Kim ne derse desin: Erdoğan'ın bu vurgusu Ankara'nın
sivilleşme yolunda aldığı mesafeyi işaretliyor...
Böyle bir gerçek, Ordu'nun geleneksel rolünün devam etmesini isteyenlerin yani TSK'nın hükümetlere her fırsatta
posta koymasını arzu edenlerin elbette canını sıkacaktır...
Nitekim, içlerinde bazı "sivil
paşa"ların da bulunduğu bildik simalar,
Başbakan'ın bu ifadesinden duydukları rahatsızlığı dile getirdiler...
Anayasa Mahkemesi'nin eski başkanlarından meşhur bir "sivil paşa" Erdoğan'ın "bağlı" demesine içerliyor; "Bağlı olmakla sorumlu olmak farklıdır" diyordu. Zat-ı şahaneleri elbette mazurdur; çünkü zamanında 12
Eylül darbecilerinin önünde eğilmiş, onların paltosunu tutmuş bir yargı adamından sivilleşmeyi desteklemesini beklemek beyhudedir.
Sözünü ettiği sorumluluğun 'bağlılık' anlamı da taşıdığını kendisine anlatmaya çalışmanın özellikle bu saatten sonra hiçbir faydası olmaz...
28
Şubat sürecinde Refahyol hükümetinin başbakanına ettiği ağır hakaretle ünlenen bir
emekli tümgeneral ise "İç ve dış tehdit varken
Genelkurmay Başkanı'nın hiç kimseye bağlı olmadığını" söyleyerek "gerektiğinde pekala darbe de yapabilir" demeye getiriyor.
Kurduğu şu cümleyi şimdiden "unutulmazlar" arasına koyuyorum: "Türkiye'de tam
demokrasi vardır. Ama TSK'nın da özel bir yeri vardır!" Müslüm Gürses'in kulakları çınlasın; "Baba" bir filminde "Cinayet işleyebilirim ama asla adam öldüremem" diye konuşmuştu...
Emekli tümgeneralimiz, Erdoğan'ın sözlerini eleştirirken "Demirel'in bile böyle söylemediğinden" bahsediyor; kara mizah kantarının topuzunu kaçırıyor...
Süleyman Bey elbette "
Genelkurmay Başkanı bana bağlıdır" diyemezdi: Darbe yapan genelkurmay başkanları en kolay Demirel'i bağlıyorlardı, çünkü...
Asker geldiğinde şapkasını alıp gidiveren "Güniz Sokak Babası"nın tespitidir: "Menderes'in asılmasından sonra genelkurmay başkanları başbakanları amirleri gibi görmek istemediler..."
Aradan uzun bir süre geçtikten sonra, artık TSK'nın üst düzeyindeki bu psikoloji (tümüyle arzu edilen noktaya gelinmese de) değişikliğe uğruyor.
Org. Hilmi Özkök'ün
Genelkurmay Başkanlığı, sivilleşme yolunda en büyük mesafenin alındığı dönemdi. Hatırlayınız, "Genç Subaylar Tedirgin" tezviratı Özkök'ün demokrasiye bağlılığı nedeniyle yapılmıştı! (Org. Özkök, 2003-2004 sezonunda iki kez
muhtıra girişimini engellemişti.)
Şimdilerde bakıyorum, bu tezvirata
imza atan gazeteci; Org.
Büyükanıt ile Erdoğan arasında bir süre önce İstanbul'da gerçekleşen görüşmenin "gerilimli geçtiğini" öne sürüyor...
İddia, asla gerçeği yansıtmıyor (sivilleşmeyi güçlendiren bir görüşmeydi, Dolmabahçe'deki
buluşma) söz konusu apoletli yazarın "temenni"sini ortaya koyuyor...
27
Nisan "
sanal açıklaması"nı "muhtıra" diye sunmuş olanlar da Genelkurmay'ın hükümete "şamar" atmasını arzu ediyorlardı. O gece yarısı aniden internette beliren ve TSK'yı bağlamayan "
bildiri"nin üzerine balıklama atlamaları bundan dolayıydı...
Gerçeğin, "ağızlara laik bir muhtıra öyküsü"nü bozmasına izin vermek istemiyorlardı! Ne var ki, oyunları çok çabuk bozuldu...
Varsayalım, uzaydan yeni geldik:
27 Nisan sonrasında Ankara'nın "muhtıra"nın devamına benzeyen bir atmosferden uzak oluşu dahi tek başına gerçeği algılayabilmek için yeterlidir...
27 Nisan bildirisinin "sanallığını" göz ardı ederek gerçeğe ulaşmak/Ankara'da yaşananları doğru okuyabilmek kesinlikle mümkün değil. Hâlâ "muhtıra" ekseninde yazıp çizenler kamuoyunu "askerin müdahale olasılığı" gibi bir "korkutma" ile
baskı altında tutup, yanıltmaya çalışıyorlar.
Ne yapsalar boş: Hakikat değişmiyor, sonuç da öyle...
TAMER KORKMAZ- ZAMAN