Gülen Hocaefendi dönecek mi?

Fethullah Gülen Hocaefendi hakkındaki tekrarlanmış beraat kararı hepimiz için sevinç ve umut oldu...Sibel Eraslan, Hocaefendi hakkındaki düşüncelerini yazdı.

Gülen Hocaefendi dönecek mi?

Hocaefendi dönecek mi? Adalet konusunun neredeyse birinci sıradaki toplumsal tartışma haline geldiği bir zamanlamada herkes adına sıklet dağıtıcı bir havalandırmaya sebep oldu. Demokrasilerde her kurum tartışmaya açık ve hesapverilebilirlik kuralına göre işler. Sadece yönetim ya da yasama temsilcileri değil, bürokrasi, mahalli idareler, ekonomik kurumlar hatta sivil inisiyatifler bile bu şeffaf tartışma ortamının muhataplarıdır. Ama adaletin işleyişi söz konusu olunca, onun etrafında kümeleşen şüpheler hepimizi, her şeyi altüst eder. Hukukun ortadan kalkması değil, hukukun aksak ya da ağır işlemesi de değil, hukuk hakkındaki en ufak hatta gayri ciddi bir şayia bile toplumsal güveni sarsar. Zira adalet beklentisi, çok temel hayati bir beklentidir: En alttaki adamın en temel beklentisi. Bir yetimin gece açık kalan üstü kadar, cami avlusuna terk edilmiş kundaktaki bebeğin yürek sızlatan üşümesi kadar en dipteki ihtiyaçtır adalet. Su gibi, ekmek gibi… Yani, adaletin işleyişi hakkındaki kötü şüphelerin karşılığı düpedüz açlığa, susuzluğa, çıplaklığa denk bir yoksunluğu işaret eder… - Fethullah Gülen hakkında ilkin Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin, sonra Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin ardından da Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu'nun verdiği beraat kararı, hukuki ve sosyolojik olarak değerlendirilecektir. Hatta adaletin bizatihi kendi içinden gelen jürokratik birtakım baskılar altında kendi kendini töhmete soktuğu şu günlerde, Gülen’in aldığı beraat kararı, yeni ve umutlu bir dönemin açılacağı hakkında ışık olarak da yorumlanacaktır. En azından ben bir hukukçu olarak bunu umut etmek istiyorum. Fakat bahsetmek istediğim başka bir şey bugün. Hocaefendi’nin uzun ve samimi mülakatını okurken, yapılacak tüm sosyolojik yorumları geçiyorum. Cümleler içinde bir çocuk safiyetiyle akan arı-duru yurt özlemi, gurbette beklemekten sızlayan gönül ve çok belli etmese de kavuşmayı dileyen ruh hali beni çok etkiledi… Kendisiyle tanışmıyoruz. Cemaatten değilim. Maalesef başka bir cemaatim de yok. Ama kaleme aldığı dua mecmuasını (kulubu’d daria) her gece okurken, sanki zaten hiç gitmediği, hep burada olduğu düşüncesine kapılıyorum. Sanki kendisini tanıyormuşum gibi geliyor. Hatta bir gün göz göze gelsek kendisi de beni hemen tanıyacakmış gibi geliyor. Yani yaşınız ilerledikçe, yenilgi, ayrılık, ölüm, hastalık, gurbet size daha çok çatar oldukça, galiba biraz böyle oluyor. Kısık sesle ve gecenin içlerinde bir başına ettiğiniz dualar, arkadaşınız kesiliyor. Yüzünü hiç görmediğiniz ruhlarla bir dostluk ünsiyet buluyorsunuz. Ben Hocaefendi’yi hiç görmedim. Hocaefendi bugün dünya üzerine yayılmış binlerce gönül erinin, öğretmenin ve idealistin gözbebeği hükmündedir. Şüphesiz ki bu sevgi haresi aynı zamanda kendisi üzerinde büyük bir sorumluluktur. Bu ağır sorumluluğu hissederek söylenmiş cümleleri aynı zamanda milyonları teskin edecek bir alçakgönüllük olarak okudum mülakatında. Kendisine karşı tertip edilen tüm haksız ve yorucu baskıları, kopartılan feveranları “hakkım helal olsun” şeklinde tek kalemde siliveren müsamahasına da mesela, hayret ettim. Fakat küçük bir not da var bu helalleşmenin ardında; Allah'ın ve Peygamberin hakkı başka, o hakkı kovuşturacak olan mahkeme bizi aşar, diye düşülmüş kısa bir not… Benim gibi hukuki mücadele ve sivil inisiyatif dili üzerinden gidenlerin çok da yakın olmadığı bir dil bu. Ama ne yalan söyleyeyim dini açıdan imrenilecek, örnek alınacak bir izleği de hatırlatıyor bana. Hz.İsa’yı mesela. “Bilselerdi yapmazlardı, bilmedikleri için zulmediyorlar” diyen masum ve mazlum Ruhullah’ın Müslümanlar olarak hepimize emanet ettiği zorlu ve sabır isteyen bir yoldur bu… Tüm dünya haksızca ve olanca gazabıyla üstünüze yürüyecek ve siz hâlâ mütebessim ve alçakgönüllü bir halle umuttan ve barıştan yana koyacaksınız tavrınızı… Hocaefendi’nin uzletten ve takvadan yana bu hali oldukça etkileyici. Bu dille kıyaslarsam, kendimi sabırsız ve asabi buldum bir kere daha… Onun bu halinin bir tür dirençsizlik, bir tür baskıya boyun eğiş, bir tür zulüm karşısında sessiz kalış olduğunu düşünenler de olacaktır. Ama mülakatı boyunca tekrar ettiği Rıza’yı sadece Allah’tan bekleme haliyle de düşünülmesini isterim bu mevzunun. Başa gelenin en nihayetinde kader ve imtihan olduğu bilgisi, sadece zulme ve zalime odaklanmış bizim gibi itirazcı zihinler için çok önemli bir başlık olsa gerek. “Ben dıştan ithal edilmiş ve milletin başına musallat olmuş tufeylilerden değilim. ülkemin çocuğuyum ben. Onun bir avuç toprağını dünyalara değiştirmem. Bütün Amerika’yı verseler, Korucuk Köyü (kendi köyü), fakir bir köydür, ben o köyü vermem” derken içinde koşuşan o tertemiz çocuk ruhu mesela… Bir an evvel memleketine kavuşmak isteyen, kır çiçeklerini, dağını, taşını özlediği yurdu için yanan tutuşan bir insanın fotoğrafı değil mi? “Yahya Kemal’in, bir şiirinde dediği gibi; “Bizden olmayanlar bizi anlamazlar.” Esas o toprağın çocuğu olmak lazım ki, o toprağı koklaya koklaya yetişmiş olmak lazım ki, eğile eğile onun çaylarından su içmiş olmak lazım ki, onun kırlarında koşmuş olmak lazım ki, onun çiçeklerini koklayarak büyümüş olmak lazım ki, Anadolu’yu bilmek lazım ki sizin hissiyatınızı anlasınlar. Sizden olmayanlar sizi anlayamazlar” diyor gurbetin, sürgünün sökün ettirdiği kalp sızılarıyla… Bendeniz, onun yurdunu çok özlediğini, bir çocuğun annesini özler gibi özlediğini düşünüyorum. “Burnumun direği sızladı” derdi büyükannem. Sosyoloji ve hukukun anlayamayacağı bir cümle bu. Biliyorum. Ama hissettiğim tam da budur. SİBEL ERASLAN/VAKİT
<< Önceki Haber Gülen Hocaefendi dönecek mi? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER