Türkiye’nin yakın tarihe ait kanayan bir yarası var ki adı Roboskî. Ahmet Turan Alkan’ın Roboskî’nin yıl dönümünde yazmış olduğu yazının son satırı her şeyi özetliyor aslında:
“35 kişinin bombalanarak öldürüldüğü bir olayda, soruşturmaya bile gerek duymadan takipsizlik verilen bir ülkenin vatandaşı olma şerefi bize yeter de artar”. Yeter de artar, Zira 35 bedenin 18’i 20 yaşın altında ve paramparça olmuş. Cesetler poşetlerin içerisinde ailelere teslim ediliyor. Acı gözyaşı ve öfke. Soruşturma, takipsizlik ve en son AYM süreci.
Ve Adalet bakanlığının AYM’ye gönderdiği savunma metni aynen şöyle:
“Güvenlik güçleri, bir terör veya yakalama operasyonunda, henüz fiili saldırıyla karşılaşmamış olsalar bile AİHM Sözleşmesinin 2’nci maddesi 2’nci fıkrasındaki amaçları gerçekleştirmek için güç kullanabilirler. Ancak, bu durumsa güç kullanmalarının o sırada geçerli gibi görünen sağlam sebeplere dayandığına dair samimi bir inançları bulunmalıdır. Daha sonra bir hata olduğunun anlaşılması, kullanılan gücü otomatik olarak haksız hale getirmez. Aksini düşünmek, devlete ve kanun adamlarına görevlerini yaparlarken, belki de kendilerinin ve diğerlerinin yaşamlarına zarar verebilecek gerçekçi olmayan bir külfet yüklemek olur. Bununla birlikte olayın içinde bulunduğu koşullar, güç kullanılmasını gerektiren makul bir inancın varlığını göstermelidir”.
Makul bir inancın varlığı ne demek? Yani Esed karşımıza çıkıp, “vatandaşlarımı öldürdüğümü söylüyorsunuz ama hele bi sorun neden öldürüyorum? Öldürüyorum çünkü olayın içinde bulunduğu koşullar, güç kullanılmasını gerektiren makul bir inancın varlığını göstermelidir” derse ne diyeceğiz. Srebrenitsa’da Sırplar, Karabağ’da Ermeniler hatta Filistin’de İsrail masum insanları bombalarken “olayın içinde bulunduğu koşullar, güç kullanılmasını gerektiren makul bir inancın varlığını göstermelidir” derse ne cevap veririz. Maalesef Kürtler haklı olarak, “ölen Kürtler olunca bu gerekçe çok makul oluyor diye düşünüyor.”
Roboski’den üç gün sonra yılbaşı programlarındaki eğlenceler de bu düşünceyi haklı çıkarır bir tarzda idi. Şunu da söyleyeyim; asıl zoruma giden şey, Adalet Bakanlığının bu savunması değil, şu anda Türkiye’de yönetenler de dahil, milyonlarca kişinin böyle düşünüyor ve bunu makul bir gerekçe olarak görüyor olması. Peki, Kürtler bu toplumun temel unsurlarından biri değil mi? Kürtler bu memleketin evladı değil mi? Bunlar hiçbir suça bulaşmamış masum Kürt gençleri idi. Gencecik delikanlılar, geçimlerini sağlayabilmek için her gün o zorlukları aşmak zorunda olan civanlar. Hiç birinin böyle bir hayatı arzuladığını sanmıyorum. Ne yazık ki hayat bazen bizi istemediğimiz kulvarda koşturur. Çünkü bir kısmı lisede okuyan bir kısmı üniversitede eğitim gören cıvanlardı onlar. Hem okuyup hem geçimini sağlaması gereken civanlar. Hangimiz bu zor şartlarda hayatını idame ettirmek ister ve her gün ölümü göze alma pahasına o yolculuğu yapmak ister?
Şunu da sormak istiyorum; Hangimiz ölen evladının cesedinin parçalarını bir poşette teslim alan bir anne olmak ister. Ve kim hangi yürekle bu anneye, “olayın içinde bulunduğu koşullar, güç kullanılmasını gerektiren makul bir inancın varlığını göstermelidir, bu parçalanmış yüreklerin bir sorumlusu yok” demek ister.
Dünya Tv Yapımcısı