24 Ekim'de Her-kul.org sitesinde yayımlanan konuşmasında
Hocaefendi özetle sorunun çözümü için yeterince dertlenmediğimizi, çözüm üretecek nispette kafa yormadığımızı söylüyor, “Meselenin üzerine bağırıp çağırarak, yakıp yıkarak ve öldürerek değil,
akıl, firaset ve şefkatle gidilmelidir.” diyordu.
Kürt sorununun çözümünü kilitleyen “dil meselesinde net mesajlar veriyordu.
Bediüzzaman Said Nursi'nin Meşrutiyet yıllarında Van'da kurulmasını
teklif ettiği Medresetü'z-Zehra projesinden hareketle “Hazreti Bediüzzaman Van'da bir üniversite kurulmasını teklif ederken orada Arapça'nın farz, Türkçe'nin vacip ve Kürtçe'nin caiz gibi kabul edilerek hepsinin beraberce okutulması gerektiğini söylemiştir. Neden okullarda Kürtçe'nin de öğretilmesine fırsat verilmedi?” diye soruyordu.
Herkül.org'daki söyleşiyi “Bu sese
kulak verin, çünkü gerçeği ifade ediyor, çıplak gerçeğe günümüzden sesleniyor.” şeklinde değerlendirenler çoğunluktaydı. Konuşmayı “
Fethullah Gülen'den Kürt
açılımı” diye sananlar oldu. Kimileri ise Hocaefendi'nin bu açıklamaları geçmişte değil de niye şimdi yaptığım,
Kürt sorunuyla ilgili bu “çıkışının” ve “hamle”sinin ne anlama geldiğini biraz da niyet okuyarak açıklamaya çalıştılar. Oysa Hocaefendi'yi tanıyanlar için bu konuşma
sürpriz değildi. 1990'lı yıllardan beri Gülen, gerek yazılarında gerekse konuşmalarında Güney
doğu, Kürt sorunu,
PKK ve
terör üzerine düşüncelerini paylaşıyordu. Biz de kısa bir
arşiv taramasından sonra Hocaefendi'nin terör ve Kürt sorunuyla ilgili yazı ve konuşmalarından bir derleme yaptık.
Terör ve dış güçler...
Türkiye'nin kendi iç bünyesinde 8-10 senedir terörle uğraşması,
ekonomik ve sosyal sıkıntılar, siyasî istikrarsızlıklar meydana getirmenin yarımda, dış dünyada itibar kaybına vesile olmuştur. Ne yazık ki, başta siyasilerimiz olmak üzere, diş
politika bü¬rokratları, ilim adamları ve gazeteciler terör hadisesinin bu boyutuna hiç ehemmiyet vermediler. Bana kalırsa bir ölçüde fark bile edemediler. Hâlbuki bir siyasî liderin ifadeleri içinde, Türkiye tarihte ancak birkaç defa doğabilecek böyle bir “dünya devleti” olabilmek fırsatını yakalamıştır ve acıdır, içerideki bu terör belası, Türkiye'nin onu değerlendirmesine mâni oldu ve ola¬cak. Ancak o fırsat henüz bütün bütün kaçırılmış sayılmaz. Ne var ki, önce terörün kökünü kazıyabilecek etkin önlemler almak gerekir. Bu da terörün sebeplerini iyi teşhis edebilmekle mümkündür. Öte yandan, kendi basiret ve firasetsizliğimizi, terörü bütünüyle dış güçlere
fatura etmek¬le kapatmaya çalışmadan vazgeçmeliyiz. Bu konuda tek merkezden senaryolar ha¬zırlanmış olabilir ama, o senaryoları içeride oynayan piyonlar, canlandıran aktörler vardır ve onlar bizim insanımız. Ayrıca bu senaryoların oynanabileceği zemin ve vasatı devlet ve millet olarak yıllar süren ihmalimizle biz hazırladık. Bu açıdan terörü önlemek denilirken, bu hususun da gözardı edilmemesi gerekir. (Fasıldan Fası- la-3/186-187; 1995)
Güç-kuvvet asli çözüm değildir
Güneydoğu derken bu problemi umum o
bölgenin insanına mal etmek o bölgeye karşı da, bölge insanına karşı da haksızlık olur. Bunun eskiden de tam anlaşılmadığı kanaatindeyim Şimdilerde de tam anlaşılmadığı kanaatini taşıyorum Devletin orada askeri var.
Asker güde ve kuvvetle yapılacak şeyi yapıyor. Güçle ve kuvvede yapılan çözümlerde mantıki çözümle, muhakemeyle alakalı çözümler, asli çözümler aramak doğru değildir. Gücü elinde tutan insanların mantık güçlerini, muhakeme güçlerim kullandıkları çok azdır. Güneydoğu'da bazı meseleler var ki, caydırıcı yanı itibariyle bunlar, kuvvetle çözülür, halledilir. Fakat kuvvetle çözülen mesele, akılla, mantıkla, muhakemeyle pekiştirilmezse, arkasından bir siyasi çözüm de getirilmezse, eğitimle alakalı problemler var, o da çözülmezse...
Devletin ciddi politikası olamadı
Devlet, üzülerek arz edeyim, hani askeriyenin yaptığı şey oldu, onunla kaldı. Aslında bu mevzuda ciddi bir politikaları olamadı veya politikalar takip edemedi. Yakın takibe alamadı, öğretmenim koru¬yamadı, eğitimcisini koruyamadı, çokça okul açamadı, okulları avantajlı kılamadı, onlara bir hususiyet tanıyamadı. Mesela özel okullardan veyahut da
Anadolu liselerinden üniversiteye girerken talebelerden üniversiteye yerleştirme merkezi 2-3 puan kırıyor. Güneydoğudaki insanlara da 3 puan verirdiniz, olur biterdi. Bunların hepsi olabilirdi. ((Zaman, Ali Aslan, Terör Hakkında Gülenle Röportaj, 3
Eylül 1997)
Kürt-Türk ayrımı doğru değil
Aslında Türkiye'de ne Turk-Kürt kavgası vardır ne de Alevî-Sünnî kavgası vardır. Bir Alevî-Sünnî ayrımı yapmanın âlemi yok¬tur; bir Kürt-Türk ayrımı yapmanın alemi yoktur. Aynı kaderi paylaşan insanlar: Üzerimize gelip çullandıklarında hepimizi birden ezmişler; savaş ilan ettiklerinde he¬pimiz tek cephe olmuş onlarm karşısında savaşmışız. Çanakkale'deki şehitleri kaldırıp konuşturma imkânı olsa, çok farklı ağızlar kullanacaklar, farklı farklı lehçeler kullanacaklardır. Ve biz onların hepsini şehit oldukları mülahazasıyla tebcil ediyoruz. Takdirle karşılıyoruz, kendilerine düşen vazifeyi yapmışlar diye alkışlıyoruz. Sizin geçmişiniz buysa şayet, kaderiniz buysa, bence bugün o kelimeleri telaffuz etmek doğru değil; öyle bir Kürt-Türk ayrı¬mı hiç doğru değil... (Bir Damla Ülke Kal¬mış Zaten, Yazık Etmeyelim 2005, Eylül)
Hukuk dışına çıkılmamalı
Bazı işleri hukuk dışı yollarla halletmeye kalkanlar, başkalarını da hukuk dışı bir kısım oluşumlara sevk etmiş olurlar, îster devlet isterse de kendini devlet yerine koyan v
e devlet yanlısı görünenler, meseleleri hukuk dışı yollarla halletmeye kalkıştıkları zaman daha ciddi problemlere ve komplikasyonlara sebebiyet verirler. Devlet şakilere karşı savaşabilir; savaş esnasında güvenlik güçlerine
silah çeken¬leri öldürebilir; zira, savaşın da kendine göre bir hukuku vardır. Fakat, bir insan gelip teslim olursa, devlet onu asla yargı¬sız
infaz edemez. Teslim olan bir insanı öldürmek hukuk devletinin ruhuna aykırıdır. Bir hukuk devletinde devlet içinde devletten ya da derin devletten bahsetmek de mümkün değildir. Fakat, maalesef, “Devletin nizam ve intizamını,
asayiş ve güvenliğini temin etmek maksadıyla öldürmem istenen insanları öldürdüm” diyen kimseler çıktı bizim
ülkemizde. “Devletim bana ‘vur' dedi, ben de vurdum” diyenler oldu. Onlara belki şöyle denebilirdi: “Devlet sana “zina et” derse, zina mı edeceksin! Hırsızlık yap dediğin¬de
hırsızlık mı yapacaksın? (Kınk Testi 5; İkindi Yağmurlan, 2005, Nil Y.)
Üsluba dikkat!
“Falanların (Kültlerin) içinde bir kısım eşkıya var deyip umum hakkında hükümler vermek doğru değildir. Bir dönemde, “Ben Türk'üm” diyen insanların içinden de “Mao, Mao” diye bağıranlar çıkmadı mı? Bugün ulusalcı olduğunu belirtenlerden bazıları bir zamanlar Lenin'in, Stalin'in arkasından koşmuyorlar mıydı? Bizim içimizden bir kısım eğri büğrü düşünen, [kuraldışı] kimseler çıktığı gibi, elbette başkalarının arasından da yara¬mazlar çıkabilir. Emniyet güçleri onları bulmalı, yargıya teslim etmeli ve şayet cezayı gerektiren yanları varsa, hukuk onları cezalandırmalıdır. Fakat bu mevzuya şöyle böyle yorumlar getirerek, toplumun farklı kesimleri arasında değişik cephelerin oluşmasına sebebiyet verecek şekilde bir üslup kullanmaktan kat'î surette uzak durulmalıdır.” (Kınk Testi 5; ikindi Yağ¬murlan, 2005, Nil Y.)
Hepimiz kardeşiz demek kolay
Güneydoğu insanına hamasi destanlarla yaklaşmak, televizyon,
radyo ve gazetelerde hepimiz kardeşiz demek kolaydır. Her şey gibi Müslümanlığın da lafı ve nazarisi çok kolaydır. Ama esas olan nazarî Müslümanlığı amelî Müslümanlığa çevir¬mektir. Anadolu'nun
yiğit insanları, Doğu ve Güneydoğu'da mahrumiyetler içinde yaşayan kardeşlerini ne kadar sevdik¬lerine inandıracaklar. Gitmek suretiyle gelmelerini sağlayacak, arada yıkılmayan sağlam köprüler kuracaklar. Bu vesileyle onların hâllerini görecekler. O bölgenin inşam çok civanmerttir. Sadece Doğuya gitmek meselesi de değil, şimdi
İstanbul,
Mersin, Antep gibi yerler Güneydoğu'dan gelen insanlarla dolu. Belki önce burala¬ra da açılmak gerekir. Bölgemizde
okuma imkânı verme ile daha çok kimseye imkân sağlamak ve bizi kardeşliğimize götürecek başka şeylere yelken açmak la¬zım. (Herkul.org/ 2007
e-
mail:
[email protected]