORSA BUNUN NEDENİ KAMUYLA PAYLAŞILMALI
Prof. Dr. Gencay Gürsoy tarafından basın duyurusu yapılan açıklama özetle şöyle: “17 Aralık yolsuzluk soruşturması sonrasında, hükümet tarafından, adalet ve emniyet teşkilatları bünyesinde soruşturmaları yürüten ve sayısı binleri bulan görevlinin görev yerleri ‘görülen lüzum üzerine’ değiştirilmeye başlandı. Bu gibi soruşturmaları sürdüren bazı savcıların talimatlarını, mahkeme kararlarını, ilgili kolluk görevlileri yerine getirmediler; soruşturmaya bir şekilde başlayan adli yetkililer de idari talimatla bundan alıkondular. Bu tablo, Başbakan tarafından, “Türkiye bir istiklal mücadelesi içindedir” şeklinde açıklandı ve meşru gösterilmeye çalışıldı. Aynı tarihlerde, TBMM Başkanı Cemil Çiçek ise Anayasa’nın “Mahkemelerin bağımsızlığı” başlıklı 138. maddesinin “öldüğünü” ilan etti. Bu politikanın, “üstün bir kamu menfaati”nin korunması amacıyla uygulandığı belirtiliyor. Hatta bunun bir “darbe girişimi” karşısında ortaya konulan politika olduğu söyleniyor. Ancak, bir darbe girişimi karşısında, bu tehdidin aktörleri olduğu söylenen kamu görevlilerinin sadece görev yerlerinin değiştirilmesiyle yetinmek mümkün müdür? Eğer öyleyse, neden bu girişimin sorumlularının hukuk önünde hesap vermesi için bir girişimde bulunulmamıştır? Bundan kaçınılması, bu tehdide dair tanım ve iddiaların gerçekliğinin şeffaf bir biçimde takdiri konusunda da şüphe uyandırır.
HÜKÜMET YOLSUZLUK SORUŞTURMALARI KENDİSİNE DOKUNUNCA DAVALARI GAYRİMEŞRU İLAN ETTİ
Bu durumu “İstiklal mücadelesi” olarak betimlemek, zorunluluk karşısında hukukun işletilmesi gerekmez mesajı vermektedir. Bu zorunluluk halinin geçici olduğu ileri sürülebilir. Oysa tarih, zorunluluk diye adlandırılan “olağanüstülük hali”nin kendi kalıcı hukukunu, yani sürekli hukuksuzluk halini, yarattığına dair sayısız örnekle doludur. Türkiye’deki örneklerden de biliyoruz ki, bu olağanüstülük hukuku “zaruret hali” gibi geçici zamanlarla sınırlı değil, tüm hayatımızı kalıcı olarak kuşatan bir yapıya dönüşebilmektedir. Bir ay zarfında binlerce kamu görevlisiyle ilgili olarak yapılan işlemler ile yargıya ilişkin planlanan kaygı verici girişimler, hukuk güvenliği ilkesine gösterilecek saygıyı tahrip eden ve hukuk ile meşruiyet arasındaki bağları koparan bir sonuca yol açabilecek niteliktedir. İktidar, siyaset bilimi ve hukukta hiçbir karşılığı olmayan bir ‘paralel devlet’ kavramı icat ederek ve tüm hukuk dışı uygulamaları kendi iktidarına ortak ettiği Gülen Cemaati’ne yıkarak sorumluluktan kurtulamaz. Ergenekon, Balyoz ve KCK gibi davalarda özel mahkemeler eliyle sistematik şekilde kanıtların çarpıtıldığı ya da üretildiği defalarca dile getirilmiştir. Gazetecilerin, akademisyenlerin, avukatların, Kürt belediye başkanlarının, öğrencilerin, bu yöntemlerle suçlandıkları ve uzun tutukluluklarla fiilen cezalandırıldıkları ortadadır. Delillerden bazıları incelenmiş ve sonradan üretildiklerine dair bilimsel veriler ortaya çıkmıştır. O dönemde bunu meşru bulan hükümet, yolsuzluk soruşturmalarına kendisinin konu olacağını kavradığı noktada bu davaları gayrimeşru ilan etmiştir.
GÖREVDEN ALMALAR BÜYÜK BİR HUKUKSUZLUK ÖRNEĞİDİR
Bir ülkede sistematik şekilde adil yargılanma hakkını ihlal edenler ve iktidarın da iddia ettiği gibi devlet içinde dini hiyerarşiye bağlı gizli bir örgütlenme varsa, bu o ülke için çok ciddi bir sorundur. Bu iddialar derhal aydınlatılmalı, görev ve yetkilerini kötüye kullanan kolluk gücü ve yargı mensupları varsa, hukuk devleti gerekleri içinde hesap vermelidirler. Bunun yerine bir cadı avı gibi toptan şekilde, sebep ve gerekçe gösterilmeksizin binlerce kişinin görev yerlerinin değiştirilmesi, duruma atfedilen suçlamayla uyuşmayan bir çözümdür ve yeni mağdurlar yaratmaya mahkûm bir hukuksuzluk örneğidir.”