Dumanlı, yazısında rahatsızlığı öğrenmesinden, sonraki geçmiş olsun telefonlarına kadar yaşananları anlattı.
İşte Dumanlı'nın 'GEÇMİŞ OLSUN' yazısı...
***
GEÇMİŞ OLSUN
Tevafuk bu ya; ziyaretine gittiğim gün Fethullah Gülen Hocaefendi’yi misafir olduğu evde bulamadım. “Acilen hastaneye kaldırıldı...” dediler.
İnsanın içi burkuluyor, boğazı düğümleniyor böyle durumlarda. Karanlık bir dünya. Derin bir boşluk. Ardı arkası kesilmeyen sorular, yıldırım gibi geliyor üzerinize. Ayrıntıları dinliyorsunuz şahitlerinden. Ani bir ritim bozukluğu, tansiyon, nabız ve ambulans. Ve endişe içinde bekleşenler...
Neyse ki hastaneden müspet haberler geliyor, “Durumu kontrol altında” deniyor. Kaygıları gidermek mümkün değil yine de. Arayan arayana. Merak, endişe, ıstırap...
Sabaha kadar bekleniyor Hocaefendi, gelmiyor; gelemiyor. Alelacele kaldırıldığı hastanede çile dolu bir gece. İlerleyen günlerde, bir perde ile ayrılmış yan taraftaki hastanın iniltisini kendisinden dinliyoruz. O mustarip ve yaşlı insana dua ettiğinde o temenniye ortak olurken Hocaefendi’nin yaşadıkları ile içiniz eziliyor, yüreğiniz ağzınıza geliyor. Müşahede altındayken Hocaefendi’nin en büyük arzusu: Abdest, namaz, ibadet. Ambulansa binerken Yasin ve Tebareke’yi okuduğunu kendisinden dinliyoruz daha sonra. “Belki son dualarım...” diye düşünmüş. Oysa daha hastaneye sevk edildiği duyulur duyulmaz dünyanın dört bir yanından hatimler yağıyor, cevşenler kaynıyor coşkun yüreklerden. Tam da o saatlerde acil kaldırıldığı hastanedeki imkânsızlıkla karşı karşıya Hocaefendi. Neyse ki insan ruhunu daraltan o binaya yeryüzünün dört bir yanından dualar sızıyor. Dualar! Yana yakıla yapılan dualar. Iztırar haliyle yapılan yakarışlar...
Çok şükür; Hocaefendi’nin avdet edişiyle sabah misafirhaneyi yeni bir aydınlık kuşatıyor. O yorgun, ama hâlâ hizmet düşünüyor. Aniden rahatsızlanmasındaki sebep ve hikmeti düşünüyor. Üç muhtemel sebep zikrediyor. Üçü de düşündürücü, üçü de teyakkuzu icbar ediyor. Onca derdin arasında, “Tiraj nasıl, kampanya ne zaman başlıyor?” diye sormayı ihmal etmiyor. Ülkedeki meselelerden bahis açılınca aritmi tekrar nüksediyor, tansiyonu tekrar yükseliyor...
İlk arayanlardan biri Başbakan Tayyip Erdoğan’dı. Zarif bir ses tonuyla ‘geçmiş olsun’ dileklerinde bulundu. Hocaefendi de aynı zarafetle Sayın Başbakan’ın hatırını sordu, “Zahmet buyurdunuz...” dedi. Söz sırası dualaşmaya gelmişti. İkisi de hem dua istedi birbirinden, hem dua ettiler birbirlerine. Görülmeye, duyulmaya, düşünmeye değer bir tabloydu. Uzaktan bu manzarayı izleyebilseydiniz, eminim, “Yahu işgüzarlar! Artık aradan çekilin ki fitne ateşi sönsün!” diyecektiniz. Öyle samimi, öyle halisane bir iletişim vardı ortada...
Görüşme bitince Hocaefendi, “Sesi çok güzel geliyordu...” dedi. O sesteki duruluk ve içtenliği birkaç kez anlattı arkadaşlarına. Sonra dua etti bol bol...
Hocaefendi’nin misafir olarak kaldığı eve döndüğü anlaşıldıktan sonra telefonlar hiç susmadı. İş dünyasının en seçkin simaları, medya dünyasının en tanınmış çehreleri, siyaset aleminin en mümtaz portreleri... En dikkat çeken nokta şuydu: Arayanların partileri farklıydı, düşünceleri farklıydı, hayat tarzları farklıydı; ama farklı kesimleri temsil eden bu insanları bir temenni etrafında toplayan bir değer vardı. Bir kanaat önderinin, “Talebelerimizle size sürekli dua ediyoruz. Allah ömrümüzden alsın sizin ömrünüze versin.” şeklinde niyazda bulunması, ariflerin nezdinde meşrep farklılığının ne kadar tali bir konu olduğunu fiilen ispat ediyordu. Demek ki bin bir ihtimamla dile getirilen ve temsil edilen barış içinde yaşama düşüncesi, farklılıklara ihtimam felsefesi, herkesin konumuna saygı ideali, sosyal hayatta ve siyasi kültürde derin bir içtenlikle benimsenmişti artık.
Kalbindeki ritim bozukluğuna rağmen Hocaefendi, telefonla arayan herkese bizzat teşekkür etmek istedi. Doğrudan ya da dolaylı bir şekilde ‘geçmiş olsun’ dileklerinde bulunan kişilerin vefası karşısında “Acaba ne yapmalıyım ki bu civanmertliğe mukabelede bulunayım?” der gibiydi. “Zahmet buyurup aramışlar...” derken vefakarlık tebellür ediyordu adeta.
“Sayın Cumhurbaşkanı şu saatte arayacak.” diye bir haber geldi. Hocaefendi, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile konuşurken, telefonda adeta dertleşiyorlardı. Hal hatır sormanın ötesinde çok öteden beri muarefesi ve muhabbeti bulunan iki dostun hasret gidermesi gibi bir şeydi. İki-üç gün öyle geçti. Telefonların ardı arkası kesilmedi. İş dünyasının en seçkin simaları arıyordu. Siyaset dünyasının en nadide isimleri zor günlerde Hocaefendi ile duygudaşlık yaşıyordu.
Perşembe günü Zaman Gazetesi’nde neşredilen teşekkür ilanına bakın lütfen. Kimler ‘geçmiş olsun’ demiş bir inceleyin. Türkiye’de hiç kimseye kolay kolay nasip olmayacak geniş bir yelpaze bulacaksınız. Sosyal kesimlerin neredeyse tamamını temsil eden güzel ve özel insanlar göreceksiniz. Hemen her partiden, her etnik gruptan, her dinden, her mezhepten, her meşrepten öncü insanların Hocaefendi’ye geçmiş olsun demesi, bu ülkenin birlik içinde yaşama iradesi değil de nedir Allah aşkına!
İşte tam da bu yüzden Fethullah Gülen Hocaefendi çok önemli. ‘Geçmiş olsun’ dileklerini sunan insanların, “Türkiye’nin size ihtiyacı var” demesi rastgele bir övgü değil. Sabahtan akşama kadar defalarca kutuplaşma ve çatışma atmosferinin inşa edildiği modern dünyada Hocaefendi, tıpkı Mevlana’nın yedi asır önce yaptığı gibi, insanları birlik olmaya, dostluğa davet ediyor. O gür ve latif sadâ, düşünce ve inancı ne olursa olsun her ferdi, her kitleyi kucaklaşmaya çağırıyor. Kimi zaman ağır bedeller de ödüyor; lakin toplumun kısm-ı azamı hayatı paylaşmayı, farklılıkları zenginlik saymayı çoktan kabul etmiş durumda.
O yüzden Fethullah Gülen Hocaefendi’nin teşvik ettiği usul ve üslup, birlik olmanın, dirlik içinde yaşamanın sivil bir sembolü haline gelmiştir yeryüzünde. Sadece bu ülkede değil. Medeniyetler çatışmasını tetiklemek, derinleştirmek, alevlendirmek için can atan global kavgacılar, karşılarında onun birbirimizi anlama çağrısını buldu. Anlama gayreti! Temel hak ve özgürlükler uğruna yapılacak bütün demokratik çabaların ilk adımı! O, dünyanın dört bir bucağında her türlü ayrımcılığa karşı çıkarken meseleyi sadece parıltılı nutuklara mahpus bırakmadı; cesur ve kalıcı adımlar atarak katılımcı demokrasiye güçlü, samimi ve sivil bir biçimde destek verdi. Varlığını kavga ve kaosa borçlu olan marjinal kitlelerin ondan rahatsız olması tabii ki boşuna değil. Onların “karıştır-çatıştır” planını Hocaefendi’nin diyalog hamleleri bozdu.
Geçmiş olsun bu asrın Mevlana’sına!
Sadece ona değil, ülkemize de; hatta yeryüzüne de... Çünkü derin çatışmaların yaşandığı, insanların ve toplumların birbirine düşman edildiği böyle zor bir dönemde Hocaefendi gibi gür ve sivil bir sadâya küre-i arzın ihtiyacı var. Allah sağlık, sıhhat ve uzun ömürler lütfeylesin...
AMİN