Gazetecilerin ve yazarların, bakış açıları gerçekten oturdukları semtlere göre mi şekilleniyor?
Her sabah işe ya da okula gitmek için evinizden çıktığınızda karşı apartmandan da
Ertuğrul Özkök çıksa, selamlaşsanız; son yazısıyla ilgili fikrinizi iletseniz. Öğle yemeği için girdiğiniz lokantada
Fikret Bila ile
Ali Bulaç’ı görseniz.
Tophane’de Selahattin Duman ile
Mehmet Barlas’ın tavla maçını seyretseniz. Akşam eve gitmeden önce arkadaşlarınızla çay içtiğiniz mütevazı kafede Ayşe Arman, Ferai Tınç veya
Abdurrahman Dilipak ile karşılaşsanız. Yani yaşadığınız şehirde önemli hayatları, önemli sözleri olduğunu düşündüğünüz yazarları bizim gibi yaşarlarken görmek ne kadar şaşırtıcı bir tecrübe olur değil mi? Mesela mahalle marketinde ödeme kuyruğunda bekleyen
Ekrem Dumanlı,
Ergun Babahan, Sedat
Ergin ya da
Serdar Turgut ile karşılaşsanız hoş olmaz mı?
Fehmi Koru,
Toktamış Ateş, Hasan Pulur,
Nuriye Akman ya da
Mustafa Karaalioğlu’nu gezmek için gittiğiniz çarşıda vitrinlere bakarken,
alışveriş yaparken görseniz, yanınızdan herhangi bir vatandaş gibi gelip geçseler nasıl olurdu?
Hıncal Uluç ve Hakkı
Devrim’le mahallenin
kahvesinde maç izleseniz ya da
Umur Talu’yu yolda görüp yazısı hakkındaki düşüncelerini iletseniz...
Yazarların nerede oturduğu ile ilgili haberi yapmayı bir süredir düşünüyorduk. Geçtiğimiz hafta
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “
İstanbul’un,
Ankara’nın elit semtlerinde oturarak,
masa başında sosyolojik analizler yaparak, kimse şehirlerimizdeki hizmetleri anlayamaz. Bir garibin sofrasına oturup bir dilim peyniri, üç tane zeytini, yokluğu, yoksulluğu görmeden ve hissetmeden ahkâm keserseniz, yaptığınız yorumlarla kargaları bile güldürürsünüz.” şeklindeki sözleri üzerine ‘artık zaman geldi de geçti’ deyip haberi hazırlamaya koyulduk. Ama usta gazeteci
Güngör Uras, Erdoğan’ın sözleri üzerine hemen harekete geçti. Ertesi gün köşesinde “Bu yazıyı size Fatih Kadınlar Pazarı’nda
Siirt Gül Çay Evi’nin önünde,
kaldırım üzerine sıralı ‘kürsü’lerden birine çömelmiş vaziyette yazıyorum. Başbakan Sayın Erdoğan’ın ‘Elit semtlerde, masa başında yazı yazanları, halkın durumundan habersiz bunlar…’ diyerek fırçalamasından bu yana, elit olmayan semtlerde kahve kahve gezinmeye başladım.” diye yazdı. Daha fazla geç kalmayalım telaşıyla biz de ünlü köşe yazarlarına nerede oturduklarını sorduk. Yaşadıkları semtlerin, lüks veya sıradan sitelerin ya da villa ve yalıların yazılarına nasıl yansıdığını, onların düşüncelerini nasıl şekillendirdiğini öğrenmek istedik.
Köşe yazarları, genellikle zengin semtlerde, lüks konutlarda oturuyor. Ama
Sabah Gazetesi’nden
Yavuz Donat gibi Ankara Çayyolu’nda otursa da gününün ve zamanının bir bölümünü kentin sokaklarında ya da
Anadolu’da gezerek geçirenler de yok değil. Yine
Hürriyet’in
politika yazarı Ferai Tınç,
Taksim’de oturuyor ve
otobüs veya tramvayla
seyahat ediyor. Hastanelerde sıra bekliyor, devlet dairelerinde işini kendisi kovalıyor ve “
Türkiye gerçeğini dibine kadar yaşıyorum.” diyor.
Birçok yazar ise oturduğu mahallenin hayat görüşünü etkilemediğini, sadece fiziki şartları sebebiyle o semtte oturduğunu söylüyor. Kimisi de “Kimseyi ilgilendirmez, burada oturuyorum diye vatandaşı anlamıyorum değil.” diyor. Bazıları ise güvenlik sebebiyle oturduğu semti dahi söyleyemiyor.
Hrant Dink’in öldürülmesi üzerine sabah yürüyüşlerini bırakmak zorunda olanlar bile var. İstanbul’un tarihî ve güzel semti
Arnavutköy’de oturan
Radikal’in Yayın Yönetmeni
İsmet Berkan, güvenlik gerekçesiyle polisin ısrarını dinlemeyerek çok sevdiği semti terk etmiyor. “Başkalarını bilmem ama benim için nerede oturduğum önemini yitirdi. Ha
uçak gemisinde
yaşamışım, ha kimsenin kimseyi tanımadığı bir ‘residence’da, ha bu evimde, fark etmiyor. Bu çok kötü bir şey.” diyen Berkan, şöyle konuşuyor: “Gazeteciyim diyen, üstelik her gün gazetesinde
toplum hakkında ahkâm kesen birinin hayata daha yakın olmasında, sokakta yürümesinde, toplu
taşıma araçlarına binmesinde bence sayılamayacak kadar çok fayda var. Ama hayat sonunda hepimizi kendi kozalarımıza çekilmeye zorluyor,
vakit daraldıkça daha az insanla temas eder, daha az insanla hayatı paylaşır oluyoruz bu da bizi sınırlıyor. Ama bu söylediklerim, bence Başbakanın sözlerini haklı çıkarmaz. Bugün diyelim
Keçiören’de veya Pursaklar’da veya
Sultanbeyli’de veya
Etiler’de veya
Cihangir’de yaşasaydım da yazdıklarım değişmezdi. Çünkü bence esas mesele nerede oturduğunuz değil, nereye baktığınız ve ‘adil’ olmak için kendinizi ne kadar zorladığınız.”
Hürriyet Gazetesi’nde yazan Cüneyt Ülsever, 14 yıldır Çengelköy’de bir gecekondu semtinde oturduğunu söylüyor. Ve köşe yazarlarının oturduğu yerlerle ilgili tartışmayı “Eskiden köy romanını şehirliler yazamaz, kadınları erkekler yazamaz, erkekler hakkında kadınlar yazamaz denirdi. Böyle bir dünya kalmadı. Nişantaşı’nda
Bebek’te oturup yazanlar da var, dolaşıp gezen ve gördüklerini yazan da. Genelleme yapılması garip. Anadolu’da ne olduğunu anlamam için illa Ankara’da oturmam gerekmiyor.” diye değerlendiriyor.
Yeni
Şafak gazetesinde köşe yazıları yazan Hüseyin Hatemi Hoca, oturulan semtin bugünün İstanbul’unda insanları fazla etkilemediğini düşünüyor. Ama yetişkinlerin para durumlarına ve hayat görüşlerine uygun yerlerde oturmayı
tercih ettiğini ve seçtikten sonra bu semtte oturmuş olmaktan çok fazla etkilenmediğini söylüyor. Hatemi Hoca, Teşvikiye’de Nuray Mert’in karşı dairesinde oturuyor. Yan komşusu Haldun Dormen.
Ahmet Hakan ve Aytunç Altındal da aynı sokakta oturuyor. Hepsi birbirinden farklı dünya görüşüne sahip bu isimleri saydıktan sonra oturulan semtin hayat görüşünü yansıtmadığını ima ediyor. Ve “Eğer ortak bir Teşvikiyelilik varsa onu da, ‘o mahiler ki derya içredir deryayı bilmezler’ kavlince bana değil belki mesela çok Teşvikiyeli tanıdığı olan gözlemci bir Fatihli veya Üsküdarlıya sormak gerekir.” diyor.
Milliyet Gazetesi yazarı Meral Tamer ise “Toplumu okumak, anlamak ve bunu okurlarıyla paylaşmak için önemli olan oturulan semt değil, gazetecinin kişiliği ve mesleğine olan tutkusudur.” diyor. Çünkü gazetecilik aynı zamanda yaşam tarzı. Tamer, başarılı gazetecilik yapabilmek için öncelikle, geçmiş ezberlerin terk edilip toplumun yeni dinamiklerini anlamak gerektiğini düşünüyor. Bunu sağlamak için TV haber kanalları arasında ayrım yapmadan gezinmek de lazım, belli başlı tüm parti teşkilatlarını dolaşmak da, mitinglerde halkın arasına karışmak da, fikir alışverişinin yapıldığı toplantılara katılmak da, çarşı-pazarda esnafı dinlemek de gerektiğini vurguluyor. Tamer, üç adım ötesinde Küçük Armutlu olan Levent’te oturduğunu söylüyor. Haftanın 6 günü çalıştığı gazetesinin
Bağcılar ilçesi sınırları içinde,
Mahmutbey’de olduğunu anlatan Tamer; “Benim fildişi kulem Bağcılar’da.” diyor.
Haşmet Babaoğlu: Yazarın yaşadığı değil büyüdüğü semt önemli
“Yazarların yaşadığı değil, büyüdüğü semt, yazılarını belirler. Yoksa oturdukları yerlerin bir etkisi yok. Konu toplumu anlamaksa eğer, bu zaten oturduğunuz semtle ilişkili değildir, kafanızın içinin nasıl olduğuyla ilişkilidir. Bu aslında vizyon ve bilgi meselesidir.
Hani bazı laflar var ya ‘Adam sokağa çıkmıyor ki toplumu anlasın.’ Sokaktakiler toplumu anlıyor mu? Ama yazarın yazı diliyse konu, oturdukları semtlerden çok şehirler ve o şehri sevip sevmedikleri çok belirler. İstanbul insanın yazı dilini besler. Ankara’nın besleyeceğinden kuşkuluyum. Herkes
Bodrum’a kaçar, ama ben Bodrum’dan iyi
şair-yazar çıktığını görmedim.
Bingöl’den çıkar da Bodrum’dan çıkmaz. İş, ferahlık
manzara filan değil, o şehrin kendi birikimi. “
***
Cüneyt Ülsever: Eskiden köy romanını şehirliler yazamaz, kadınları erkekler yazamaz, erkekler hakkında kadınlar yazamaz denirdi. Böyle bir dünya kalmadı.
Meral Tamer: Toplumu okumak, anlamak ve bunu okurlarıyla paylaşmak için önemli olan oturulan semt değil, gazetecinin kişiliği ve mesleğine olan tutkusudur.
İsmet Berkan: Gazeteciyim diyen birinin hayata daha yakın olmasında, sokakta yürümesinde, toplu taşıma araçlarına binmesinde bence sayılamayacak kadar çok fayda var.
ZAMAN - CUMAERTESİ