Herkes Giderse Mersin’e...

Üzerinde hesaplar, senaryolar yazıldığı söylenen, marjinal grupların boy gösterdiği Mersin’e, biraz daha yakından bakmaya ne dersiniz?

Herkes Giderse Mersin’e...

Mersin’de toplumsal ayrışmadan, muhtemel bir çatışmadan söz etmek mümkün mü? Yoksa bu, inanmamız istenilen korkulardan mı ibaret? Mersin’de önemli bir makamı işgal eden bir yönetici, “Burası Beyrut’tur” diyor lafı uzatmadan. Her din, dil, ırk ve mezhepten insanın kendi hâlinde yaşayıp gittiği yer, çeşitlilik ve renklilik mânâsında söylüyor bunu. Beyrut’un en az iki çağrışımı var; kozmopolitlik ve çatışma potansiyeli… “Potansiyel yok diyemem; ama kırmızıyla siyahın çarpışmasından anlamlı bir renk çıkmaz ortaya, kırmızıyı ancak açık kırmızı açar.” diyor. PKK ve Kürt sorununun çözümü ancak sivil Kürtlerin sesinin yükseltilmesiyle mümkündür ona göre. Mersin’i konuşmak demek Kürt sorununu, Türk milliyetçiliğini, Ortadoğu’yu, Maraş olaylarını, sakıncalı gettoyu, çeteleşmeyi, ulusalcılığı, küreselleşmeyi hasılı Türkiye’yi ilgilendiren ne varsa onu tartışmak demekti ve biz bunu sürekli yapacaktık. Oktay Sinanoğlu, “MOSSAD’ın en önemli kişisi 20 yıldır Mersin’de.” demiş bir ziyaretinde. Sadettin Tantan, yabancıların Mersin’de cirit attığını söylüyor. İkna olmadıysanız başkalarını da sıralayabiliriz. “Mersin kendiliğinden mi, yoksa bir dış güç tarafından mı karıştırılıyor?” şeklindeki sorunun cevabı “Her ikisi de mümkündür” olur herhalde. Mersin her iki gerçeği, ve yüzlercesini birbirine temas ettirmeden yaşatan bir şehir çünkü. TALİHSİZLİĞİ, TARİHSİZLİĞİNDE… Mersin’in bütün sevabı da günahı da tarihinde, daha doğrusu ‘tarihsizliğinde’ yatıyor. 1830’lu yıllarda küçük bir balıkçı barınağı iken Amerika’da yaşanan kuzey-güney savaşı Mersin’i kuran, büyüten varlık sebebi olarak karşımıza çıkıyor. Kuzey-güney savaşı, dünyada ciddi bir pamuk krizine sebep olur, Batılı pamuk tüccarı ve sanayicileri Nil deltasıyla birlikte Çukurova’yı, dolayısıyla liman olma özelliği sebebiyle Mersin’i keşfederler. Bütün dünyayı ilgilendiren bir ticari organizasyon, tüccarları, finans çevrelerini, üreticileri, işçileri, misyonerleri bu şehre taşır. İngilizler, Levantenler, Lübnanlı Arap Hıristiyanlar, Anadolulu Türkler, Suriyeliler şehrin ilk sakinleridir. Ortadoğu’da yüz yıl boyunca çıkan bütün kargaşalar da Mersin’i besler. Kökü, tarihi, geçmişi yüzyıllara dayanan bir kültürden, gelenek ve eşraftan söz etmek mümkün değildir bu yüzden. Göçlerle kurulan şehir, uzun yıllar şehrin demografik yapısını da demokratik kültürünü de besler. Kimse “Sen niye geliyorsun?” demez; zira şehrin asıl sahipleri henüz teşrif etmişlerdir. Cumhuriyetle birlikte peyderpey gayrimüslim nüfusta bir azalma olsa da, halen İstanbul’dan sonra en hareketli dinî yaşama sahiptir bu Akdeniz kentimiz. Sadece Ortadoğu’daki savaşlar sonrasında değil, Maraş ve Çorum olayları gibi siyasi çatışmalar sonrasında da göç alır. Mersin yakın coğrafyasının bütün ‘kaçanları’na ev sahipliği yapar. Demokratik yapısı, sıcak atmosferi, masrafsız yaşamı bunda etkilidir elbette. 80’li yıllarda Güneydoğu’da terörle birlikte başlayan göç, yerel siyasetçilerin “5 bin kişiye iş, 25 bin kişiye aş” gibi seçim vaatleri kitlevî bir hâl alır. Portakal bahçeleri konuta dönüşür, 90’lı yıllara doğru yaptırılan 110 bin yazlık konutun 80 bini yabancılara satılır sözgelimi. Bir işadamı, “Türkiye’de mevduatı en yüksek halklardandır” diyor Mersinliler için. Şehrin gelişip büyümesinde büyük katkısı olan demokrat kültür, suçun ve suçlunun serbestçe dolaşımına da şahitlik edecektir. Mersin’e gelenler geldikleri yerin yaşamını, kültürünü kendi gettolarında sürdürecekler; Diyarbakırlılar, Urfalılar, Mardinliler diye ayrılan bir hemşehrilik ilişkisi pek çok şeyi belirleyecektir. Yeni misafirler, hiçbir zaman Kayseri, Konya gibi köklü şehirlerde göremeyecekleri bir şekilde hüsnükabul görürler. Bu bir ilginin değil, ilgisizliğin göstergesidir aslında; yeni gelenleri değiştiren, dönüştüren ya da iten bir merkezden söz edilemez çünkü. Mersin’de opera ve bale var, Türkiye’nin 3. büyük klasik müzik festivali bu şehirde yapılır. Sadece bu etkinlikleri değil, yurt dışındaki sanat olaylarını bile takip eden bir kitleden söz edilebilir. Mersin Müzik Festivali Başkanı Tülay Bardakçıoğlu ile müziği değil şehri konuşuyoruz. O da merkezin sadece kendisiyle hemhal olmasından rahatsız: “Farklı sosyoekonomik yapıdan insanlarla birlikte olduğumda, daha doğru tespitler yapabiliyorum. Ama bu şehirde sadece birbirlerini görerek yaşayan, tabandan kopuk bir kesim var.” Kimse mucizevi bir şey beklememeli. Ancak münasebet kuruldukça yeni gelenlerin şehre adapte olması mümkündür ona göre. “6 yıl önce Mardinli bir komşumuz gelmişti. Orada olduğu gibiydiler, sorunlar yaşadık; ama şimdi pırıl pırıl çocuklar anasınıfına gidiyor, ben de onları seviyorum.” Ona göre en önemli sorun, ortak değerin oluşturulamaması. “Her ağacın kökleri toprağın altında birbirleriyle birleşir.” Mersin Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Doç. Dr. Yaşar Erjem, merkezin İç Anadolu’dan ve Doğu’dan gelen 2. ve 3. Mersin’i şekillendirmek, etkilemek gibi bir kaygısının olmadığını söylüyor: “Çamlıca ve Pozcu denilen zengin ve daha eski muhitlerin, 80 sonrası gelenlerle de, şehrin fakir Türk nüfusuyla da münasebetleri yok denecek kadar azdır. Yeni çevredeki Mersinli ile eskinin zaman zaman kordon boyu yürüyüşlerinde yan yana gelmesi söz konusu olsa bile, arada ciddi bir temas olmadığı aşikar.” Zengin ve merkezdeki Mersin, çevresini bir yabancının izlemesi gibi izler. Bu kesimlerle çok içli dışlı olan bir yönetici bayan, son yıllarda Rotary kulüplerinin hızla arttığını, ancak sadece kendi aralarında ve sıkı görüştükleri için toplumla temaslarının yok denecek kadar azaldığını söylüyor. Masonların Mersin şubesini yakın bir zamanda faaliyete geçirdiğini de kaydedelim. “Orijinal Mersinliler birbirlerine çok linktir. Kavga olmasına rağmen, bu o kültüre yansımıyor. Bazıları yetiştirir, üretir; bazıları ihraç eder. İyi bir iş bölümü vardır aralarında.” diyor bir başka gözlemci. Lakin Paris’le, İstanbul’la, İtalya’yla teması, şehrin merkezi olan Çarşı’yla münasebetinden daha ötededir sanki. Evlendiği için İstanbul’daki hayatını bırakıp Mersin’e yerleşen genç bir bayan, eğlenme kültürüne adapte olamamasını, “Burada bütün eğlenceler ‘halay’la” biter cümlesiyle özetliyor. Şehrin yeni sakinleriyle ‘halay’ çekmek istemeyen bir kitle vardır ki, iki-üç günlük tatillerini yurtdışında değerlendirmeyi tercih ederler. Uzun yıllar kentin en ünlü otelinde yöneticilik yapmış bir kişi, “Ciddi bir burjuvazi var; ama ortalıkta görebileceğiniz bir kesim değil. Buralıdırlar, Mersin’de yaşarlar; ancak başka ülkelerde ve şehirlerde eğlenirler.” diyor. Ayrıca İstanbul’la yarışan Kıbrıs ve kumar tutkusunu da eklemeliyiz. Eski İhracatçılar Birliği başkanlarından Abdullah Ayan, şehir yapılaşmasını gelir seviyesine göre şöyle kademelendiriyor: “Sahil boyunca uzanan şeritte kişi başına düşen mili gelirden 60 bin dolar pay alan zengin kesim oturur. Sahilden biraz içeriye gerildiğinde bu pay 6 bin dolara, artık şehrin karadaki ‘kenar’ına yaslandığınızda da 600 dolara kadar düşer. Sanki şehir gelir seviyesine göre dilimlere ayrılmıştır.” ‘BİR ARADA YAŞAMA İRADESİ VAR’ Yüksek nüfusa rağmen Mersin’de hayat akşam 6-7 gibi bitiyor, sokaklar bomboş kalıyor. Doç. Dr. Yaşar Erjem’e göre bunun tek sebebi, sosyoekonomik durumun düşük oluşu nedeniyle insanların şehrin imkânlarından yararlanamaması. Mersin’le ilgili korkuların pompalandığını, 95 yılında ilk geldiğinde de dikkat etmesi konusunda belli konularda uyarıldığını hatırlatıyor, ‘Dedikleri gibi değildi’ diyerek. Ona göre ayrı mahalleler oluşturulmuşsa da sosyal kitleler arasında bir sürtüşme yok ve halkın bir arada yaşama iradesi var. PKK’nın çocukları sokağa ittiğini, göçle gelen halkın üzerinde politik baskı yaptığını kaydediyor. Eğer yaşam kalitesi artmaz ise milliyetçi senaryolar pekâla hayat bulabilir burada. Mersin’de konuştuğumuz kişilerin etnik ve dinî kimliklerini keşfettikçe Beyrut nitelemesini abartılı bulmuyoruz. İş dünyasından bürokrasiye, sivil toplum kuruluşu yöneticilerine kadar ‘kökler’ cihetiyle baktığımızda her etnik ve dinî unsurdan kişinin Mersin’de söz sahibi olduğunu görüyoruz. Belediye başkanı Nusayri, ticaret odası başkanı Girit göçmeni, iş adamı derneği başkanı Tuncelili, baro başkanı Mersinli, ihracatçılar birliği yöneticisi Arap... Bu liste uzar gider. Mersin, Sünni ağırlıklı bir şehir olmasına rağmen merkezdeki 4 belediye başkanından 3’ü Alevi kökenli; fakat bu sorun olarak dillendirilen bir mevzu değil. Ayrıca Arap Alevilerle Türk Alevileri arasında ciddi kültür ve inanç farklılığına da dikkat çekiliyor. Daha yakın bir zamanda Mersin Üniversitesi’nde sağ ve sol görüşlü öğrencilerin kavgasına şahit olmuştuk. Bulanık sularda öğrenci kavgaları hep artmamış mıdır? Üniversiteden bir hoca, aynı öğrencilerin, çok değil bir yıl önce ders geçme sisteminin değiştirilmesi için birlikte eylem yaptıklarını ve isteklerini de elde ettiklerini anlatıyor. DTP yöneticileri de, Vatansever Güç Birliği de anti-Amerikancılık konusunda benzer görüşleri dillendiriyorlar. Bir ay önce ABD Adana konsolosunun Mersin’de Hacı Bektaş Veli Derneği’ni, Kürt mahallelerini ve bazı TV kanallarını ziyaret etmesi, hatta Mersin’deki gazeteciler hakkında bilgi aldığı iddiası, başta Mersin Gazeteciler Cemiyeti’nin olmak üzere herkesin tepkisini çekmiş. Cemiyet Başkanı Vahap Şehitoğlu’na göre yerel gazetecilerin hangi görüşlere sahip olduğu öğrenilmeye çalışılmıştı: “Mersin’i dışarıdan karıştırmak isteyen güçler yerel basını da kullanmak istedi. Kendi içimizde ajan provokatör insanlar var.” Tepkilerini dile getirdiklerinde, konsolos yardımcısının ziyareti esnasındaki görüşmeler “olağan görüşmelerdi’ açıklaması yapılmış. Mersin üzerine çıkan haberler, halkı da biraz daha temkinli olmaya itmiş. Bayrak yakma olayına benzer duyumlar ve olaylar olsa bile insanlar resmi açıklama duymadan sokağa çıkmaktan yana değil Şehitoğlu’na göre. MERSİN’İN ‘MİLLİYETÇİ’ HIRİSTİYANLARI Mersin’de yaşayan gayrimüslim nüfus, ekonomik hayatta da, sosyal hayatta da etkin. Cumhuriyet bayramlarından Kurban Bayramına kadar bir dizi etkinliğe, birbirlerinin cenazelerine katılıyorlar. Şehrin merkezindeki Çamlıca bölgesinde Hıristiyanlarla Sünni Müslümanlar iç içe yaşıyor. Bir emlakçıdan öğrendiğimize göre Mersin’de pek çok yerde mülk el değiştiriyor; ama Çamlıca istisna. Yüzyıldır orada yaşıyorlar ve hayatlarından memnunlar. Kilise hâlâ cemaat için sosyal bir organizasyon olmaya devam ediyor. Başta Arap Hıristiyanlar olmak üzere 3 bine yakın cemaati var. İstanbul’dan sonra en hareketli kiliseler burada. Misyonerlik faaliyetleriyle bilinen Protestanlar, yakın zamanda Mersin bürolarını kapatmışlar. “Buradaki Hıristiyanlar bizden bile milliyetçidir” diyor birisi. Cemaatin tanınan yüzü Lina Nasif, Trabzon’da öldürülen Rahip Santaro’nun yakın arkadaşı. İbadetlerini özgürce yapabildiklerini, her yıl paskalyada, sabahın 5’inde çalınan çanlardan şimdiye kadar kimsenin rahatsızlığını dile getirmediğini anlatıyor. Tamamı Müslümanlardan oluşan Polifonik Koro, 11 yıldır Noel’de kilisede Yunus Emre ilahileri söylermiş ve her seferinde duygulanırmış insanlar. Her Kurban Bayramında Müslüman, Hıristiyan ve Musevilerin, mezarlıkların bulunduğu yerde birlikte dua ettiklerini sevinçle anlatıyor. Kiliseden çevrilen Çarşı’daki Nusretiye Camii’ne sık sık gittiğini de söylüyor: “İyi ki öyle oldu, başka bir şey yapmadılar hiç değilse; çok da iyi bir imamı var...” ORTADOĞU VE KUZEY IRAK BAĞLANTISI Mersin kurulduğundan beri Ortadoğu ile içli dışlı. 84-85’li yıllarda 33 plakalı tırların Irak’a serbest giriş çıkış yaptığı söyleniyor. Irak Savaşı sonrasında ülkeden kaçan zengin Araplar konaklama tercihlerini Mersin’den yana kullanmadılar bu sefer; ama önemli miktarda Irak kökenli sermaye giriş yaptı kente. Türkler üzerinden Iraklıların geniş portakal bahçeleri satın aldığını söylüyor bir emlakçı. Liman ve serbest bölge nedeniyle Mersin’in Ortadoğu’yla olduğu gibi Kuzek Irak’la ilişkisi devam edecek. İş adamları derneği başkanına göre devlet istese kaçakçılığı da 24 saatte bitirir, 4-5 metre giriş çıkışı olan serbest bölgeyi kontrolü altına alır diyor: “Mersin’e arka bahçe demek Türkiye Cumhuriyeti’nin gücüne hakaretten başka bir şey değildir.” Şehrin kozmopolit yapısı göz önüne alındığında Barzani’nin Mersin’de bir yazlığının olması ihtimali önemini yitiriyor. Şehri dışarıdan gözlemleyenler için çok bilinmeyen bir şey Mersin’in Arap dünyasıyla kurduğu sıkı ailevi, ticari bağlar. 2003’te kurulan Türk-Arap İş Adamları Derneği’nin merkezinin Mersin’de olması bunun delili. Derneğin Başkanı Sedat Kutlu, 100 yıl önce Şam’dan Mersin’e yerleşen ve artık Mersinli olan bir Arap aileye mensup. Kutlu, siyasi tartışmalar çerçevesinde Mersin’in yapısında hatalar aramayı yanlış buluyor ve son gelişmelerle ilgili herhangi bir endişe taşımıyor: “Mersin, Türkiye’de yenilikçi değerler üreten bir bölge. Her gelen Mersin’e yeni bir şey katmıştır. Ufak tefek uyumsuzluklar olabilir; ama hiçbir zaman ciddi boyutlara ulaşmaz. Demokratik kültür buna izin vermez.” O da tüm iş adamları gibi, göçün külfetlerinden ziyade nimetlerine bakmaktan yana. Üzerinde durulması gereken bir konu da Mersin’deki suçların %80-90’ının Doğu kökenlilerce işlenmesi. Bunun doğurduğu genel bir rahatsızlık, aşırı milliyetçi kesimlerde etnik vurgulu bir söyleme dönüşüyor. Son yıllarda devlet kademeleri arasında sağlanan uyumla birlikte petrol kaçakçılığı organize suçlarla ilgili önemli operasyonlar yapılmış, başarı da sağlanmış; ancak özellikle hırsızlık had safhada. Üst düzey bir yargı görevlisi, şehirde neredeyse hiçbir siyasi suçun işlenmediğini vurguluyor. Nevruz eylemlerinin olduğu gün ve günlerde hırsızlık-kapkaç olayları kesilirken, bu kişilerin eylemlerde eli sopalı ve taşlı gruplara dönüşmesi, adi suçlardan siyasi sonuçlar çıkartmak isteyenlere önemli bir malzeme sunuyor. Baro Başkanı İsa Gök, Mersinliyi, nüanslı, açık görüşlü bir halk olarak niteliyor: “1 Mayıs, 12 Eylül’e çok az kala tüm ülkede yasakken bir tek Mersin’de kutlandı. Hiçbir unsurun Mersin’de mutlak bir hâkimiyeti yok.” Mersin’de 99 seçimlerinde DEHAP’lı belediyenin çıkmasıyla birlikte bir anti-tez oluşturulmaya çalışıldığını da vurguluyor: “Karşı gruplar Türk milliyetçiliği pompalamaya başladı. Refleks boyutu da vardır; ama silah üzerine yemin ettirmeler çok ekstrem, halkı kucaklamayan şeyler.” Gök’e göre Mersin bir laboratuar gibi. “Hesabı olanlar olunca herkes Mersin üzerinde cirit atmaya çalışıyor. Herkes Mersin’de bir şeyler yapabileceğini umuyor.” Peki Mersin’de en çok hangi suçlar işlenmekteydi? “Hırsızlık, hırsızlık, hırsızlık.” KENT, İLK TRAVMAYI ATLATTI; AMA Bir antitez vurgusu da, aslen Tuncelili olan, “Nerede doğduğunu değil; ama nerede yaşadığını tayin edebilirsin” diyen Mersin Sanayici ve İş Adamları Derneği (MESİAD) Başkanı Mustafa Güler’den geliyor. 1999 seçimlerinde Mersin’in merkez ilçe konumundaki Akdeniz Belediyesi’nin DEHAP’a geçmesinin Türkiye’de ve Mersin’de travma meydana getirdiğini, kentin bu travmayı atlattığı halde Türkiye’nin atlatamadığını söylüyor. Danıştay’ın Mersin için büyük önemi olan Liman’ın özelleştirilmesi, Kalkınma Ajansı ve Mersin Tarsus Kıyı kesimi Turizm Projesini iptal etmesini “Danıştay yargıyı değil Mersin’de hayatı durduruyor” şeklinde yorumluyor. “Kalkınma Ajansının başında vali var; ama iptal kararında ülkenin bölünmezliğine, devletin üniter yapısına tehditten bahsediliyor. Devlet kendi valisinden bile korkuyorsa bu ciddi bir paranoyadır.” Mustafa Güler’e göre Mersin’de her şey tartışılır, konuşulur; ama kavga edilmez: “Burada kimse azınlık değil. Çoğunluk yapısı nedeniyle deli deliyi görünce çomağını saklar. Kimse kimseyi gözüne kestiremeyeceği için kavga çıkmaz. Eğer denizden ağ çekiliyor ve ağ doluysa yanı başında kim olduğu kimsenin umurunda değildir.” Mersin’de MHP’nin tutumunun milliyetçi kesimde belirleyici bir etkisi var. Vatansever Güç Birliği MHP’den kopanların, Kuva-yı Milliye ise Vatansever’lerden kopanların kurduğu bir teşkilat. Her kopan daha radikal söylemler dillendiriyor. MHP İl Başkanı Mahmut Tat, Kuvvacı ve Vatansever örgütleri tasvip etmediklerini, hiçbir ilgilerinin de bulunmadığını belirtiyor. “Emekli askerlerin düşündüğü gibi düşünmüyoruz. Bu ülkenin değerlerine sahip çıkan iyi niyetli tüm insanları seviyoruz. Sokakta bir şeyler arayanlar çatışma ortamına malzeme olmaktan başka bir şeye hizmet etmezler.” Kavga istemediklerini ve siyasi meselelerin çözüm yerlerinin belli olduğunu vurguluyor. “Mersin’in basında bu şekilde gündeme gelmesi, Mersin’de zeminin olması, ülkede kargaşa çıkartmak isteyenlerin iştihanı kabartıyor haliyle.” DTP’li eski belediye başkanı Fazıl Türk için de “Toplumu çatışma ortamına sokacak bir tavır içinde görmedik” diyor. Ayrıca Doğulu vatandaşların üzerinde PKK’nın baskısı olduğuna değiniyor. DTP İl Yöneticisi Ahmet Ata, birkaç ay önce girdiği hapisten yeni çıkmış. Mersin’e ise 76 yılında Siirt’ten göç etmişler. Eğitilmemiş kitlenin güdülerle hareket edeceğini, kişiliğinin oluşamayacağını; ama elit zihniyetin bunu anlamaktan uzak olduğunu savunuyor. Nevruzda ciddi bir olay beklemiyor. Milliyetçiliği ‘kapitalizmin üretim ilişkisinden kaynaklı bir ideoloji’ olarak tanımlıyor, her türlü milliyetçiliğe karşı olduğunu belirterek. MERSİNLİ KUVVACILARLA… Bir polis şefi, bir baskın sırasında “Abi beni hatırlamadın mı, hani yemin edenlerden...” diye konuşan biriyle karşılaştığını anlatıyor şaşkınlıkla. Kuva-yı Milliye Derneği ile Saadet Partisi yan yana, aynı lavaboyu kullanıyorlar. Mersin Şube Başkanı Emekli Polis Kemal Canay’la buluşup konuşmaya başladıktan 5 dakika sonra salondaki insan sayısı 10’u buluyor. Kemal Canay, sorulardan önce yazılı hazırladığı konuşmasını irat ediyor coşkuyla. Canay, kendilerine azınlık, hastalıklı diyenlere karşı çıkıyor; ama en çok “sorun ekonomiktir” diyenlere sözü var: “Sorun siyasidir, bir Kürt yapısı kuruluyor.” Televizyona yansıyan silah üzerine yemin görüntülerinin bir yemekte çekildiğini söylüyorlar; ama bu kadar duyulmasından pek de rahatsız değiller. Kuvvacılar öldürme ve ölmeden yana olmadıklarını, silah ve sokakla ilgili sözlerinin ancak Amerika’nın muhtemel saldırısı ile ilgili olduğunu söylüyorlar. “Biraz uzak ihtimal değil mi?” diyecek oluyoruz ki, kalabalık ortamda kaynayıp gidiyor söz. “Oyun kurucu biz olacağız” diyor Canay; cümlenin peşini takip etmek mümkün olmuyor. Kemal Canay, özellikle bir siyasi parti aleyhine çalışmadıklarını vurgulama ihtiyacı hissediyor. Toplulukta halde iş yapan esnaf, emekli askerler var. Şehirde Türklerin mağdur edildiğini söylüyorlar, belki de haklılar ancak güven telkin ettikleri de söylenemez. Vatansever Güç Birliği’ne gittiğimizde, ummadığımız şekilde yine 5 kişi ile konuşmaya başlıyoruz. Kemal Canay’ın ilk konuşmasında olduğu gibi Amerikan emperyalizminin tarihine bir atıf yapılıyor, sonra sadede geliniyor. Mersin Şube Başkanı Mesut Sezer, kendilerinin özellikle bayrak mitingleri yaptıklarını, sokakla ve silahla pek işlerinin olmadığını anlatıyor. Kuvvacılar ‘burası sütliman değil’ derken, Vatanseverler ‘kimse kimseye gül dağıtmıyor’ diyor. Esnaflık yaptığını söyleyen bir kişi 2003’ten bu yana Kürtlerin kendileriyle ticari münasebeti kestiğini söylüyor. “Kendi hemşehrilerinden alışveriş yapıyorlar.” Bu ayrımcılık sebebiyle Türklerin işsiz kaldığını vurguluyor. Kuvvacılar da, Vatanseverler de taşraya, köylere gezi düzenlediklerini, ciddi taraftar topladıklarını söylüyorlar, ama bizim aldığımız haber de köylülerin her zaman bu işlere o kadar iştiyaklı olmadıkları. Mesut Sezer, çağın en büyük silahının mitingler ve bilgi olduğunu, kendilerinin bu sahada çalıştıklarını vurguluyor: Biraz da silah üzerine yemin edenleri kast ederek “Kim silahtan söz ediyorsa her zaman onun arkasında ABD vardır.” yorumunu yapıyor. Onlara göre en tehlikeli şey, caddelerin sokakların “ABD destekli Kürt feodal yapı” tarafından satın alınması. Emlakçıdan aldığım bilgiyi paylaştığımda verdiğim rakamı az buluyorlar. KÜRT MAHALLESİNDE GÜNDÜZ-GECE Sözler kişileri, grupları bağlar sonuçta. Mersin’de konuştuğumuz hemen herkesin Kuvvacılar ve Vatansever Güç Birliği’ni küçük bir azınlık olarak nitelemesi, açıkçası pek ciddiye almaması, belki bir gerçeğin yansıması; ama korunaklı evlerde yaşamayan Mersinliler için şehirde hayatın bir çileye dönüştüğü de bir vakıa. Ayrıca her iki grubun fikirden ziyade eyleme dönük yapıları, katı duruşları, Mersin’in demokratik kültürüne eklemlenmedeki dirençleri dikkat çekiyor. “Kürt olduğum için hiç dışlandığımı hatırlamıyorum” diyor, 18 yıldır Mermercilik yapan Mehmet Bulut. Nevruz olaylarının yoğun yaşandığı Siteler Mahallesi’nde ayak üstü konuştuğumuz Bulut, Türklerle aynı apartmanda birlikte kaldıklarını, işyerinde çalıştıklarını, hiçbir sorun yaşamadığını anlatıyor: “Huzursuzluk ve ölüm istemiyoruz.” Mersin’in bir hayli kenarında, insanların geçmekten, gezmekten çekindiği ağırlıkla Kürtlerin oturduğu mahallerde dolaşıyoruz. Biraz daha ileride bir ara sokakta bir kahvehaneye oturuyoruz. Doğulu vatandaşlarımızın yaşadığı mahallenin bir iki sokak ötesinde, iç Anadolu’dan göç edenlerin ağırlıkta olduğu bir yer. İyi komşuluk ilişkilerinden, selamlaşmadan, kız alıp vermeden söz ediyorlar; lakin evleri soyulmasa gül gibi yaşayıp gidecekler. Kahveci, eliyle geçen nevruzda kırılan camı işaret ediyor; ancak çok üzerinde durmuyor. İşsizlik ve asayiş daha acil bir sorun onlar için. Bir kahve avlusunda konuşmalar birbirine karışıyor; birisi Köprü dizisini övüyor, diğeri her türlü milliyetçiliğe karşı olduğunu üstüne basa basa söylüyor, yanı başımdaki amca ise şifreli anahtarlarından, çelik kapısından ve 3 defa soyulan evinden söz ediyor habire. Kahvenin karşısında 3. kata kadar demir parmaklıklarla örülmüş binayı görünce ona kulak kabartıyorum. Bu sefer yolumuzu çok kaybetmeden uzaklaşıyoruz, daha bakımsız, tozlu yollar çocukların hükümranlığı altında. Takım elbisesi ile bir sayım memuru karşımıza çıkıyor, burada zengin muhitlerden daha kolay çalıştığından, insanların daha yardımcı olduğundan bahsediyor, bu insanları anlayalım dercesine. Güneydoğu’dan göç eden Kürtlerin yaşadığı kısmen kurtarılmış bölge gibi görülen mahallelere yakından bakıldığında aslında hepsinin aynı olmadığı görülüyor, nüanslar beliriyor. Daha yakından bakmaya da açıkçası gözümüz yemiyor. İki gün sonra, nevruzdan 5 gün önce polis telsizinden Kürtlerin yaşadığı bölgede olay olduğu anonsunun peşine takılıp 3 saati 2 kilometrekare alanda geçen olayları anlamakla, bir o sokağa bir bu sokağa seyirtip çevik kuvvet ve panzerleri izlemekle geçiriyoruz. Mersinli gazetecilerin ‘Felluce’ dedikleri Güneş, Şevket Sümer, Yeni Hal mahallelerinde gece mesaindeyiz. Bir sokakta molotofkokteyli atılırken ve polis panzerleri göstericileri kovalarken, yan sokakta sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi çekirdek çıtlatan, akşam gezmesine çıkan gençlerin her şeyi olağan karşılayan tavrı dikkatimizi çekiyor. ‘Kurtarılmış bölge’de yerli yabancı beyaz eşya firmalarının bayilerinin bulunması, müreffeh olmasa bile ‘dibe’ vurmamış bir fakirliğin bu mahallerde hüküm sürdüğünü gösteriyor. Seyrek bulunan polikliniklerde en üstte ve büyük harflerle Yeşil Kart yazıları seçiliyor. Türkiye’de metrekareye düşen en çok Yeşil Kartlının bulunduğu muhit aynı zamanda Mersin. Şehir merkezinde 186 bin Yeşil Kartlı var. İŞ VAR, AŞ YOK! Mersin kurulduğundan itibaren bir ihracat ithalat şehri olmuş. Habur sınır kapısından Kuzey Irak’a giren 4 tırdan 3’ünün Mersin’den gittiği söyleniyor. “Mersin’e baktıkça hezine üzerinde oturan dilenciler görüyorum.” Eski İhracatçılar Birliği başkanı Abdullah Ayan’a göre GSMH’den liman gelirlerini, serbest bölgeyi, sigara fabrikasının ÖTV gelirlerini çıkarttığınızda geriye bir şey kalmaz; yani şehre yansıyan bir zenginlikten söz edilemez. Türkiye’nin ilk serbest bölgesi, bazı yönlerden İstanbul’u aşan 2. büyük limanı burada. Ayan, limanda kullanılan vinçlerin 1964’ üretimi olduğunu hatırlatıyor. Şehir, en görkemli ekonomisini 79-80 yıllarındaki İran-Irak savaşı sırasında yaşar. Limanın özelleştirilmesi 10 kat kapasite artışına imkan verecektir eğer gecikmezse. Soda sanayi, Şişecam şehirdeki en büyük yatırımlardan. Mersin ekonomisi kaçakçılığa, en çok da petrol kaçakçılığına dayanıyor. Mersin, sanayiciler için büyüdükleri sonra da terk ettikleri bir yer olmuş. Mersin’deki işsizlik Türkiye ortalamasının neredeyse iki katı. Turizmci Ali Murat Merzeci Suriye’den önemli sayıda turist geldiğini, Kuzey Avrupalıların özellikle Belçikalıların Mersin Erdemli arasında siteler satın aldıklarını aktarıyor bize. Ona göre Mersin’in en büyük şansı 320 km’lik sahili ve Toroslar. Mersin hâlâ bir fırsatlar şehri. “Herkes Mersin’e mi? Bugün olmasa bile, belki bir gün… AKİYON DERGİSİ
<< Önceki Haber Herkes Giderse Mersin’e... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER