Yalan ve iftirayı bir silah kullanarak, hiç olmazsa izinin kalacağı ümidiyle temiz ruhlara sürekli çamur püskürten şer şebekeleri yeniden sahnede. Kin ve nefret duygularıyla oturup kalkan bu kimseler, Muhterem Hocaefendi'nin koltuğunun üzerinde yer alan ve açıklaması aylar önce yapılmış olan fotoğrafı -karalama malzemesi olarak kullanmak üzere- son günlerde bir kere daha ısıtıp site site dolaştırır oldu. Kirli eller tarafından servis edilen mesajlardaki çirkin itham ve iftiraya Herkul.org'un resmi sosyal medya hesabı Herkul_Nagme'den cevap geldi. İşte "230. Nağme: İnançsız Müfteri İşini Yapıyor, Fakat Su-i zan, Gıybet ve İftiralara Alet Olan Mü’minlere Ne Demeli?!." başlığıyla yapılan açıklama...
"Kıymetli arkadaşlar,
Kin ve nefret duygularıyla oturup kalkan bir kısım kimseler sürekli yalan ve iftiralara sarılıyor, dine hizmet eden herkesi hedef alıyor ve onları karalamak için her yola başvuruyorlar. Yaptıklarıyla vicdanlarının iflas etmiş ve insaf hislerinin tükenmiş olduğunu ortaya koyan bu zavallılar, yalan ve iftirayı bir silah gibi kullanıyor, hiç olmazsa izinin kalacağı ümidiyle temiz ruhlara sürekli çamur püskürtüyorlar. O türlü nasipsizleri muhatap alıp iftiralarına cevaplar yetiştirmenin abesle iştigal olduğunu düşünüyoruz; zira vicdan ve insaf olmalıdır ki insan doğruları kabul etmeye açık bulunsun. Bununla beraber sözü bir noktaya getirmek için bir iki hususa değinmek istiyoruz.
Bazı şer şebekeleri, Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında halkın zihninde şüpheler uyarmak için senelerden beri var güçleriyle çalışıyorlar. Muhterem Hocamızın her sözünü ve her görüntüsünü nasıl çarpıtabileceklerine dair şeytanî gayretler sergiliyor ve en nezih karelerin, en güzel beyanların üzerine devamlı zift pompalıyorlar.
Mesela; büyük bir fırtınanın yaklaşmakta olduğunu duyan çevredeki Müslümanlar gelip “Efendim, dinimizin bu türlü felaketler karşısında bir tavsiyesi var mı? Bir dua yazma lütfunda bulunur musunuz?” deyince muhterem Hocaefendi “Ayetü’l-Kürsî” yazıyor. Türk, Kürt, Boşnak, Bulgar ve Abhazalı Müslümanlar yazılan o duayı alıp evlerine, bahçe duvarlarına asıyorlar. Allah’ın inayetiyle başka yerlerde çok büyük yıkımlar olduğu halde onlar çok küçük kayıplarla o belayı atlatıyorlar. Fakat birileri bunu haberleştirirken “Mazlum Müslümanlar dururken Amerika’ya dua ediyor” şeklinde veriyor ve masumane bir duaya sığınma hadisesini dahi çarpıtıp onu da karalama malzemesi olarak kullanmaya çalışıyorlar.
Mesela, muhterem Hocamız üç defa hacca gittiği ve pek çok sohbetinde, röportajında, kitabında hac hatıralarından bahsettiği halde “Peki hacca niye gitmiyor/gidemiyor?” şeklinde çok tuhaf bir soruyu televizyon ekranlarına dahi taşıyabiliyor ve bu yalan boyalı kasıtlı soruyla da şüpheler hasıl etmeye çabalıyorlar.
Mesela, muhterem Hocamızın hem de “Kur’an’ın Gurbeti”ni anlattığı bir sohbetinin “Kur’an’a da elimi vurasım geliyor!” cümlesini defalarca arka arkaya montajlayıp sonra da bunu Yüce Kitabımıza hakaretmiş gibi sunuyorlar. Oysa bir iki cümle sonrasında Hocaefendi, Hazreti İkrime’nin Kur’an okurken güzelliği karşısında heyecana gelip onu yüzüne-gözüne sürdüğünü ve gönlünde çoşan Kur’an sevgisiyle mushafı bağrına basıp “Kelam-u Rabbî – Benim Rabbimin sözleri” dediğini hatırlatıyor ve “Bazen Kur’an okurken ilahi beyanın güzelliği karşısında takkemi fırlatasım, Kur’an’a elimi vurup uzanıp onu alıp yüzüme gözüme süresim ve ‘Rabbimin Kelamı’ diyerek öpüp koklayasım geliyor” diyor. Heyhat, şerirler çok nezih duyguların ifadesi bu sözleri bile saf kitleleri kandırmak için montajlayıp kullanıyorlar.
Mesela, hemen her sohbetinde Hak dostlarına karşı hürmetini dile getiren, özellikle de İmam Gazali, Abdülkadir Geylanî, Şah-ı Nakşibend gibi büyükleri medyuniyet ifadeleriyle yad eden Muhterem Hocamızın kırk dakikalık sohbetinden sadece iki cümleyi alıp o büyüklere -haşa- saygısızlık yaptığını iddia edebiliyorlar. Halbuki Hocaefendi, Bediüzzaman hazretlerinin eserlerini Türkçe açısından tenkit edenlere cevap sadedinde bazı hususlara değindiği o sözlerinde bile zikri geçen Hak dostlarının manayı kalıplara kurban etmediklerini, gönül derinlikleri sayesinde bazen çok sıradan sözlere dünya kadar muhteva sığdırdıklarını ve onları, anlamadığımız ya da yanlış zannettiğimiz kelimelerle tartmamamız lazım geldiğini anlatıyor. Ne var ki vicdan ve insaf yoksunu kimseler, aslında kendilerinin dahi biraz teemmülle çok rahat anlayabilecekleri o hakikatleri dahi başka mecralara çekiyorlar.
Kıymetli arkadaşlar,
Bu misalleri çoğaltmak mümkün; fakat, başta da ifade ettiğimiz gibi iftira ve çarpıtma, müfterilerin karakteridir; onları muhatap almak ve dediklerine değer vermek abesle iştigaldir.
Şu kadar var ki, kıymetli Hocamızın eserlerine, binlerce sohbetine, senelerdir defalarca anlattığı meselelere ve şaheseri sayılabilecek bereketli hayatına bakmayıp da hakikatini anlamadıkları bir söz, nereden çıktığını bilmedikleri bir şayia veya ne olduğunu dahi kestiremedikleri bir tablodan hareketle ileri sürülen iftiralara kanan, suizan ve gıybetlere dalan, karalama kampanyasına ortak olan müminleri anlamak mümkün değil.
Aylar önce, bir fotoğrafla alakalı sorular almış ve gereken cevabı vermiştik. Yine bir müfteri işi olduğu ve o türlü insanları muhatap almak istemediğimiz için meselenin üzerinde durmamıştık. Fakat son günlerde o fotoğraf bir kere daha ısıtılıp site site dolaştırılır oldu. Belki bazılarınız görmüşsünüzdür; bazı kirli eller tarafından servis edilen mesajlarda muhterem Hocamızın koltuğunun hemen üstünde asılı olan bir tablo “İlluminati Tarikatı” gibi yapılanmaların, gizli teşkilatların simgesi olarak gösteriliyor.
Diğer itham ve iftiraları bununla kıyaslamanız için servis edilen resim ile o fotoğraftaki tablonun aslını arz ediyoruz:
1. Fotoğraf: Türlü türlü iftiralarla beslenip servis edilen resim:
2. Fotoğraf: Servis edilen mesajlarda çarpıtılan tablonun aslı:
Birinci resimde daire içine alınıp gizli bir teşkilatın simgesi gibi gösterilen tablonun aslını ikinci fotoğrafta görebilirsiniz: Kıymetli bir insan, muhterem Hocamıza ne hediye edebileceğini düşünürken onun Ka’beye karşı sevgisi aklına geliyor. Bir şekilde elde ettiği Ka’be örtüsünü hediye etmeye karar veriyor. Fakat Ka’be örtüsünden alınan o mübarek parça istediği büyüklükte olmayınca kendince bir kompozisyon yaparak elindeki “mukaddes emaneti” iki yana sarkıtıp tam ortasına da Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz’in muazzez mührünü yerleştiriyor. Muhterem Hocamız da kutsal mekanlardan gelen o kıymetli hediyeyi “Oranın küçük bir parçasına bile kurban olurum; onun başımın üzerinde yeri var!” deyip koltuğunun üstüne astırıyor.
Heyhat ki, gördüğünüz gibi ehl-i kin ve garaz o muazzez levha ve o masum düşünceyi bile nasıl çarpıtıyor!..
Fakat, gerçekten müfteriyi anlayabiliyoruz; o kendi karakterini sergiliyor.
Sadece iki grubu anlayamıyoruz:
Birincisi, su-i zan, gıybet ve hele iftira haram olduğu halde bunlara bulaşabilen Müslümanları anlayamıyoruz.
İkincisi, şer şebeke her fırsatı ifsatta kullanırken -muhterem Hocamızın onca hastalık ve rahatsızlıklarına rağmen her gün sohbet edip ders yaparak terütaze hakikat buketleri gönderdiği halde- o hasbihalleri başkalarına ulaştırma gayreti bulunmayan, bir kişi daha duysun heyecanı taşımayan, hele bari kendisi için istifade yolları aramayan Hak erlerini hiç ama hiç anlayamıyoruz.
Lütfen, sözlerimizi kaba bulmayınız. Lakin, dünkü “229. Nağme: Paranoyalara Karşı Tavır ve Gayr-ı Meşru Sevginin Cezası” ne kadar hayatî, ne denli güzel ve ne tesirli bir sohbetti. Kaç kişiye ulaştırdınız acaba?!.
Affınız istirhamıyla…"