Yüzleşme Derneği Başkanı Cafer
Sorgun Star Gazetesinde yayınlanan yazısında
Milli Savunma Bakanlığı'na önemli bir
çağrıda bulunuyor
[CAFER SOLGUN - Yüzleşme Derneği Başkanı]
Sayın Vecdi
Gönül'e bugünden tezi yok, geçtiğimiz yılın sonlarında yayınlanan “
Dersim... Dersim... Yüzleşmezsek Hiçbir Şey Geçmiş Olmuyor” adlı kitabımı göndereceğim. Bu kitapta konuyla ilgili devlet
kayıtlarında yaptığı ‘inceleme' sonucunda bulamadığı “kayıt, bilgi ve
belgeler” var!
Eski
Dışişleri Bakanı
İhsan Sabri Çağlayangil, 1986 yılında
CHP'nin bugünkü genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ses kayıt cihazına kaydettiği şu sözleri söylemedi: “...Mağaralara iltica etmişlerdi.
Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içinden. Bunları fare gibi zehirledi. Yediden yetmişe o Dersim
Kürtlerini kestiler. Kanlı bir harekât oldu. Dersim davası da bitti.”
12
Mart döneminin
darbeci paşalarından
Muhsin Batur, hatıralarını anlattığı kitabında şunları yazmadı: “Günlerden bir gün emir geldi... Tren yolu ile Elazığ'a gidilecek, bir süre orada eğitim gördükten sonra o zamanlar Dersim denilen bölgeye gideceğiz. (...) Bir müddet sonra ilk
durak Pertek olmak üzere harekete geçtik ve iki ayı aşkın bir süre özel görev yaptık. Okuyucularımdan özür diliyor ve yaşantımın bu bölümünü anlatmaktan kaçınıyorum.”
Genelkurmay'ın adlandırmasıyla “Dersim Tedip ve Tenkil Harekâtı”na katılan askerlerden biri, Urfalı Abdullah Çiftçi, ölmeden önce yaşadığı vicdan azabından dolayı kendisine
mikrofon uzatan gazeteciye şu açıklamayı yapmadı: “Operasyonlar günlerce sürerdi. Köylere gittiğimizde köyün yetişkin erkekleri kaçardı. Sadece çocuklar ve kızlar kalırdı köylerde. Ambarlarını, ahırlarını ateşe veriyorduk. Sonra onların çocuklarını, kızlarını, kadınlarını, hepsini makineli silahların önlerine verip öldürüyorduk. Kanları sel gibi akıyordu.”
Dersim Mebusu Hasan
Hayri Bey de, aslında 1925 yılında Elazığ'da tutuklanıp “meclise Kürt kıyafetleriyle geldiği” için sorgulanmadı, asılmadı...
Bütün bunlar olmadı mı?
1927 yılında “Umum Müfettişlik Teşkiline Dair Kanun” diye bir
kanun çıkarılmadı... Dersim'in adı 1935 yılında çıkarılan özel bir kanunla “
Tunceli” yapılmadı... 1936 yılında “Dersim meselesini halletmek” üzere bir 4. Müfettişlik oluşturulmadı, bu göreve Korgeneral Abdullah Alpdoğan atanmadı... Mecburi
İskan Kanunları çıkarılmadı. Binlerce
aile yerinden yurdundan edilmedi. O kanunların amaç ve gerekçesinde su katılmamış bir
ırkçılık yapılmadı...
1932 yılında Jandarma Umum Komutanlığı “Dersim” adıyla “şahsa mahsus” bir
rapor kitap hazırlamadı... Bu rapor-kitapta 1926 yılından bu yana bölgedeki valiler, içişleri bakanlığı müfettişleri ve bizzat dönemin başbakanı İsmet
İnönü,
Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'nın imzasını taşıyan “Dersim” konulu raporlara yer verilmedi... Mülkiye Müfettişi
Hamdi Bey, 2
Şubat 1926 tarihinde
İçişleri Bakanlığına verdiği raporunda “Dersim çıbanbaşıdır” demedi... Fevzi Çakmak, “Dersimli okşanmakla kazanılmaz. Müsellâh (silahlı) kuvvetin müdahalesi Dersimliye daha çok tesir yapar ve ıslahın esasını teşkil eder” demedi... İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Dersim'deki 91 aşiretten isim isim tespit ettiği 347 ailenin (yaklaşık 3500 kişi) Batı ve
Trakya illerine
sürgününe ilişkin bir plan hazırlamadı...
‘Ayıptır, zulümdür, cinayettir'
Mustafa Kemal, 1936 yılında
TBMM açılış konuşmasında şu sözleri söylemedi: “Dâhili işlerimizden en mühim bir safha varsa, o da Dersim meselesidir. Dâhilde bulunan işbu yarayı, bu korkunç çıbanı, ortadan temizleyip koparmak ve kökünden kesmek işi her ne pahasına olursa olsun yapılmalı ve bu hususta en acil kararların alınması için hükümete tam ve geniş salahiyetler verilmelidir.”
Dersim'e baştan sona karakollar, kışlalar inşa edilmedi... Dersimlilerin silahları toplanmadı... 1937 Mart ayının sonlarında,
Seyit Rıza, oğlu İbrahim'i Dersim'i bombalayan ve daha kapsamlı bir saldırının hazırlıkları içinde olan Abdullah Alpdoğan'a “elçi” olarak göndermedi, Bıra İbrahim, Alpdoğan'ın subaylarından birinin tezgâhladığı bir
komplo sonucu öldürülmedi... Seyit Rıza, toplayabildiği aşiret önde gelenleriyle Munzur'un kıyısında bir araya gelmedi, “direnme” kararı almadı ve dönemin gazeteleri bunları yazmadı... Alpdoğan'ın “kellesini isterim” dediği Koçgiri hareketinin liderlerinden Alişer Efendi'nin kafası kesilip Alpdoğan'ın önüne konulmadı... Para,
altın ve “harekât duracak” vaadiyle bu lanetli işi yapan Rayber de sonradan askerler tarafından öldürülmedi...
Mustafa Kemal
Atatürk'ün manevi kızı
Sabiha Gökçen, 1937
Mayısında Dersim'in köylerini, dağlarını bombalamadı... Yıllar sonra kendisine sorulduğunda, “50 kiloluk bombaların ne şeyi olur” demedi ve dalga geçercesine “Atatürk onların daha insani yaşamalarını istiyordu” da demedi...
4 Mayıs 1937 günü
Bakanlar Kurulu, M. Kemal ve Fevzi Çakmak'ın da katılımıyla toplanmadı. Bu bakanlar kurulu toplantısından orduya Dersim için 2 maddeden oluşan korkunç bir “tenkil” emri verilmedi... 1937 yaz ayları boyunca Dersim kana ve ateşe boğulmadı... 13
Eylül 1937 tarihli gazeteler Seyit Rıza'nın Erzincan'a giderken yakalandığını yazmadı... Seyit Rıza ve arkadaşları, görülmemiş bir
mahkeme sonucu idama mahkûm edilmedi... İhsan Sabri Çağlayangil bu idamlara nezaret etmedi, Seyit Rıza'nın idam sehpasına yürürken kendi diliyle “
Kerbela evladıyız. Hatasız, günahsızız. Ayıptır! Zulümdür! Cinayettir!” dediğini yazmadı hatıralarında...
1938 yılı boyunca Dersim'de baştan başa toplu
katliamlar yapılmadı... Binlerce çaresiz insan öldürülmedi... Binlerce “katliam artığı” planlandığı şekilde Batı illerine sürgün edilmedi... Binlerce Dersimli
kız çocuğu “evlatlık” ve “besleme” olarak Türk ordusunun subayları tarafından alıkonulmadı... Dersimliler 38 zulmünü Kerbela'ya benzetmediler. Ağıtlar yakmadılar. Başlarına gelen bu felakete gözyaşları dökmediler. Ruhları sakatlanmadı. Kalpleri kanamadı...
Bütün bunların hiçbir olmadı. Ben bunları belgeleriyle, kaynaklarıyla birlikte yazdım. Başkaları da yazdı.
Belgesel filmleri yapıldı. Tanıklar konuştu. Ama hayır; bütün bunların hiçbiri aslında olmadı... Çünkü kayıtlarda yok!
Belgeleri isteyen bulur
Nereden mi çıkarıyorum bunu? Geçtiğimiz günlerde (8 Şubat 2011) Milli
Savunma Bakanı Vecdi Gönül, CHP Tunceli
Milletvekili Kamer Genç'in “1937-1938 yıllarında Tunceli'de yapılan harekatla ilgili verdiği
soru önergesine “tek cümlelik” bir
yanıt verdi. O yanıtta şöyle deniyordu: “1937-1938 yıllarında Tunceli'de yapılan askeri harekatla ilgili olarak yapılan inceleme sonucunda talep edilen konulara ilişkin herhangi bir kayıt, bilgi ve belge bulunmadığı tespit edilmiştir”.
Kamer Genç, “geçmişle uğraşmamak, geçmişi kaşımamak lazım” diye düşünen bir politikacıdır. Muhtemelen seçimler yaklaşırken, seçmenlerinin “Dersim meselesi o kadar tartışıldı, gündeme geldi; peki sen ne yaptın bununla ilgili?” şeklindeki sorularına yanıt vermek durumunda kalacağını bildiği için böyle bir soru önergesi verme gereği duydu. Öyle ya da böyle. Bu soru önergesini verdi ve Vecdi Gönül'den yukarıda yazdığım yanıtı aldı.
Sayın Vecdi Gönül'e bugünden tezi yok, geçtiğimiz yılın sonlarında yayınlanan “Dersim... Dersim... Yüzleşmezsek Hiçbir Şey Geçmiş Olmuyor” (TİMAŞ, 2010) adlı kitabımı göndereceğim. Bu kitapta konuyla ilgili devlet kayıtlarında yaptığı “inceleme” sonucunda bulamadığı “kayıt, bilgi ve belgeler” var!
Yoksa aslında yok mu? Burası neresi? Biz nerede yaşıyoruz? Burası Patagonya ve Vecdi Gönül de Patagonya'nın
Milli Savunma Bakanı değil mi? Sahi, Milli
Savunma Bakanlığı ne iş yapıyordu?