İsrail ve
Amerika,
Hamas ve
Hizbullah’ı birer “
terör örgütü” olarak tanımlıyorlar. Bu tanımı tekrar edenler de İsrail ve Amerika’nın “
psikolojik savaş taktikleri” dahilinde iş görüyorlar.
Eğer terör tanımında en vazgeçilmez kriter “masum
sivillerin öldürülmesi”yse, ABD-
İngiltere ve İsrail acımasızca masum sivil öldürüyor. ABD’nin resmi açıklamasına göre bugüne kadar Irak’ta 30 bin sivil öldürüldü; siz bunun üç katını düşünebilirsiniz. Hamas’a şiddetle karşı çıkanların ABD’nin
Afganistan ve Irak’ta yaptıklarına, İsrail’in
Lübnan’da giriştiği sivil katliama karşı neden dut yemiş bülbüle döndükleri merak konusudur.
Hamas ve Hizbullah’ı bu tanımsal çerçeveye oturtmanın politik bir arka planı, gizlenmiş bir amacı var, o da şudur: Terör örgütleri, kör bir şiddet ve öldürmeden başka bir şey bilmez. Böyle olunca Hamas’ın 1, Hizbullah’ın 2 İsrail askerini
esir alması “aptalca bir
eylem” oluyor. (Ayrıca olayların askerlerin esir alınmasından önce İsrail’in plajda
piknik yapan 7 kişilik bir aileyi katletmesiyle başladığını hatırlayalım.)
Pekiyi, sahiden Hizbullah, hiç önünü arkasını düşünmeden, “aptalca bir eyleme, kendisine pahalıya patlayacak bir maceraya” mı girişti? İsrail ağır zayiatlar verdiriyor. Bu durumda eğer Hizbullah, “şan olsun” veya “
Sünni Hamas kardeşlerimize
destek olsun” diye İsrail askerlerini esir aldıysa, bütün bu sivil katliamın müsebbibi demektir. Hiç kimse böyle bir sorumluluğun altına giremez. ABD’nin uygulamaya koyduğunu açıkladığı BOP’tan korkan Arap ülkelerinin ve İsrail’in psikolojik savaşına
lojistik destek sağlayanların kanaati bu yönde. Fakat bu çok naif bir düşünce.
Bunun böyle olup olmadığını anlamak için şu habere bakalım: “Baztab Haber Ajansı’nın
Beyrut muhabirine dayandırarak verdiği habere göre esir aldığı iki İsrail askerini sorgulayan Hizbullah, askerlerin ifadelerini bir raporla Lübnan ordusuna bildirdi. Sorgulanan esir İsrail askerlerinin ifadelerine göre İsrail bu sonbaharda Lübnan’a yönelik geniş çaplı bir saldırı başlatmayı planlıyordu. Söz konusu askerlerin ifadelerine göre İsrail ordusu, eylül veya ekim aylarında tıpkı Hamas’a yaptığı operasyonların bir benzerini Lübnan’a yaparak Hizbullah’ı yok etmeyi planlıyordu.”
Bu habere “şüphe” ile bakabiliriz. Bu sırada psikolojik savaş taktiklerinin ve bu yöndeki bilgi kirliliğinin payını hesaba katmamız lazım. Ancak İsrail’in önümüzdeki aylarda Lübnan’a saldırmayı planladığı su götürmez bir gerçek. Lübnan Başbakanı Hariri’nin öldürülmesi ve arkasından BM’nin 1559 sayılı kararı -çarşamba günü bu konuyu ele almaya çalışacağız- gereğince Suriye’nin askerlerini çekmek zorunda bırakılmasının bununla yakın ilgisi var.
Bundan üç yıl önce İsrail’in Hizbullah’ı ve Lübnan’ı gündemine aldığını telaffuz edenler vardı.
İngiliz yazar ve
Ortadoğu uzmanı Patrick Seyl, 28
Şubat 2003’te “El
Hayat”ta yayınlanan bir yazısında zamanın İsrail
Savunma Bakanı Şaul Mofaz ve Milli
Güvenlik Danışmanı ve Mossad eski Başkanı Afraim Halifi’ye atıfta bulunarak şunları söylüyordu: “Saddam’dan sonra Irak’ı sarsacak olan savaşın etkisi,
Ramallah, Şam ve Tahran’ı içine alacak kadar kapsamlı olacak”.
Plan şudur: “Filistin’e karşı nihai
zafer kazanmak, Arafat’ı öldürmek veya sürgüne yollamak, ‘Büyük İsrail’ hedefinin gerçekleştirilmesi için ilerlemeye devam etmek, Filistinlileri Filistin’den kovmak veya göçe zorlamak, İran’da molla rejimine son vermek, Lübnan’daki Hizbullah’ı ortadan kaldırmak, taktik müttefiki
Türkiye, stratejik müttefiki Amerika avantajıyla Arap dünyasını etkisi altına almak.” (Zaman, 7
Mart 2003)
Anlaşılan, Hizbullah belli bir
hesap-kitap dahilinde İsrail’i Lübnan’a müdahaleye zorladı. Bunun isabetli bir strateji olup olmadığını gelişmeler gösterecektir. Ama gerçek şu ki, İsrail “
erken hareket” etmek zorunda bırakıldı. Nitekim Mossad, İsrail’in Hizbullah’ın tuzağına düştüğünü söyleyip Genelkurmay’ı suçluyor.