Meclis, 27
Nisan 2007’de yeni bir
cumhurbaşkanı seçmeye çalıştı. Tek
aday Abdullah Gül 361 oy aldı. Toplantı yeter sayısı 367’yi bulmayınca
CHP konuyu
mahkemeye taşıdı.
İttihat ve Terakki’nin serencamını bilen herkesin kafasında az çok iki tarih nettir. Biri İttihat ve Terakki’yi resmen
iktidara taşıyan ve 31
Mart olayı diye tarihe geçen 13 Nisan 1909’dur. İkincisi
27 Nisan 1909. Yani Padişah II.
Abdülhamit’in tahtan resmen indirildiği tarih. Bu, 27 Nisan’ın yüzyıl sonra karşımıza çıkan versiyonlarından biri midir bilmiyoruz; ancak cumhurbaşkanlığı sürecini kesintiye uğratan 27 Nisan 2007 tarihli
elektronik bildirinin üzerinden tam bir yıl geçti.
Genel
kurmay Başkanlığı internet sitesinde saat 23.17’de yayımlanan 27 Nisan 2007 tarih ve BA-08/07 numaralı metin şöyle başlıyordu: “
Türkiye Cumhuriyeti devletinin, başta
laiklik olmak üzere, temel değerlerini aşındırmak için bitmez tükenmez bir çaba içinde olan bir kısım çevrelerin, bu gayretlerini son dönemde artırdıkları müşahede edilmektedir.”
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve
Çocuk Bayramı kutlamaları ile
Kutlu Doğum haftası etkinliklerinin çakışması, aynı günde Kur’an
okuma yarışması düzenlenmesi;
Mardin,
Gaziantep,
Diyarbakır,
Ankara, Denizli gibi illerde gerçekleştirilen etkinlikler ‘devletin temel niteliklerini aşındırmaya yönelik irticai anlayış’ olarak özetlenmişti.
Cumhurbaşkanlığı seçimlerine de değinen bildiri şöyle bitiyordu: “Son günlerde Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum
Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişeyle izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, TSK bu
tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. (…) TSK, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusunda sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir.”
27 NİSAN’A NASIL GELİNDİ?
Bu bildiri yayımlanmadan önceki tablo az çok şöyleydi:
24 Nisan’da “Adayımız Abdullah Gül kardeşimdir.” diyerek son dönemeçte
AK Parti’nin
cumhurbaşkanı adayını duyurmuştu
Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan. Böylece aylardır yürütülen ‘aday olacak, olmayacak’ tartışmaları da bitmişti. O güne kadar, aday olmazsa nedenini Türkiye’ye ben anlatacağım diyen CHP lideri Deniz
Baykal’ın tavrı ise
zafer kazanmış bir
komutanınkini andırıyordu. Baykal’ın önce Abdullah Gül’ü küçümseyen ifadeler kullanması, sonra Gül’ün liderler turu esnasında kendisini ziyaretinde “367’yi bulamazsanız konuyu
Anayasa Mahkemesi’ne götüreceğiz.” demesiyle siyasi
tansiyon yükselmişti.
Haftanın en yoğun günü kuşkusuz 27 Nisan
Cuma’ydı.
Gazeteci Taha Akyol’un tabiriyle öğlen saatlerine kadar AK Parti 367’yi sağlamış, hatta geçmiş gözüküyordu. Trafik önceki gece
Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in
ANAP lideri
Erkan Mumcu’nun önerdiği reformlara
evet dediklerini açıklamasıyla başlamıştı. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı
Necati Çetinkaya, ANAP Genel Başkan Yardımcısı
Mehmet Keçeciler arasında yaşanan
trafik ANAP’lı kurmaylara şunu bile söyletiyordu: “Evet 10 kadar arkadaşımız katılabilir.” Saat 14.00’te DYP lideri
Mehmet Ağar, “Katılmayacağız.” açıklaması yapıyordu. Peki ANAP ne yapacaktı? 20 kişilik parti grubu Balgat’taki parti
genel merkez binasının birinci katında
Erkan Mumcu ile aynı odada bekliyordu. Ve bu bekleme Meclis’in Cumhurbaşkanlığı seçimine geçtiği 15.00’e kadar sürdü.
DYP’den
Ümmet Kandoğan ile Mehmet Erarslan, ANAP’tan Miraç Akdoğan ile Hasan Özyer genel kurula katılacaktı. CHP’li Kemal
Anadol’un
TBMM Başkanı
Bülent Arınç’tan toplantı yeter sayısı istemesi ile fotoğraf netleşti. Birinci tur yapıldı, tek aday olan Gül 361 oy aldı. Ve CHP
akşam saatlerinde 367 toplantı yeter sayısı iddiasıyla Cumhurbaşkanlığı seçimini
Anayasa Mahkemesi’ne taşıdı. Gece yarısı gelen o bildiriye kadar 27 Nisan’ın siyasi tablosu buydu.
GECE YARISI BİLDİRİSİNİN HİKÂYESİ
Peki, 27 Nisan’a giden süreçte neler yaşanmıştı? Önce bildiriyi yayımlayan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) içinde olanlardan başlamak gerekiyor. O gece Cumhurbaşkanlığı seçim süreciyle ilgili haberlerin ardından kimsenin gözü televizyonda değildi. Ancak kulağı
telefonda olan
savunma muhabirlerinden bir grup, gecenin ilerleyen saatlerinde
Genelkurmay’ın internet sitesine konacak bir açıklamayı beklemeye çoktan başlamıştı.
Sabah Gazetesi muhabiri
Metehan Demir’in
Habertürk’ün canlı yayınına bağlanmasıyla 27 Nisan e-bildirisinin medya ayağındaki gelişmeler de başlamış oldu. Aynı saatlerde bildiriyi bekleyen
gazetecilerden biri olan Kemal Yurteri, “Bir bildiri havası vardı; ama iddia edildiği gibi bir
darbe havası yoktu.” diyor. Bildirinin dışarıdan isimlerce kaleme alındığı iddialarını da mantıklı bulmuyor: “Çünkü nihayetinde bildiri Genelkurmay adına yayımlanıyor.”
Ancak bir başka gerçek daha vardı. Bugüne kadarki
muhtıra, açıklama, duyuru vesairede
komuta kademesinin
imzası, hiç değilse isimleri yer almıştı. Örneğin Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer’in adaylığı öncesinde Başbakan
Mesut Yılmaz’ı ve ekibini
hedef alan açıklamada komutanlar bildirisi yazıyordu. 27 Nisan 2007 tarihli bildiri bu açıdan ‘sahipsiz’ gibiydi. Sadece sıra sayı numaralı bildiri karargâhın rutin bir faaliyeti gibi muamele görmüştü.
Kemal Yurteri, bildirinin bu kadar çok ses getirmesini konjonktüre, siyasi aktörlerin gücüne ve hukukî tartışmaya (367 yeter sayısı) bağlıyor: “Bir yandan cumhurbaşkanı kim olacak tartışması var. Diğer yanda 367
krizi ve hukukî bir tartışma. Sezer’in seçildiği dönemde de TSK taraf olduğunu komutanlar bildirisiyle ortaya koymuştu; ama bu kadar ses getirmemişti. Genelkurmay o zaman da taraf oldu, izlediğini söyledi, isim zikretmedi. Biz de önceki tecrübelerimize dayanarak bu Cumhurbaşkanlığı seçiminde de Genelkurmay’dan bir değerlendirme yapmasını bekliyorduk.”
Yurteri’ye göre bildirinin internete başkalarınca konduğu gibi iddialar spekülasyondan ibaret: “Aksi olsa komuta kademesi bu bizim görüşümüz değildir, derdi. Ben şunu biliyorum; bu bildiri hazırlandı, birinci başkanın onayı bekleniyordu. Hatta
Genelkurmay Başkanı Büyükanıt karargâhında değildi. Konutundaydı. Yayımlanması konusunda izin verdi, görüşünü belli etti. O saatte internet üzerinden açıklama yapıldı.”
Peki neden gece yarısı seçildi açıklama için? Yurteri, bildiri zamanlamasının 23.17 olmasının, değerlendirmelerin o saatte sona ermesinden kaynaklandığını düşünüyor: “Geç olmasının hiçbir avantajı yok. Akşam saatlerinde hazırdı. Belki aralarında konuştular. Metin tekrar yazılmış olabilir. Bir komutanın bir kere daha görüş vermesi beklenmiş olabilir. Ama enteresandır, bu saatte hiç bildiri olmamış. Bir yetkilinin söylediği bir şey değil, ama benim hissettiğim kadarıyla bunun bir usul ve yöntem hatası olduğunu, belki zamanlama hatası olduğunu daha sonra kendileri de kabul ettiler.”
27 Nisan sürecini değerlendiren bir başka gazetecinin yorumu ise daha farklı. Ona göre bu metin oluşmadan birden fazla toplantı yapıldı. Son toplantı da cuma günü gerçekleştirildi. Ve nihai metin ortaya çıktı. O gece yarısı metnin yayımlanmasından sonra içinde çok
küçük bir ‘tashih’ de yapıldı. Metnin üçüncü paragrafında “Kur’an okuma yarışması” ifadesinde Kur’an ilk metinde küçük harflerle ‘kuran’ şeklinde yazılmıştı. Sonra bu metin değişti.
SEZER DE TELEFONLARA CEVAP VERMEMİŞ
Peki AK Parti kanadı bildiriden nasıl haberdar oldu, o gece neler yaşandı? Parti kurmaylarından önemli bir isim, bildirinin AK Parti üst kadrolarınca duyulmasıyla birlikte tam bir
alarm hâli yaşandığını anlatıyor. O gece bütün basın yayın kanalları (ulusal ve uluslararası) en hassas şekilde izlenmiş. Bir
ekip de sabaha kadar çalışma yapmış.
Ağustos 2007’de Neşe Düzel’e verdiği röportajda bildiriyi ilk öğrendiği iddiasıyla konuyu anlatan gazeteci Metehan Demir şahit olduğu saatlerin bir kısmını şöyle anlatmıştı: “Bildiriyi doğrusu ummuyorduk. Hatta bildirinin haberini bana daha düşük rütbeli bir
subay verecekmiş. Ama komutan ben veririm demiş. Bayağı kuvvetli bir
general haber verdi bana. ‘Biraz sonra bayağı net, açık uyarılarla dolu bir açıklama yapılacak. Bir buçuk saate kadar geliyor açıklama’ dedi. Çok şaşırdım, neredeyse fenalık geçiriyordum. Sigara içtim, sakinleştim. Düşünsenize bir buçuk saat sonra ülkede çok büyük zelzele yaşanacak. O sırada Habertürk’ten Saynur Tezel aradı. Ben onun programına değerlendirmeler yapıyorum. Yayında bunu söyleyeyim de topu üzerimden atayım dedim. Söyledikten sonra ortalık dalgalandı.”
Demir, iddiasına göre Başbakan’a yakın iki isimle (biri
Ömer Çelik) birlikteydi. Habertürk’ün haberi onlara cep mesajı olarak gelince hemen Başbakan’ı aramaya kalkmışlar. Başbakan Genelkurmay Başkanı’nı telefonla aramış ve ulaşamamıştı. Parti kaynakları bu sözlerin Demir’in yaşadığı ana ilişkin doğru bilgiler içerebileceğini; ama fotoğrafın bütününü yansıtmadığını söylüyor: “Farklı kaynaklardan da bilgi alınmıştı. Ve o gece sadece Genelkurmay Başkanı da aranmadı. Sayın Cumhurbaşkanı’nın da (
Ahmet Necdet Sezer) telefonlara çıkmadığını o zaman duyduk.” Yani kriz anında Sezer telefonlara çıkmamıştı. Oysa gece gerçekleşmeyen görüşmelerden biri cumartesi günü Erdoğan-Büyükanıt arasında yapılmış ve basına “Sayın Başbakan, Sayın Genelkurmay başkanı ile faydalı bir görüşme yapmıştır.” şeklinde yansımıştı.
Bir isme göre, olayı ilk duyan gazeteci Metehan Demir de değildi. Aksine bir grup ‘savunma muhabiri’ bir saat kadar önce bilgilendirilmişti. Onlar da sonradan bu bildiri için 4 ayrı toplantı yapıldığını öğrenecekti. Demir, gazeteci olarak AK Parti kaynaklarıyla bilgiyi ilk paylaşanlardan biriydi. Bu sürecin gazeteci ilişkisi sadece bununla sınırlı değildi. Örneğin gazeteci Şamil
Tayyar’a göre 27 Nisan sürecinde boy gösteren ve askerî erkan, CHP, STK’lar, hâkimler arasında gidip gelen iki Ankaralı gazeteci de vardı.
28 NİSAN AÇIKLAMASINI KİM KALEME ALDI?
Gece AK Parti kurmayları için hareketli geçti. Ankara
teşkilatından, milletvekillerinden ve kurmaylardan oluşan bir
heyet genel merkez binası ile
Başbakanlık konutu, başBakanlık ve Subayevleri arasında mekik dokudu. Sabah Başbakanlık konutunda Erdoğan ile buluşan kurmay kadro ince telefon diplomasisinin yanı sıra bildiriye karşı cevabî metnin hazırlığını yapıyordu.
Hükümet adına 28 Nisan Cumartesi günü Cemil Çiçek’in 15.15’te okuduğu açıklamanın ilginç bir serencamı vardı. Partide bir ekip sabaha kadar çalışmıştı. 09.00’da
Çankaya’daki Başbakanlık konutunda buluşuldu. Başbakan Erdoğan, Abdullah Gül, Beşir
Atalay,
Hayati Yazıcı gibi isimlerin yer aldığı beş kişilik ana ekibin dışında Bülent Arınç, Cemil Çiçek, M. Ali
Şahin,
Hüseyin Çelik,
Abdülkadir Aksu, Dengir Mir Mehmet
Fırat gibi isimler de toplantılarda yer aldı. Cemil Çiçek’in okuduğu metin hazırlanana kadar Başbakanlık Konutu ile Başbakanlık
Müsteşarlığı arasında sıkı bir telefon trafiği yaşandı.
Demokrasi tarihinde ilk olan metin Erdoğan, Gül ve Müsteşar Ömer
Dinçer’in kaleminin izlerini taşıyordu: “Dün
Genelkurmay Başkanlığı tarafından çeşitli konulardaki görüşlerini ifade eden bir açıklama, basın yayın organlarına gece yarısı verilmiş ve Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde yayınlanmıştır. Bu açıklama hükümete karşı bir tutum olarak algılanmıştır. Kuşkusuz demokratik bir düzende bunun düşünülmesi bile yadırgatıcıdır. Öncelikle şunu söylemek isteriz ki Başbakan’a bağlı bir kurum olan Genelkurmay Başkanlığı’nın herhangi bir konuda hükümete karşı bir ifade kullanması demokratik bir hukuk devletinde düşünülemez. Genelkurmay Başkanlığı hükümetin emrinde, görevleri Anayasa ve ilgili yasalarla
tayin edilmiş bir kurumdur. Anayasamıza göre Genelkurmay Başkanı görev ve yetkilerinden dolayı Başbakan’a karşı sorumludur. Bu metnin basın yayın organlarına verilmesi ve Genelkurmay’ın internet sitesinde yayınlanmasındaki zamanlama manidardır.”
Diklenmeyen ancak, ‘dik bir duruşu’ ifade eden bu metin millî birlik ve bütünlüğe vurgu yapan, hükümetle TSK’yı karşı karşıya getirmeye çalışanlara dikkat çeken, Türkiye’nin çağdaş dünyadaki itibarını zedeleyen davranışlardan kaçınılması gerektiğini vurgulayan cümlelerle sona eriyordu: “
Güven ve istikrarı zedeleyenler ülkemizin ve milletimizin âli menfaatleri bakımından
doğuracağı olumsuz sonuçların sorumluluğunu da yükleneceklerini bilmelidirler.”
Refah Partisi’nin 10 yıl bir ay önce muhatap olduğu 28
Şubat sürecinden mütevellit ‘ordu-
siyaset’ ilişkilerinde beklenen siyasi çekingenlik yerine,
demokraside kurumların yerini
tarif eden, itidal ve dikkat
tavsiye eden bir özgüven metni oluşmuştu. Refah Partisi kurmaylarından bir isim 28 Şubat döneminde RP
Merkez Karar Yürütme Kurulu üyesi iken de Tayyip Erdoğan’ın benzer bir tepki verdiğini hatırlatıyor: “O zaman Erdoğan, 28 Şubat’a karşı durulması, demokrasinin işletilmesi ve demokratik bir açıklama yapılmasını istemişti. Maalesef parti büyükleri o zaman ‘Bu işler diklenmekle olmaz’ deyip kestirip atmıştı.” Yani Başbakan Erdoğan, ordu-siyaset kırılmasının en önemli tarihlerinden biri olan 28 Şubat sürecinde de 28 Nisan’dakine yakın bir tavır belirlemişti.
28 Şubat sürecini en iyi bilen isimlerden dönemin Emniyet
İstihbarat Daire Başkanı
Bülent Orakoğlu 28 Şubat ile 27 Nisan arasındaki farkı şöyle anlatıyor: “28 Şubat’ın
psikolojik harekâtının içinde
Fadime Şahinler, Ali Kalkancılar vardı. Yine medya çok kullanıldı. Ama 27 Nisan’da
Cumhuriyet mitingleri, vatansever veya Kuvayı Milliye ismini alan dernekler vardı maalesef. Sonradan yargıyı da kullandılar.
Asker 2003 ve 2004’teki darbe teşebbüsleri ile belli bir sıkıntının içine girmişti. Ama bu kez yargı öne çıktı.” Orakoğlu, tıpkı 28 Şubat’ta olduğu gibi e-bildiride de bazı gazete/gazetecilerin önemli rolü olduğuna; ancak hükümetin ‘demokrasiyi kuşatan dik duruşuyla’ sıkıntının en hafif düzeyde atlatıldığına dikkat çekiyor.
Peki o gece sonrasında muhalefet cephesinde neler yaşanmıştı? Ana muhalefet lideri Baykal, e-bildiriden iki gün önce adaylığı netleşen Gül için ilk olarak, “Gül’ü kutluyorum, adaylığı hayırlı olsun.
Parlamentonun ortak sorumluluğu için üzerine düşeni yapmalıdır. AKP adayı uzantısı olmayı reddeden, içtenlikle tüm Türkiye’nin adayı olma yolunda çaba göstermelidir. Şimdi önüne fırsat çıkmıştır. Böyle bir anlayışa girerse görevimizi yapmaya devam ederiz.” demişti. Sonra Gül’ün ziyaretinde ifadeler sertleşti, 367 yoksa Meclis’e girilmeyeceği söylendi.
CHP’ye yakın kaynaklara göre Mustafa
Özyürek,
Onur Öymen gibi isimlere tesir eden çevrelerin yansımaları görülmeye başlamıştı Baykal’ın üstünde. Gece yarısı yayımlanan bildirinin ardından ise Baykal’ın söylemleri değişmeye başladı. 30 Nisan’da partide yaptığı
basın toplantısında, “27 Nisan bildirisi siyasete müdahale mi?” sorularına uzun bir
cevap verdi. Ancak buna karşı mı taraf mı olduğunu ortaya koymadı. Aksine askerin ‘uyarı yapma ihtiyacı’ içinde olduğunu öne sürdü. Bir de, Türkiye’nin gerginlik ortamına sürüklenmiş olmasından duyduğu üzüntüyü dile getirdi: “Buraya sürüklenişin sorumlusu olarak da iktidarı görüyorum.”
BAYKAL BİLDİRİYİ NASIL ÖĞRENDİ?
O gece neler yaşandığını ise aylar sonra
CNN Türk’te bir programda cevaplayıp bildiriye ilişkin net bir tutum takınabildi: “27 Nisan bildirisini üzüntüyle karşıladım. Alkışladığım şeklinde iddialar var. Yok, öyle bir şey. Kayıtlı olan tek bir bilgi budur.” O dönemde CHP liderinin bildiriden
erken haberdar olduğuna dair kimi gazetelerde haberler de çıktı. Baykal, bu konuya ilişkin ise şu değerlendirmeyi yaptı: “Hiçbir şekilde bu bildiriden ne özel olarak ne dolaylı olarak kesinlikle haberdar değilim, bana bildirilmiş değil. Bu bildiriyi
iletişim danışmanımız Sayın Baki Özilhan’ın gece telefonuyla öğrendim. Kendisi tanığıdır. Büyük hayretle ve üzüntüyle aldım. Israrla bazı sorular sordum. Yani neyi esas alıyor,
cumhurbaşkanlığı seçimiyle mi ilgili, oku dedim, uzun dedi. Kritik bölümleri oku dedim. Kritik bölümlerini okumaya başladı. Konunun önemi anlaşıldı, derhal ilgili televizyon kanallarına bakarak yakaladım ve televizyonda izledim. Benim için tam bir
sürpriz olmuştur. Böyle bir bekleyiş içinde özel olarak kesinlikle değildim. Bunu herkesin çok iyi bilmesini istiyorum.”
MERKEZ SAĞDA İTTİFAK NEYİN OYUNUYDU?
CHP İletişim Danışmanı Baki Özilhan bildirinin televizyonlarda yayımlanmasından önce Baykal’ı arayıp Genelkurmay Başkanlığı’nın internet sitesinde yer alan bildiriyi okuduğunu anlatıyor. Saat 24’e doğru uyuyan, sabah 6’da ayakta olan Baykal için 23.20 suları uyuma vaktinin yaklaştığına işaret ediyordu. Özilhan, hiç tepki vermediğini anlatıyor CHP liderinin: “Benim aradığım saat, yatma saatine yakındı. Hiç tepki vermedi. Ya öyle mi, ne var, bir bana oku, dedi. Ben genellikle genel başkana program aktardığım için
yerli yabancı bütün siteleri sürekli tararım, her zaman internetteydim. Sürekli takip etmek durumundayım. Metehan Demir’in söylediği gibi özel olarak şuna buna bak denmedi bana.”
Peki bildiri daha sonra CHP’nin parti organlarında tartışıldı mı? Bunun cevabını CHP Parti Üyesi Ali Kemal Kumkumoğlu veriyor: “
Hayır. Bir değerlendirme bile yapılmadı. Sadece çok sonrasında ben bir eleştiriyi dile getirdim. Parti meclisi toplantısında Onur Öymen’in o gece televizyonlarda bildiriye nasıl
destek açıklaması yaptığı da sorgulandı. Ve Öymen o akşam televizyonlarda yaptığı açıklamaları hiçe sayarak, inkâr yolunu seçti.”
27 Nisan’ın yol haritasında kuşkusuz yer alacak en önemli siyasi gelişmeler ANAP ile DYP’de yaşandı. İki liderin 2 Nisan’da başlattığı ‘merkez sağda birlik’ girişimi 27 Nisan’a kadar birçok badireden geçti. Dönemin yakın tanıklarından eski DYP Genel Başkan Yardımcısı Ümmet Kandoğan’a göre,
birleşme teklifi dâhil yaşanan siyasi gelişmelerin tek hedefi, iki partinin cumhurbaşkanlığı seçimlerinden
diskalifiye edilmesi süreciydi. Ağar’ın değiştiği tarihlerden biri 23 Nisan 2007 günü saat 17.00’de Güniz Sokak’ta Süleyman
Demirel ile yapılan buluşmaydı. Sonraki aşamada birleşme pazarlıklarının ana ekseni, birlikte hareket etme tavırlarıyla sürdü. Sonuçta 26 Nisan günü Ağar ve Mumcu’nun apar topar yaptığı basın toplantısı iki liderin de farklı bir telaş içinde olduğunun göstergesiydi.
Hüseyin Kocabıyık’a göre, o gün ANAP’ın MYK’sında gelen telefonlar, YÖK Başkanı
Erdoğan Teziç’e yönelik o gün (14.00’te olan ancak basına akşam saatlerinde duyurulan) meydana geldiği ileri sürülen saldırı iddiaları Mumcu’nun değişmesinde önemli etken oldu. Bülent Orakoğlu’na göre o süreçte hem Ağar hem de Mumcu fiili bir darbe olacağına inandırıldı. Her iki liderin cumhurbaşkanlığı seçiminde genel kurula girme taraftarı olduğunu; ama son gece fikir değiştirdiklerini söylüyor. “Gecenin bir yarısında onlara girmeyeceksin diyen kim?” sorusuna Orakoğlu, “Devletin içinde önemli bir şahıs. Ağar’ı etkilediğine göre bunlar önemli şahıslardır. Ağar da Mumcu da darbe olacağına inandırılmışlardır. Bundan dolayı girmemişlerdir. O dönemde kritik ziyaretler de olmuştur.” cevabını veriyor.
ANAP
MKYK üyesi Mehmet Keçeciler, Cumhurbaşkanlığı seçiminde genel kurula katılmaması için Ağar’ın Mumcu’yu ikna ettiğini iddia ediyor. Mumcu’nun Meclis’e girme taraftarı olduğunu; ama Ağar’la görüştükten sonra fikir değiştirdiğini söylüyor: “Çünkü Ağar’a bir yerlerden işaret gelmişti. Telefon trafiği tartışmaları da var tabii. Erkan Bey kiminle görüştü bilemem. Kayıtları devlette vardır.” ANAP’lı 20 milletvekilinden 10’unun genel kurula girmek istediğini belirten Keçeciler, 27 Nisan günü teşkilat başkanının odasında bütün vekillerin zorla tutulduğunu, içeriye kimsenin alınmadığını anlatıyor: “Orada almış herkesi zapturapt altına. Kimseyi içeri almıyor. Cumadan sonra geldim. Niye gitmediniz dedim. Girmeme kararı aldık dediler. Bu arada girmek isteyen Hasan Özyer’i de ikna etmeye çalışıyorlar. Hasan ben gidip oy kullanacağım dedi. Sonra Miraç Akdoğan da gitti.”
İnternetten yayımlanan bildiriyi Mumcu’ya ilk kendisinin haber verdiğini söyleyen Keçeciler, Meclis’i terk etmelerinin bedelini 22 Temmuz seçimlerinde ödediklerini söylüyor bugün. Mumcu’ya telefonla
baskı yapıldığı iddiaları o dönemde de ortaya atıldı. Ancak, Mumcu bu iddiaları ısrarla yalanladı. Mumcu’yu zorda bırakan şeylerden biri de partiye CHP’den gelen 10 milletvekilinin tutumuydu. Örneğin kritik haftanın içinde yapılan MYK’lar ve özel toplantılarda CHP’li milletvekilleri kesinlikle Meclis’e girilmemesi gerektiğini savundu. Parti tam da ikiye bölünmüştü. Mumcu’yu girmeme zemininde tutan etkenlerden biri de buydu.
MİLLÎ KURTULUŞ HAREKETİ ADIYLA 5 PARTİ’Yİ BİRLEŞTİRMEK İSTEDİLER
Eski milletvekili
Eyüp Sanay’a göre ANAP ile DYP arasındaki trafikte etkili olan isimler
Süleyman Demirel ve Mesut Yılmaz’dı. Sanay, 27 Nisan sürecinden sonra merkez sağda birleşme ile ilgili yaşanan ilginç bir gelişmeyi de paylaşıyor: “Bir el ANAP ve DYP’ye bir heves verdi. Bunlar da erken yola çıktılar. 27 Nisan’dan sonra seçim kararı alınınca bazıları Millî
Kurtuluş Hareketi ismiyle DYP, ANAP,
Saadet Partisi, Genç Parti ve
Büyük Birlik Partisi’ni de birleştirmek istemiş. Böyle bir mutabakat grubu oluşturulmuş. ANAP’ın Meclis’te grubu olması nedeniyle bu partinin çatısında birleşip seçime gidilmesi düşünülmüş. Ancak hem Mumcu, hem Ağar’ın toplantılara katılmamasıyla bu Millî Kurtuluş Hareketi mutabakatı akim kalmış.” Sanay’ın verdiği bilgiye göre bu mutabakatın içine yasaklı lider Necmettin
Erbakan, eski Başbakan
Tansu Çiller de sokulmak istenmişti.
Velhasıl sayılan beş partinin kurmaylarınca çok yakından bilinen bu girişimler 27 Nisan’dan sonra hayata geçirilmek istenen yeni bir siyasi dizayn projesi olarak tarihe geçmiş. Bu yeni bilgiye, 25
Mayıs’ta
Rize’de Saadet Partisi’nce düzenlenen miting ile 15 Temmuz’da
İstanbul’da yapılan ‘Millî Kurtuluş
Mitingi’ne
Tuncay Özkan’ın sahibi olduğu
Kanaltürk’ün vermiş olduğu yayın desteğini de eklemek gerekiyor. Erbakan, “Fatih’in çocukları
Çağlayan’da,
Bizans’ın torunları Kazlıçeşme’de” sözlerini bu son mitingde sarf etmişti.
Yaşananların bir kısmına mercek tuttuğumuz bu hadiseler, tarihe 27-28 Nisan süreci olarak geçti. Kapalı kapılar ardından kalmış birçok başka gerçeği ve hadiseyi kuşkusuz tarih yazacak. Kısa bir süre önce Türkiye’nin 2003-2004 arasında
Sarıkız ve
Ayışığı gibi iki darbe girişimi atlattığı
Nokta Dergisi’nin 2007’de yaptığı yayınlarla ortaya çıkmıştı. İddiaları ortaya çıkaran günlüklerin eski
Deniz Kuvvetleri Komutanı
Özden Örnek’e ait olduğu bugün Emniyet kriminal laboratuarlarının tespitiyle tescillendi. Geçen sene Türkiye, tarihinin belki de en zor cumhurbaşkanlığı seçimini yaşadı. 27 Nisan’ın en
doğal sonucu 22 Temmuz seçimlerinde halkın tekrar demokrasiyi işbaşına getirmesi oldu. Sandık milletin önüne götürüldüğünde demokrasinin yolunu yine millet açtı. Bugün Türkiye geçen sene yaşadıklarından farklı bir badirenin içinden geçiyor. Türk milletinin basireti, yöneticilerin ferasetiyle badireler elbette atlatılıyor. Ancak halkın siyaset dışı aktörlerin gayretleri ile siyaset dışına çıkmayı isteyen politikacılara biçtiği elbiseler en çok vaktinde ‘demokratik sahada’ durmasını bilmeyenlere dar geliyor.
İttihatçı darbeden yaklaşık 100 yıl sonra
Türkiye Cumhuriyeti’nin gündemini maalesef hâlâ devletle ilintili olduğu ileri sürülen çeteleşmeler, parti kapatmalar, muhtıralar işgal ediyor. Türkiye demokrasisi gölge aktörlerin rol almadığı; katılımcı, gerçek demokrasi günlerini bekliyor.
(Katkı sağlayanlar: Mehmet Baki, İbrahim Doğan)
27 NİSAN SÜRECİ’NİN KRONOLOJİSİ İKTİDAR PARTİSİNİN KRONOLOJİSİ
1 NİSAN: Erdoğan ulusa seslendi: Aynı geleceğe yürüyelim. Partililerin ‘Sayın Cumhurbaşkanım’ sözlerini duymadı.
2 NİSAN: Erdoğan: Cumhurbaşkanlığı seçimlerini duygusallıktan uzak bitirelim.
3 NİSAN: Başbakan Erdoğan milletvekilleriyle görüşecek.
6 NİSAN: Erdoğan: Kavgaları bırakmalı, şer kapılarını kapatıp yeni kapılar açmalıyız.
7 NİSAN:
Milletvekilleri:
Köşk’e çıkmazsanız parti
hasar görür, tabana anlatamayız. Siz değilse, Abdullah Gül olmalı.
11 NİSAN: Erdoğan, MGK’da A. Necdet Sezer’e teşekkür etti.
12 NİSAN: Baykal’a: Düşüncesini net şekilde açıklamış muhalefetle görüşülmez.
14 NİSAN: Bu fakirin Köşk derdi yok, millete verdiğimiz sözler, yapacağımız işler var.
15 NİSAN: Erdoğan: 367’yi kafanıza takmayın. Vekiller: Seçilirseniz partimiz büyür. Erdoğan: Durun, ben daha aday değilim.
16 NİSAN:
Özal ve Demirel Köşk’e çıktı, partileri sıkıntı yaşadı diyen vekillere: Lider öldü desinler, gelen partiyi sahiplensin.
17 NİSAN: Kim olursa olsun, cumhurbaşkanımız hayırlı olsun.
18 NİSAN: Ağar ve Mumcu ile görüştü. Cumhuriyet mitingine katılanlar bindirilmiş kıta.
19 NİSAN: Mumcu ile görüştü,
Anayasa değişikliği sinyali verdi. MKYK’dan Erdoğan’a: Arkanızdayız, ama Köşk’e çıkmayın.
21 NİSAN: Cumhurbaşkanı olacak mısınız diye soran çocuklara: Böyle daha iyi değil mi?
22 NİSAN:
Ersönmez Yarbay cumhurbaşkanlığının ilk adayı.
22 NİSAN: Arınç ve Gül ile görüştüm. Benim için aday kesin. Eşimle dahi paylaşmadım.
24 NİSAN: 11. Cumhurbaşkanı adaylığı için yaptığım değerlendirmeler bir ismi çıkarmıştır. O da Abdullah Gül kardeşimdir.
25 NİSAN: Başbakan, Anayasa Mahkemesi
resepsiyonunda erken seçim için sinyal verdi.
27 NİSAN: Başbakan Erdoğan: 367 temelsiz bir tartışma.
Deniz Baykal vekillerinin iradesini ipotek altına aldı. Başbakan’dan Büyükanıt’a gece yarısı telefonu.
28 NİSAN: Hükümet resti çekti: Bildiri hükümete karşı tutum olarak algılanmıştır. Genelkurmay Başbakanlığa bağlıdır. Güven ve istikrarı zedeleyenler olumsuz sonuçların sorumluluğunu yüklenecektir. Erdoğan
Kızılay kongresinde: Milletimiz afet bekleyen fırsatçılara fırsat tanımıyor. Erdoğan, Büyükanıt ile görüştü.
29 NİSAN: Sezer, Gül ve Erdoğan,
Afganistan Devlet Başkanı
Hamit Karzai ve
Pakistan Devlet Başkanı
Pervez Müşerref’le yemekte buluştu.
30 NİSAN: Başbakan ulusa seslendi: Tek sermayemiz sevgi. Güven ortamını zedelemeyelim. Pazartesi şoku:
Borsa düştü,
faiz ve döviz yükseldi.
1 MAYIS: Mahkeme’nin kararı üzerine, önce Bakanlar kurulu sonra MYK toplandı. Erken seçim kararı alındı. Erdoğan: Yeni durumu milletin takdirine sunma zarureti doğmuştur.
Genel seçim erkene alınacak. En yakın 24 Haziran-1 Temmuz.
ABDULLAH GÜL’ÜN KRONOLOJİSİ
3 NİSAN:
İnönü Üniversitesi’ndeki olaylara tepki: Kanunsuzluklara izin vermeyiz.
14 NİSAN: Siyasal rejimin tehlikede olduğunu düşünmüyorum.
20 NİSAN: Gül, kapatılan RP ile ilgili trilyon davasından aklandı.
21-22 NİSAN: AK Parti’de ibre Abdullah Gül’ü gösteriyor.
23 NİSAN: Erdoğan- Gül Başbakanlık konutunda buluştu.
24 NİSAN: Gül’ün adaylığı açıklandı. Gül, Meclis’teki basın toplantısında demokratik, laik Anayasa’ya sadakat vurgusu yaptı. TBMM beni seçerse, muhakkak ki Anayasamızın ilkeleri doğrultusunda hareket edeceğim.
Başörtüsü eşimin bireysel hakkı.
25 NİSAN: Gül, liderler turunda. Mahkeme seçimleri iptal ederse sorusuna: B planımız seçimdir.
26 NİSAN: Gül: Çankaya noter makamı değil.
27 NİSAN: 367 sağlanamadı, Gül ilk turda 361 oy aldı. CHP seçimleri Mahkemeye taşıdı.
28 NİSAN: Erdoğan, Gül’ün de aralarında yer aldığı isimlerle önce gece, sonra sabah buluştu.
29 NİSAN: Adaylığımdan geri çekilmem söz konusu değil.
30 NİSAN: Bakanlar kurulu ve MYK’ya katıldı.
İşçi Partisi, Gül hakkında suç duyurusu yaptı.
CHP VE DENİZ BAYKAL’IN KRONOLOJİSİ
1 NİSAN: AKP ile uzlaştık, Köşk’ün tek adayıyım. (
1 Nisan şakası)
3 NİSAN:
Kemal Anadol: Başbakan Köşk’e çıkarsa yargılanır.
4 NİSAN: Erdoğan’ın cibilliyetsiz suçlamasına
yanıt: Git ağzını yıka.
5 NİSAN: Kemal Anadol: Başbakan cambaza bak oyunu oynatıyor.
6 NİSAN: Aile şirketine genel müdür atar gibi cumhurbaşkanı seçmek demokratik değil.
7 NİSAN: 367 olmazsa, mahkemeye gideceğiz.
10 NİSAN: CHP Kanaltürk’e 3 milyon dolar aktardı iddiası.
11 NİSAN: Deniz Baykal: Başbakan Erdoğan’ın aday olmayacağım müjdesi vereceğine inanıyorum.
14 NİSAN: Çankaya 70 milyonun hakkı, Erdoğan ısrardan vazgeçmeli.
18 NİSAN: Baykal’dan Erdoğan’a ‘adaylığımı koymazsam korktu derler’ diye düşünmek yersiz. Söz veriyorum, memleketin hayrı için aday olmadığını Türkiye’ye anlatacağım.
23 NİSAN: Cumhuriyetin kazanımlarını savunacağız.
24 NİSAN: Tebligatla bir
aileye kapıkulu seçersiniz.
25 NİSAN: Erdoğan, aday olmadıysa, bu millet kendisini kabul etmediği içindir. Abdullah Gül’ün CHP ziyaretine yanıtı: 367 bulursanız mesele yok, bulamazsanız mahkemeye gideceğiz.
27 NİSAN: CHP seçime girmedi, yeter sayı istedi. Mahkeme’ye başvurdu.
28 NİSAN: Muhtıra yorumu: Siyaset işlemektedir, krizler siyasetle çözülür.
29 NİSAN: Baykal: Mahkeme, 367’ye gerek yok derse, çatışma çıkar.
SEZER VE YÜKSEK YARGININ KRONOLOJİSİ
3 NİSAN:
Yargıtay Başkanlığı
Yargıtay Başkanlık seçimini erkene aldı.
4 NİSAN: Son MGK’sı 10 Nisan’da.
6 NİSAN: Yargı yönlendirmelerden etkilenmeden, bağımsız çalışabilmeli.
11 NİSAN:
Medya: Sezer, MGK’da irticai akımlara dikkat çekti.
14 NİSAN:
Harp Akademileri’nde konuştu: Dış güçler ılımlı
İslam devleti kurmak istiyor.
15 NİSAN: Aylarca toplanamayan
HSYK, Yargıtay (23) ve
Danıştay’a (9 )
üye seçimi yaptı.
20 NİSAN: Sezer’e 367 şart mı? Cevap: Bilemem. Gazeteciler: Siz Anayasa Mahkemesi başkanıydınız? ‘Şimdi Cumhurbaşkanıyım.’
23 NİSAN: Cumhurbaşkanı Sezer: Meclis büyük rol üstlenecek.
26 NİSAN: Tuğcu’nun 367 yorumu: Mahkemenin görüşünü söylemem mümkün değil.
27 NİSAN:
Haşim Kılıç’ın 367 yorumu: İnşallah önümüze gelmez, parlamento çözer.
28 NİSAN: Erdoğan Sezer’i aradı, telefonlara cevap verilmedi.
1 MAYIS: Anayasa Mahkemesi 367 şart kararı verdi.
1 MAYIS: Sezer’den Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı’na sürpriz atama: 146 oy olan
Ersan Ülker yerine, 95 oy alan
Abdurrahman Yalçınkaya atandı.
12 HAZİRAN: Tuğcu
emekli oldu.
AĞAR VE MUMCU’NUN KRONOLOJİSİ
1 NİSAN: Mehmet Ağar: Erdoğan’la
sandıkta hesaplaşacağız.
6 NİSAN: Ağar’dan cumhurbaşkanını seçimden sonra seçme teklifi.
10 NİSAN: İttifak yorumu: “Bunun adına
ittifak demek doğru olmaz.”
12 NİSAN: Mehmet Ağar ile Süleyman Demirel Zincirbozan’ı izledi.
14 NİSAN: Ağar: Benim tek bir tanımım var, güven.
15 NİSAN: Ağar, Sezer’in rejim uyarısına karşı: Millet rejime sahip çıkar.
18 NİSAN: Erdoğan-Ağar görüşmesi: Hesaplaşma yeri sandıktır, mahkeme değildir.
19 NİSAN: Mumcu DSP ve MHP’yi ayrı ayrı ziyaret etti.
20 NİSAN: Ağar: Ana çatının neresi olacağı konusunda çelişki yoktur.
21 NİSAN: Mumcu: Birleşme çözüm olmayacaksa başka partide seçime girmem mümkün değildir.
22 NİSAN: Ağar: Görüşmelerimiz genel ba