Ne mutlu Türkiye'nin kıymetini bilene:
Bir gün süpermarkette
makarna bölümündeyken; 65 yaşlarında bir bey ve bayan yanımda duruyorlar, bayan eşine: "Sen makarna al ben de un bölümündeyim" diyor.
Bay soruyor: "Bir sürü
marka makarna var hangisini alayım hanım?", bayan sesleniyor: "
Ülker olmasın da ne olursa olsun".
Dayanamayıp soruyorum: "Affe
dersiniz,
kulak misafiri oldum ve çok merak ettim, neden Ülker olmasın?"
"Aha çattık Ülker yönetiminden birine", diyor bay.
Bayan ise gayet sakin bir sesle: "Ülker dincilerinde ondan, onlara
destek vermemeliyiz..."
Halkın aklı sıra dincileri güçlendirmeme felsefesi.
Halbuki unutulan birşey var, Ülker dinci ya da dinsiz olarak görülmüyor yurtdışında, Ülker şu anda çikolata dünyasında büyük isim yapan GODIVA'yı satın almış çok büyük kuvvetli bir Multinational,
Avrupa ve
Amerika Ülker'i saygı ile anmakta, ve Ülker'i anarken de dincilerin diye anmıyorlar ama Türklerin diye anıyorlar.
Ülker gibi daha o kadar çok marka var ki...
Otuz sene Hollanda'da yaşayıp Türkiye'ye döndüğümde, bir arkadaşımın oğlu bir kızla çıktığını ama ondan ayrıldığını söyledi.
Neden diye sorduğumda, 'kız Fettullahçı çıktı', dedi.
Nasıl yani ? Diye sorduğumda, 'Kız öğretmen oldu ve Amerika'ya Fetullah'ın okuluna ders vermeye gitti', dedi.
"Ne güzel bir şey, bir Türk Amerika'da Türk okulumu açtı", dedim sersemce.
Hiç de güzel değil, okulunda dinci asker yetiştiriyor.
Kimdi Fettullah, Fettullahçılık ne demekti?
Bir
örgüt, bir
terörist, kötü biri miydi?
Arkadaşımın anlatış şeklinden iyi bir adam değildi galiba.
Şimdi üç seneden beri Türkiye'de yaşıyorum.
Fethullah Gülen'i çok merak ettiğimden onun biografisini aldım ve okumaya başladım.
Çünkü bence asıl cehalet, başını bağlamak değil, asıl cehalet bir şeyi bilmeksizin çoğunluğun fikrine katılmak,
koyun gibi sürü psikolojisinin kurbanı olmak, ve korku nehirine düşmek.
Bazı radikal dincilerin Kuran'ı hiç okumamış olmasına rağmen, ne yazdığını bilmemelerine rağmen taptıkları gibi.
Kitap sihirli bir kitap, okudukca Fettullah Gülen'e hayran kaldım.
İdeallerini, hayallerini gerçekleştirmesine.
Liberal arkadaşlarım inanamıyorlar, benim bu sözlerime.
Ben laik, Atatürk'e tapan demokratik bir insan olarak nasıl Fettullah Hoca'ya saygı ve sevgi duyabilirim?
Çünkü asıl Atatürkçülük, bence, objektif olabilmek.
Karamsarlığa kapılmamak, korkularını yenmek.
Ön yargılamamak.
Ve de ve de en önemlisi Türkiye'yi hiçbir zaman ikiye bolmemek.
Onun zamanında yobaz dediğimiz dindarlar daha fazlaydı, ama o hepimizi bir
bayrak altında topladı ve ayırmadı.
Fettulah Gülen'in ideali
İslam Türkiye değil, İslamik bir Dünya olabilir, açtığı okullarda İslam teşviki olabilir,
Türkçe teşviki de var.
Olimpiyat yarışlarına
seyirci oldum bir gün. İnanamadım, stadyumda on binlerce kişi vardı.
Dünyanın her bir yerinden çocuklar mükemmel Türkçe ile
şarkı söylüyorlardı. Biz Türkler çok pratik bir halkız, kendimiz fazla
yabancı dil öğrenemediğimiz için, dünyaya Türkce öğretiyoruz.
İlk etapta ürktüm, Fethullah Hoca dünyanın her yerinde okul açmış, Türkçe ve İslam dini aşılanıyor yeni nesile.
Ama kendimi sorguladığımda, 10 tane sefaletten sokaklarda dilenen ve
hırsızlık yapan
genç mi seçimim olur, yoksa 10 tane okumuş, mesleğini eline almış, Türkçeye güzel hakim olan ve İslam dinine tapan bir genç mi görmek isterim.
Elbetteki ikinci olanak tercihimdir. Ve sanırım, anladığım kadarı ile Fethullah Hoca bununla mesgul.
Bunun arkasında liberal kesim de elbette ki yatan korku, Humeyni gibi Türkiye'ye dönüp, Türkiye'yi İran'a çevirirlerse düşüncesi var....
Bu korkuyu yaşatmayalım, böyle birşey yok olamaz, olmayacak.
Çünkü Türkiye'yi ve Allahını seven hiç kimse, bir ülkenin 50 sene geriye gitmesini istemez.
Şu anda Türkiye; politikayi ve dini kenara bıraktığımızda, ekonomi olarak çok ileriye gitmekte, dünyanın huzurunda çok önemli bir durumda,
Asya ve avrupa'nın köprüsü olarak çok çok değerli.
Korkmayalım, ürkmeyelim.
Başörtüye karşı çıkıldıkça, daha fazla insanlar örtünecektir, buda insanın iç güdüsüdür, dinini korumak, göstermek, sahip çıkmak gibi.
Geçen hafta Hollanda'daydım, Schiphol Havaalanında bir süper marketteydim ve kulağıma gelen Türkce ilgimi çekiyor,
"Derya çabuk gel buraya birşey göstermeliyim, bak Ülker biskuvileri, aferin, çok gurur duydum" diyor bir bayan kızına.
Kendimiz bile, kendimizin değerini kabuğumuzdan çıkınca anlıyoruz...
Biz gerçekten çok garip bir milletiz, ancak diğer ülkeler bize değer verince değerimizi anlıyor ya da tartıyoruz...
'Ne mutlu Türküm diyene', yeterli değil artık.
Ne mutlu, insanlığın Türklükten önemli olduğunu, ve insanlık namına birbirimize el uzatmamız ve destek olmamız gerektiğini, saymamız gerektiğini, ve yaşadığımız ülkeyi din, ırk,
renk ayırımı yapmadan, radikal, liberal damgası vurmadan, sevmeyi bilene...