Gerçi yeryüzünde bazı hemcinslerimizin,
Münevver cinayetinden daha canavarca kötülüklere
imza attığı sır değil. İnsanın en temel özelliği bu: Yükseklere uçup melekleri geçmeye de alçalarak hayvanların esfeline inmeye de uygun bir potansiyel.
Dolayısıyla ortada, insanlıktan sukut etmiş birinin, 'insanlık dışı' bir eylemi olsa da böyle bir hadise karşısında kamuoyunun merakını frenlemesi imkansız. Halbuki olayın sosyolojik,
psikolojik ve ahlaki boyutları, üzerinde çok durulan polisiye tarafından çok çok önemli. Bu yönüyle hepimiz için ibretlik bir tablo.
Keşke işin dedektiflik yanı kadar, hali vakti yerinde bir
ailenin çocuğunun nasıl bu hale geldiği, bir genci bu insanlık dışı noktaya taşıyan ilişkiler biçimi, dejenere olmuş ve her türlü
bağımlılık batağına açık hale gelmiş hayat tarzlarının yaygınlaştırılmasında medyanın rolü, okullarımız, eğitim sistemimiz ve en önemlisi temel dayanaklarımızdan biri olan aile yapımız üzerine kafa yorabilsek...
Manşetlere göz atarken,
ülkemizin ve bölgemizin geleceği adına çok tarihî bir gelişmenin fotoğrafının neredeyse hiçbir gazetenin birinci sayfasında kendine yer bulamadığını gördüm ve çok üzüldüm.
Bu fotoğraf, enerjisini
işbirliği yerine birbiriyle savaşa harcayan makus talihli
Ortadoğu'nun geleceği adına umut şimşekleri çakan bir kareydi.
Bu fotoğraf, bölgemizin hep savaş değil barış havzası da olabileceği ümitlerini yeşerten bir tabloydu.
Bu fotoğraf, Avrupa'da 50 yıl önce birbiriyle kanlı bıçaklı olmuş
Almanya ve
Fransa hükümetlerinin şimdi bakanlar kurulu toplantılarını ortaklaşa yapması karşısında duyduğumuz gıptanın Ortadoğu için de hayal olmadığını gösteren bir manzaraydı.
Bu fotoğraf,
Irak ve
Türkiye'den en önemli 9 bakanın aynı masaya oturarak,
Edirne ile Basra'nın nasıl bir daha candan kucaklaşacağı üzerine kafa yorduğu Türkiye-Irak Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi Bakanlar Konseyi'nin ilk toplantısıydı.
Fotoğrafa biraz yakından bakınca, yıllardır bölgemizin birbiriyle savaş(tırıl)an renklerini görmek mümkündü.
Kürtler, Şiiler, Türkler, Araplar ve muhtemelen diğer dini grupların temsilcileri o masadaydı.
Sanki suni
ayrılık dönemi sona eriyordu. Dünya,
ahiret ve sütun kardeşim
Mehmet Yılmaz, dün bu tablo için "sömürge mirasının tasfiyesi" gibi harika bir başlık koydu. Bu, kardeşliğin yeniden hatırlanması ve tarihten kültüre onlarca ortak noktanın suni ve çatışmacı siyasete galibiyetiydi.
Başkentler arasında 7 yıldır bıkmadan sürdürdüğü fasılasız temaslarıyla bu fotoğrafın heyecanını en derinden hisseden
Dışişleri Bakanı Davutoğlu, gelişme için 'devrim' diyordu.
Çok geçmeden, aynı mekanizmanın Türkiye ile Şam arasında da tesis edildiğini ve iki ülke arasında vizenin kalktığını öğrendik. Zaten bir yanda Irak ve Türk heyetleri görüşürken, aynı Çırağan Sarayı'nın bir başka odasında
Bağdat ile Şam arasındaki buzların eritilmesine çalışılıyordu. Hedef, bu gerilimi bir an önce aşmak ve aynı işbirliği çerçevesini üçlü hale getirmekti. Bu arada ajanslar,
İran ile Batı arasındaki müzakerelere Türkiye'nin ev sahipliği yapacağını duyuruyordu.
Şimdiden ipucunu verelim. Çok yakında bu işbirliği çemberinin Kafkaslar ve Orta Asya'yı da içine alacak şekilde genişlediğini görürseniz, fazla şaşırmayın.
Her ne kadar
CHP lideri
Baykal ve MHP lideri Bahçeli öyle düşünmese de dışarıdan Türkiye'ye bakanlar, yükselen uluslararası grafiğimizi daha iyi görüyorlar. İşte,
Ermenistan parlamentosu eski başkanı Tigran Torosyan'ın kaleminden (Armenia Today) Türkiye'nin diplomasi karnesi:
"-Türkiye, soykırımın uluslararası tanınma sürecini dondurdu. -Obama'nın "soykırım" demesini önledi.
-Ermenistan ile
diaspora arasında benzersiz gerginlik oluşturdu. -
Güvenlik Konseyi üyeliğine seçildi. -Bölgesel süreçlerdeki etkinliği arttı. -
Rusya, ABD ve AB ile ilişkilerde eli çok güçlendi."
İnşallah, bunlar bir
rüya değildir ve ülkemiz belki de ilk kez "yurtta ve cihanda barış"la şenlenir.
'Garip' haberlere takılmayın, ufuktaki güzelliğe bakın. Bu umutlu duygularla bayramınızı
tebrik ederim.
ABDULHAMİT BİLİCİ-ZAMAN