Atatürkçü Düşünce Derneği'ni (ADD) Münci Kapani, Hıfzı Veldet Veli
dedeoğlu, Muammer Aksoy gibi bilim insanları kurdu. Kısa sürede
Türkiye'nin en etkili
derneklerinden birisi haline geldi. Ancak şimdi adı
darbe iddiaları ile gündeme gelen isimlerin eline geçti.
Chironicle Dergisi'nden Arkın Tepeli'nin haberi:
Michael Rubin adını duydunuz mu? Ya da Harold Rhode? Bu iki ismi duymadıysanız bile Richard Perle ismine aşinalığınız mutlaka vardır.
Hani isminin başına "Karanlıklar Prensi "Soluk soluğa sıfatı getirilen kişi. Bu üç isim de Tür medyasının sık sık görüşlerine başvurduğu ABD'li stratejistler. Aslında yaptıkları
danışmanlık. Ama Türkiye'de her gün örneklerini televizyonlarda gördüğümüz stratejistlere daha çok benziyorlar.
Son dönemde bu üç isim arasında en çok öne çıkanı Michael Rubin. Kâh Türkiye'nin
Kuzey Irak'a girmesini savunuyor, kâh ABD'nin
PKK'ya
silah verdiğini söylüyor. Türkiye'de yaşanan PKK
terörünü bitirmek için ise harika bir önerisi var: Mesut Barzani'yi yakalayıp Türkiye'ye getirmek ve Abdullah
Öcalan ile birlikte İmralı'da hapsetmek. Bir nevi ABD'li
Yiğit Bulut�
Bu yazıları da Türkiye-ABD ilişkilerinin darboğazda olduğu, Türk kamuoyunda milliyetçi histerinin ayyuka çıktığı
Dağlıca Baskını'nın hemen ardından kaleme aldı.
Allahtan Michael Rubin'i ne Türkiye'deki karar odakları, ne de ABD'li karar vericiler ciddiye almadı. Peki Rubin'in Türkiye sevdası, PKK düşmanlığı nereden geliyor? Niye ABD'li bir danışman Türkten fazla Türk kesilip, ahkâm kesiyor? Hem de ülkesinin resmi politikasının dışına çıkarak yapıyor tüm bunları.
Gerçi Türkiye'de Michael Rubin oldukça itibar görüyor. İstanbul'da
Harp Akademileri'nde yapılan toplantının flash konuğuydu geçen yıl. Türk basınının ise yıldızı. Ne dese, ne yazsa mutlaka alıntılanıyor. Görüşleri ABD'nin resmi devlet politikaları üzerinde hiçbir ağırlığı olmasa da Rubin'i bu kadar değerli kılan bir şeyler olmalı�
Hem Rubin, hem de Harold Rhode ve Richard Perle, Türkiye'de değerli dostlara sahip. Bunların başında Aydan Kodaloğlu gelmekte. Kodaloğlu, öyle çok ortalarda görünmeyi seven bir isim değil.
Ankara'da Ak Grup isimli bir danışmanlık şirketi var. ABD'li silah ve petrol devlerinin Türkiye'de temsilciliğini yapıyor. Katıldığı uluslar arası sempozyumlarda kendisini tanıtırken
Kürt Yahudisi olduğunu belirtmeden geçmiyor. İkbal hırsı ile yanıp tutuşan politikacıların bir numaralı dostu, rahmetli Turgut Özal'ın danışmanlığını yapmış bir isim. Arşivleri araştırdığınızda
İlhan Kesici ve
Melih Gökçek ismi sık sık Aydan Kodaloğlu ile ortak kullanılmış. Yani her iki politikacı da bir dönem temasta bulunmuş Kodaloğlu'yla. Kodaloğlu'nun uluslar arası bağlantılarının, Türkiye'deki dostluklarının muhafazakar-milliyetçi politikacı ilhan Kesici'nin, 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesinde
CHP'ye geçişinde bir etkisi olmuş mudur? Olası CHP-MHP koalisyonunun kotarılmaya çalışıldığı bir dönemde bu dikkati çeken
transfer, koalisyonun ön hazırlığı mıdır? Elbette bilmek zor�
Kodaloğlu gücü seven bir isim. Ankara'da elbette çevresi sadece siyasilerle sınırlı değil. 28
Şubat sürecinde en çok birlikte olduğu kişi Em.
Org. Çevik Bir'di. Dönemin kudretli "İkinci Başkanı" ile yedikleri-içtikleri ayrı gitmiyordu. Kodaloğlu, dostları Harold Rhode, Michael Rubin, Richard Perle gibi isimleri de sık sık askerlerle bir araya getiriyordu. Üzerinden on yıl geçse de Kodaloğlu-Bir ikilisinin dostlukları devam ediyor. Ama Kodaloğlu sadece geçmişe takılıp kalan bir isim değil elbette. Hudson Senaryosu'nun konuşulduğu günlerde Org.
Ergin Saygun-Aydan Kodaloğlu görüşmeleri de Türk medyasında yeraldı.
Rhode, Perle ve Rubin üçlüsünün İstanbul'a geldiklerinde
tercih ettikleri
otel Ritz Carlton. Hani şu Gökkafes adı verilen, Dünya Mimarlık Kongresi'nde çevresindeki yapılarla en uyumsuz eser seçilen otel. Dolmabahçe'de,
İnönü Stadyumu'nun hemen arkasındaki gökdelen. Yapımı için ilçe sınırlarının değiştiği dev plaza. Bu plaza Süzer Ailesi'nin.
Turgut Özal'ın ilk
iktidar yıllarından itibaren yıldızı parlayan bir isim
Mustafa Süzer. O dönemde hem başbakan Özal'a yakınlığı, hem de Hac'ca gidişi ile dikkatleri çekmiş, gazetelere haber olmuştu, "Hac'ca giden
Alevi işadamı" başlığıyla. Allah Süzer'e, "Yürü ya kulum" demişti. O da eline geçen fırsatları iyi kullanmıştı. 90'lı yılların ortalarına gelindiğinde Mustafa Süzer'in ismi
banka patronları arasında sayılıyordu. Kentbank'ın sahibiydi. Bu saltanat 2001 Krizi'ne kadar sürdü. Süzer'in elinden bir gecede bankası gitti. Ticari itibarı müthiş darbe aldı. Ancak Süzer kolay pes edecek bir isim değildi. Sonuçta artık adı bile kalmayan bankasını geri alabilmek için Danıştay'a açtığı tüm davaları kazandı. Ancak
TMSF, Kentbank'ın sahibine geri verilmesinin mümkün olmadığını, bankanın varlığının ortadan kalktığını açıkladı.
KIBRIS BAHANE, DARBE ŞAHANE
Mustafa Süzer'in bu dönemde davalarını takip eden, dönemin İçişleri Bakanı
Abdülkadir Aksu'nun oğlu Murat Aksu'ydu. Televizyoncu
Tuncay Özkan ile
psikolojik harbi Türkiye'ye getiren isim olarak bilinen
Zekai Ökte de, Süzer'in dostları arasında sayılıyordu. Tam bu dönemde oldukça ilginç başka gelişmeler de oldu. ABD basınında başını Harold Rhode ve Michael Rubin gibi Neoconların çektiği bir grup yazarın Ak Parti iktidarı karşıtı yazıları çıkmaya başladı. Ak Parti iktidarı İslamofaşist bir iktidardı. Yandaşlarını koruyabilmek için laik kimlikli işadamlarının bankalarına el koyuyordu. Hatta bununla da yetinmiyor, bu işadamlarının üçüncü, dördüncü kuşak akrabalarının bile varlıklarını elinden alabiliyordu. Bu yazıların hemen ardından da ABD'li altı senatörün yazdığı bir
mektup TBMM'ne ulaştı. Bu senatörler el konulan Kentbank'ın sahibine iadesini istiyordu. Bir banka davası Türkiye'nin daha doğrusu Ak Parti iktidarının karşısına uluslar arası bir sorun olarak çıkartılıyordu. Ak Parti'nin zaten varolan
imaj problemini, ABD'nin önemli gazeteleri üzerinden uluslar arası kamuoyu nezdinde gündeme taşıyordu. Ama neyse ki bu yapılanları kimse ciddiye almadı o günlerde. Olan yine havaya giden milyonlarca doların sahibine oldu�
Bütün Süzerler, Mustafa Süzer gibi talihsiz değil. İşler ne kadar tersine giderse gitsin, buna çok aldırmayanlar da var. Cennet Süzer onlardan biri. Mustafa Süzer'in kardeşi ve Enci Tezer'in ya da yeni ismiyle Enci Velidedeoğlu'nun annesi.
Anne-kız ikisi de sosyetenin gözdesi. Enci Tezer, ünlü bir modacı, Cennet Süzer ise hem
holding yönetim kurulu üyesi, hem de
okuma aşkına karşı koyamayan, altmış yaşında üniversiteye giden bir öğrenci.
Enci Tezer, kısa bir süre önce Alinur Velidedeoğlu ile evlendi.
Velidedeoğulları da en az Süzer ailesi kadar ünlü. Dede Hıfzı Veldet Velidedeoğlu,
hukukçu ve yarım asırlık
Cumhuriyet yazarıydı. Günümüzün en etkin
sivil toplum örgütlerinden Atatürkçü Düşünce Derneği'nin (ADD) de kurucusuydu. Bahri
Savcı, Muammer Aksoy, Bahriye
Üçok, Münci Kapani gibi her biri Türkiye'nin önde gelen aydınlarından oluşan bir grupla ADD'yi kurdu.
Muammer Aksoy ve Bahriye Üçok, aktif laik tutumlarını hayatlarını kaybederek ödedi. Her iki bilim insanı da 1990'lı yılların başında siyasi suikaste
kurban gitti. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu da ömrünün sonuna kadar, Türkiye'nin laik
yaşam tarzını savunmak için ADD'de aktif görev aldı. Ancak şimdi bu dernek, isimleri bir şekilde intihal, suistimal ve darbe iddiaları ile anılan kişilerin elinde. İsterseniz kısaca bir göz atalım derneğin şimdiki aktif isimlerine�
ADD'nin başkanı Şener
Eruygur. Emekli orgeneral,
Jandarma Genel Komutanı. Ancak aktif siyasetle ilgilenmiyorsanız veya gazeteci değilseniz Eruygur'un adını geçen yıla kadar bilmeniz mümkün değildi.
Jandarma Genel Komutanlığı görevinden
emekli olmuş, sıradan bir isimdi. Ne zaman ki
Nokta dergisi, eski Deniz
Kuvvetleri Komutanı Em. Ora.
Özden Örnek'in günlüklerini ortaya döktü, o zaman tüm Türkiye, Eruygur'un marifetlerini bir bir gördü.
Meğerse Eruygur Paşa,
Sarıkız ve
Ayışığı adını verdiği iki darbe girişiminde bulunmuş. Hir iki girişimde sonuçsuz kalmış.
Sarıkız ve Ayışığı'nın gerekçesi de hazırmış;
Kıbrıs'ı satmak! Paşa'ya göre
Birleşmiş Milletler'in hazırladığı
Annan Planı'na
evet demek Kıbrıs'ı vermekle eşanlamlı. Kıbrıs'ın sosu da hazır:
İrtica. İşte şimdi Eruygur Paşa, ADD'nin başında. ADD'yi hem bir sivil toplum kuruluşu olarak takdim ediyor, hem de askerlikte yapamadıklarını dernek
çatısı altında hayata geçirmeye çalışıyor. Bir de darbe planının adına, Sarıkız'a mim koyup geçelim�
Geçelim geçmesine ama isterseniz bir anekdotu atlamayalım: 3
Mart 2004 tarihini. O gün hilafetin kaldırılışının yıldönümüydü. Atatürkçü Düşünce Derneği'nin koordinatörlüğünde, Ankara
Ticaret Odası'nın toplantı salonunda, konuyla ilgili
tören yapılmıştı. O törene dönemin
Genelkurmay Başkanı Em. Org.
Hilmi Özkök dışında bütün
kuvvet komutanları katıldı. Em. Ora. Özden Örnek, Em. Org.
Aytaç Yalman ve Em. Org.
Şener Eruygur toplantının şeref konuğuydu.
Hava Kuvvetleri Komutanı Em. Org.
İbrahim Fırtına ise bir
uçak kazası nedeniyle toplantıya katılamamıştı. Toplantının öğleden sonraki bölümüne ise Kıbrıs'ın eski
cumhurbaşkanı Rauf
Denktaş davetliydi. Toplantı sonunda
Ulusal Uyanış ve Birlikteliğe Çağrı başlıklı bir
bildiri okundu. Buna göre tüm Ulusalcı gruplar tek çatı altında toplanmaya davet ediliyordu.
Ankara kulislerine sızan bilgilere göre bu organizasyonun arkasında hep bildik isimler vardı; MGK Genel Sekreteri Em. Org.
Tuncer Kılınç, Em. Tuğg.
Kadir Ali Esener,
Doğu Perinçek,
Haydar Baş, Durmuş Ali
Özoğlu, Kemal Ermetin, İlhan
Selçuk ve
Ergenekon Terör Örgütü Davası'nın
tutuklu sanığı
Ergün Poyraz� Perdenin önündeki isim ise ADD Genel Başkanı
Ertuğrul Kazancı'ydı� Kazancı o gün yaptığı hizmetlerin karşılığını, dernek başkanlığını kaybederek aldı.
ADD'de gözümüze çarpan bir diğer isim Ali Rıza Selmanpakoğlu. Selmanpakoğlu da emekli bir
paşa. 28 Şubat sürecinin en ateşli isimlerindendi. Burdur'da komutanlığını yaptığı tugayda her konuştuğu, her yaptığı ertesi gün tüm gazetelerde yeralıyordu. Ali Rıza Selmanpakoğlu, Burdur'da savaşım verirken, kuzeni Ali Naki Selmanpakoğlu da,
Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nde irticacıları temizlemekle meşguldü. Diğer kuzen
Muharrem Sarıkaya, akrabalarının yaptıklarını
Hürriyet gazetesinde haberleştirdi koca bir süreç boyunca.
Fatma Nur
Serter,
Necla Arat gibi radikal laikler de şimdi ADD'nin içinde. Cansiperane laikliği korumak için savaşmakta. Arat'ın üniversitede intihalden mahkum olması, Serter'in bir tarikat dergisinde eskiden yazılar kaleme alması hiç önemli değil ADD yöneticileri için. Ne de olsa Arat bizden biri. Serter ise Nakşibendi, Rufai ya da Aczmendi değil. Bir
Hristiyan tarikatınin yayın organı,
Sevgi Yolu dergisinde spiritualist yazılar kaleme aldı. Zaten bunları kendisi de inkar etmiyor. Tıpkı üniversiteye ödettiği kişisel faturaları gibi. Onların böyle bir takıntıları yok.