Hürriyet gazetesinden İzzet Çapa’nın sorularını cevaplandıran Sözüer, güvenlik paketiyle hükümetin çıkardığı reform kanunlarının karakollara teslim edildiğini belirtti. Sözüer, “Hakim ve savcıların etkisini azaltıp, vali, kaymakam ve kolluğun yetkilerini artırırsanız, ceza yargılamasının kaderini fiilen kolluk belirler. Ölüm cezasını kaldırdık ama paketteki silah kullanma yetkisi ile adeta ölüm cezası başka bir yolla geri dönüyor. Bu yetkinin yargısız infazlara dönüşmesi endişesini taşıyoruz. Başta polis ve jandarmanın 48 saat savcıya haber vermeden gözaltına alması gibi uygulamalar, ancak olağanüstü hallerde olabilir. OHAL’de uygulanacak kuralları her gün uygulanır hale getirirseniz bunun adına zaptiye hukuku denir.” dedi.
Prof. Adem Sözüer’in görüşleri özetle şöyle:
AB reformları karakollara teslim ediliyor
Bazıları kabul edilen güvenlik paketinin 10 maddesiyle, bu iktidarın çıkardığı reform kanunları karakollara teslim ediliyor. Oysa o reformlar AB ile müzakere sürecini başlatıp, Türkiye’yi işkence yapılan ülkeler listesinden çıkarmıştı. Ama korkarım ki, meşhur “Karakolda doğru söyler, mahkemede şaşar” sözü geri dönüyor. Bunun anlamı şu, eskiden savcıya haber vermeden sorgusuz sualsiz insanlar içeriye alınır, karakollarda malum metotlarla konuşturulur, ancak mahkemeye çıkınca “İfademi işkence altında verdim” diyerek, kabullenmezlerdi.
Cezalandırma yetkisi yargıdan alınıp polise veriliyor
Hakim ve savcıların etkisini azaltıp vali, kaymakam ve kolluğun yetkilerini artırırsanız, ceza yargılamasının kaderini fiilen kolluk belirler. Vali ve kaymakama savcı yetkisi vermek, adli bir işte onları yetkili kılmak anlamına gelir. Bu açıkça anayasaya aykırıdır. iç güvenlik paketiyle ateşli silah kullanma yetkisi, sınırları belirsiz şekilde genişletiliyor. 80’den günümüze kolluğun öldürmeyle sonuçlanan dosyalarına bakarsanız “Dur dedim, durmadı, vurdum”, “Bacağına ateş ettim, kafasına geldi” gibi savunmalarla karşılaşırsınız. Şimdi söyleyin bana, yetkilerini hep yanlış kullanan hatta sık sık da kötüye kullanan güvenlik güçlerine bu kadar kontrolsüz yetki vermemiz akıllıca mı?
Kolluğun saldırılara karşı yetkisi zaten mevcut
Meşru savunma dışında kimseye, insan yaşamına son verecek bir yetki verilemez. Şu an kolluğun saldırılara karşı her türlü yetkisi zaten mevcut. Ayrıca bizdeki kolluğun büyük çoğunluğu silahı nasıl, hangi koşullarda kullanacağını bilmez. Duracağı yerde vurur, vuracağı yerde durur. Böyle bir kolluğa, şimdi de “birinin camını kırarken ateş ederek onu önle” diyorsunuz. Nasıl önleyecek ki onu? Yine bacağına ateş ederken kafasından vurarak mı?
Silah kullanma yetkisi, yargısız infazlara yol açar
Ölüm cezasını kaldırdık ama paketteki silah kullanma yetkisi ile adeta ölüm cezası başka bir yolla geri dönüyor. Bu yetkinin yargısız infazlara dönüşmesi endişesini taşıyoruz. Meşru müdafaa hariç olmak üzere kolluğa, kişiye doğrudan ateş etme izni vermek, öldürme yetkisi anlamına gelir.
Polis amirinin talimatıyla vatandaş donuna kadar aranabilecek
Arabada seyir halindeyken polis veya jandarma gelip “Dur bakalım, arayacağız” diyerek tüm elbiselerinizi çıkarıp üst araması yapabilecek. Şu anda da kolluğun durdurma ve kaba üst arama yetkisi var. Ama kişiyi çırılçıplak soyup arayacağım dediğinizde karar lazım. İç güvenlik paketindeki arama maddesiyle, kolluk amirinin sözlü talimatı ile kişinin donunu bile çıkarttırarak arama yapılabilecek. Maalesef öcüler hukukuna doğru adım atıyoruz. Vatandaş geçmişteki gibi “seni öcüler yiyecek” diye korkutulup, hak ve özgürlüklerinin kısıtlanmasına razı edilmek isteniyor.
Avrupa’da hangi demokraside valiye savcı yetkisi veriliyor?
Avrupa’da hangi ileri demokraside, vali ve kaymakama savcı yetkisi veriliyor? Hangisinde güvenlik paketindeki gibi silah kullanma yetkisi var? “Molotof cezalandırılacak”, “Yüz kapatılarak yürüyüşe katılmak yasak” deniyor. Ama onlar zaten şimdi de yasak ve suç. Güvenlik bürokrasisi, çarpıtılmış bilgi ve istatistiklerle seçilmişleri yanıltıyor. Lütfen artık yanılmasınlar ve ileride “çok safmışız” demesinler!
Uzaklaştırma tedbiri ile vatandaşlar sürülebilecek
Eskiden de işkence serbest değildi. Ama önleyici güvenceler yoktu. Reformlarla o güvenceler gelince, sistematik işkence 10 yıldır tarihe karıştı. Şimdi o güvenceler kaldırılıyor. Örneğin yeni getirilen “uzaklaştırma tedbiri”... Bu maddede vatandaş nereden nereye, hangi sürede uzaklaştırılacak, belli değil. Bu maddeyi okuyunca aklıma eski dönemlerde ünlü bir polis şefinin transseksüelleri İstanbul’dan alıp Adapazarı’na sürmesi geliyor.
Tasarıya bütün ceza hukukçuları karşı çıkıyor
Hükümetin bugüne kadar hukuk alanındaki her reformunu destekledim ve desteklemeye devam ederim. AK Parti, vatandaşın hak ve özgürlüklerini güvenceye alma parolasıyla iktidara gelmiştir. Yani bürokrasiye karşı vatandaş demişlerdir. Şimdi ise vatandaşa karşı bürokrasiyi geri çağırıyorlar. Güvenlik paketindeki 10 maddeyle Türkiye’de bir iktidar kayması ve güçler değişimi yaşanıyor. Seçilmişlerin ve yargının yetkileri bürokrasiye devrediliyor. Güvenlik paketi komisyonda görüşülürken ceza hukuku akademisyenleri olarak TBMM’ye yazı yazıp, “bizi komisyona çağırın” diye talepte bulunduk. Cevap bile vermediler. Bizim niyetimiz her şeye karşı çıkıp muhalefet etmek değil ama hukuken doğruyu söylemeliyiz. Bazen hükümeti hükümete karşı da korumak lazım.
Güvenlik bürokrasisi reformlardan intikam alıyor
Reformlardan intikam almak isteyen güvenlik bürokrasisinin intikamı diyebiliriz. Hep yetkilerimiz elimizden alındı diye şikâyet edip duruyorlardı. Oysa bu söz konusu değildi. Sadece keyfiliğe karşı güvenceler getirildi. Ama sen elindeki yetkileri Cizre’de olduğu gibi ya kullanma ya da yanlış kullan. Orada yaşanan trajediyi seyret; sonra da kanunlar kabahatli deyip, Deli Dumrul kanunlarını talep et! İşin acı tarafı da bu istediklerini alıyorlar maalesef.