Bıçak saplanır bağrınıza ama kanamazsınız kolay kolay; tepki veremezsiniz, ağlayamazsınız.
Acınız, kanınızla birlikte donmuştur adeta...
Ne olduğunu tam kavrayamaz, olduğuna inanamazsınız.
İnançsızlığın
isyanı büyürken içinizde sesiniz çıkmaz, konuşamazsınız.
Şok böyle bir şeydir.
Bir de “geliyorum” diyen acılar vardır.
Bilirsiniz.
Eli kulağında bir haberdir; “keşke olmasa” dersiniz, bu haber hiç gelmese...
Ama o haber gelir.
Bıçak saplanır bağrınıza, kan fışkırır.
Acınız öfkenize karıştıkça kızışır, derinleşir.
Ne olduğunu anlamak, büsbütün kanatır sizi.
Olacakları sezdiğinizi ama olmasını engelleyemediğinizi bilmek büsbütün hiddetlendirir.
İsyan böyle bir şeydir.
Dün
Tokat Reşadiye’de yedi askerin şehit düşmesine yol açan
hain pusunun haberini aldığınızda şaşırdınız mı siz?
Yoksa “eli kulağında” olduğunu içten içe hissettiğiniz bir haber miydi bu?
İyi tanıdığınız bir karanlığı hatırlamadınız mı?
Neye
hizmet edeceği gayet aşikâr, yeri ve zamanı gayet manidar olan bu saldırı, sizi de isyan ettirmedi mi; “yeter artık” demediniz mi; “biz bu filmi çok gördük” diye düşünmediniz mi?
Pazar akşamı yazıişlerinde birinci sayfayı hazırlarken, televizyondan
Diyarbakır sokaklarındaki taşlı, fişekli, gazlı görüntüleri izliyor ve buna tepkimizi manşete nasıl taşıyacağımızı tartışıyorduk.
Yıldıray Oğur, birimizin başlık önerisine
itiraz ederken, “Ama” dedi “şimdi orada bir çocuk ölür...”
Tam o sırada kapı açıldı; Yurt Haberler Müdürü Gürkan Öztekin girdi içeri: “Bir çocuk öldü.”
Kötü bir filmin, ne diyecekleri daha ağızlarını açmadan belli olan acemi aktörleri gibiydik.
“Geliyorum” diyen
ölüm, bizi hiç şaşırtmayan ölüm, engelleyemediğimiz için bizi iki misli kanatan ölüm karşısında, öfkemizle baş başa kaldık.
O çocukları sokağa döken
PKK’ya ve PKK’nın “Bensiz barış olmaz olsun” bencilliğiyle davranan liderine, o taşların atılmasını önleyemeyen DTP’ye, polisine “kurşun kullanmayın” talimatı vermeyen hükümete, kalabalığa karışıp o genci sırtından vurmuş olmasını ihtimal dışı sayamadığımız “meçhul” kuvvete isyan ettik.
Geliyorum diyen ölümü “buyur” ettikleri için, çocukları umursamadıkları için, bizi şaşırtmadıkları için.
Aynı duygu, aynı isyan dünkü sabah toplantımıza da egemendi.
17 yaşındaki Serap
Eser, İstanbul’da dersaneden dönerken molotoflu bir saldırıda alevler içinde kalmış ve dört hafta süren hayat mücadelesini kaybetmişti.
Bir
genç kız, PKK’nın pençesinde ölmüştü.
Yirmi beş yıllık savaşı bitirmemek için, açılımın önünü
kapatmak için, anaların daha fazla ağlaması için elinden geleni ardına koymayanların istediği olmuştu.
Ve dün akşama doğru, yine
Taraf yazıişlerinde yine birinci sayfayı yapmak için biraraya gelip, Güneydoğu’da yaşananlar,
Başbakan Erdoğan’ın ABD Başkanı Obama’yla buluşması ve
Anayasa Mahkemesi’nin önündeki DTP’yi
kapatma davası gibi gelişmeleri ve “barış” çabasına muhtemel etkilerini konuşmaya başlamıştık ki aynı sahneyi yine yaşadık.
Gelmesini hiç istemediğimiz haber geldi.
İki gün önce
Kurtuluş Tayiz’le konuşurken, “Bu sokak gösterileri sadece bir başlangıç,” demiştik birbirimize, “ya bir saldırı olur da çok sayıda asker ölürse... PKK ya da başka birileri, bir yerlerde pusu kurar,
baskın yaparsa...”
Barışı istemeyenlerin çocukları öldürmeye devam etmesinden korkuyorduk; daha kötüsü, barışı istemeyenlerin çocukları öldürmeye devam edeceğini biliyorduk.
Dün Tokat’tan gelen haberin acısını, öfkeyle kızıştırıp isyana dönüştüren de bu bilgiydi işte.
Birilerinin bu milletin canıyla, bu memleketin istikbaliyle, hep aynı filmi başa sararcasına oynamasına tanıklık etmenin dayanılmaz bir vicdani ağırlığı var... Ve bu ağırlığı hafifletmenin tek yolu, gerçeğin peşine düşmek galiba.
Tokat’taki pusuyu kuranların yakalanmasına ve niçin tam da Erdoğan’ın Obama’yla buluşacağı saatlerde, tam da DTP’yi kapatma davasının karara bağlanmasının arefesinde, tam da açılımın kaderinin çizildiği günlerde, tam da
Karadeniz gibi milliyetçi öfkeyi kabartmanın nispeten kolay göründüğü bir bölgede yedi askeri şehit ettiklerinin anlaşılmasına katkı yaparsa belki, bir faydası olabilir isyanımızın...
Yoksa George Orwell’in 1984’ünde, Büyük Birader’in gözlerini üzerinden bir an bile ayırmadığı o karanlık ülkenin insanları gibi, “savaş barıştır” sloganının boyunduruğunda yaşamayı sürdürürüz hepimiz.
Hükümet, Tokat saldırısının “
faili meçhul” kalmasına izin vermemeli...
Türkiye, Büyük Birader’ini içinden söküp atabilmeli artık.
Yoksa, “geliyorum” diyen ölümlerle her gün biraz daha ölürüz hepimiz.
YASEMİN ÇONGAR-TARAF