4 Haziran gününün
seçimler açısından önemine daha önce dikkat çekmiştim.
Milletvekili
aday listelerinin önümüzdeki döneme ışık tutacağını, özellikle, "
AK Parti'nin geniş bir kucaklamayı başarıp başaramayacağını göreceğiz." demiştim. AK Parti bu yönde gerçekten cesur adımlar attı.
Mehmet Sağlam,
Ertuğrul Günay,
Haluk Özdalga, Zafer
Çağlayan, daha önce Edibe
Sözen ve diğer isimler; AK Parti için yeni bir merhaleyi işaret ediyor. Bu arada 150'den fazla milletvekilinin aday listelerinin dışında kalması, oldukça radikal bir değişiklik. Öyle ki, parti içine daha şimdiden ikilik sokmak isteyen çevreler, "Millî Görüşçüler
tasfiye edildi" diyerek tabanı
tahrik ediyorlar. AK Parti'nin bir kimlik krizine gireceği propagandasını yapıyorlar.
Yeni isimler, AK Parti'ye serbest
eleştiri ortamını da getireceklerdir. Parti içi
demokrasi adına -bazı sıkıntılar yaşansa da- bu da bir yeniliktir. Şahsen ben AK Parti'deki yeni yüzleri, vitrinlik bir olay olarak görmüyorum.
Temelde mesele
Türkiye'nin demokratikleşmesidir. 27
Nisan muhtırasının gölgesinde seçimlere gidilen Türkiye'de
siyasetçinin,
darbe heveslilerine malzeme vermemesi gerekir.
Bakınız, muhtıraya rağmen AB'ye üyelik yolunda aklı başında herkes demokrasinin güçlenmesi gerektiğine vurgu yapıyor. Bu konuda da en büyük sorumluluk siyasetçiye düşüyor.
DYP-Anavatan
birleşme hikâyesi, ibretlik bir örnek olarak önümüzde duruyor. Demokrasiyi hafife alanların, bugün içine düştükleri durum herkese bir
ders vermelidir. Millet iradesinin temsilcilerinin, millî iradenin temsil yeri olan Meclis'e girmemeleri, her iki partiye de pahalıya mal olmuştur. Biz deyimi biraz değiştirerek söyleyelim: Alma demokrasinin ahını, çıkar aheste aheste... 23 Temmuz sabahı bu sözü yeniden hatırlayacağız.
AK Parti ve CHP'de yeni yüzlere yer açılmasının; uzlaşmaya dayalı yeni bir siyaset anlayışına fırsat verip vermeyeceği tek bir şeye bağlıdır: Demokratlık, samimi olarak isteniyor mu, istenmiyor mu? Mesele vitrin değiştirme değilse, parti yöneticilerinin demokrat olmaları yeter...
Kimileri, AK Parti ve CHP'deki bu
açılımı, son
toplum mühendisliğinin bir dayatması olarak izaha çalışıyorlar. Kutuplaşma yerine uzlaşmayı getirecek "başkalarına kucak açma" hamlesi, şayet toplum mühendislerinin dayatması ise, demek onlar da insafa geliyorlar. Bence, işin içinde onlar varsa, seçim sonucunda oluşacak koalisyonlar için bu işe el atmış olmaları daha kuvvetli bir ihtimal...
Seçim tarihi yaklaştıkça,
terör saldırıları da artıyor. Seçimlerin yapılmayabileceği, Türkiye'nin
Kuzey Irak'a yönelik harekâtının savaşa dönüşeceği ile ilgili değerlendirmeleri yabana atmamak lazım. Türkiye'nin AB üyelik sürecini sona erdirecek
olağanüstü hal uygulamaları, hatta darbe ile sonuçlanacak gelişmeler, bu ülkeye en büyük zararı verecektir. Türkiye'nin Irak batağına çekilmek istendiği çok açık. Sanki, kullananları farklı PKK'lar var... Bir seçim sürecinde, masum insanları, karakoldaki Mehmetçikleri
hedef alan bu
hain saldırılar, kimlerin işine yarıyor, durup düşünmemiz lazım. Şehitlerin cenazeleri memleketlerine gönderilir, namazları kılınırken, yükselen feryatlar dayanılacak gibi değil. Bu atmosferi hazırlayanların asıl amacı nedir? Önümüzdeki günler daha nelere gebedir? Amaç, "ordu Irak'a" diye kitleleri sokağa dökmek midir?
Türkiye yine ardı arkası kesilmeyen zor günlerin içine bir daha giriyor.
Ben burada bir hususu belirtmeden geçemeyeceğim. Cumhurbaşkanı Sezer, pek çok PKK'lıyı affetti. Bunlardan ikisi son çatışmalarda askerimize kurşun sıkarken öldürüldü. Sayın Sezer'in Türk milletine bir özür borcu var. Kendisini kimlerin, nasıl yanılttığını da çıkıp açıklamalı. En azından, yaptığından üzüntü duyduğunu söylemeli...
Hüseyin Gülerce/Zaman